Translation of "Tyle" in Turkish

0.023 sec.

Examples of using "Tyle" in a sentence and their turkish translations:

- Tyle to ja wiem.
- Tyle wiem na pewno.

Ben onu çok biliyorum.

- O co tyle szumu?
- O co tyle hałasu?

Tüm bu patırtı ne hakkında?

Dawać i tyle.

Sadece vermek.

Zagrożenie zostało w tyle.

Tehlikeli bölge geride kaldı.

To tyle na dzisiaj.

Bugünlük bu kadar.

Przynajmniej tyle mogę zrobić.

Yapabileceğim en az şey bu.

- To wystarczy.
- Tyle wystarczy.

Yeterli.

Możesz poczekać tyle czasu?

O kadar uzun bekleyebilir misin?

Zjedz tyle, ile chcesz.

İstediğin kadar ye.

Wcale tyle nie pracuję!

Ben o kadar çalışmam.

Dzieje się tyle ciekawego.

Devam eden çok sayıda ilginç şey var.

Ale tylko tyle można zrobić.

Fakat yapabileceğiniz en iyi şey bu.

Bo traci się tyle rzeczy.

Zira insan pek çok şeyi yitiriyor.

Proszę, nie rób tyle hałasu.

- Lütfen çok fazla gürültü yapma.
- Lütfen bu kadar fazla ses yapma!

Nie chciałem zmarnować tyle czasu.

Bu kadar zamanı boşa harcamak istemedim.

Nie wiedziałem, że tyle wypił.

Onun o kadar çok içtiğini bilmiyordum.

- Nie sądziłem, że będzie tu tyle ludzi.
- Nie sądziłam, że będzie tu tyle ludzi.

Burada bu kadar çok insan olacağına dair hiçbir fikrim yoktu.

Skoro tyle badań wykazuje to samo,

pek çok çalışma aynı şeyi gösteriyor.

Ale musi zebrać tyle, ile udźwignie.

Ağzına olabildiğince çok şey tıkıştırmalı.

Po co zadawać sobie tyle trudu?

Neden bunca zahmete girelim?

Przepraszam, że sprawiam ci tyle kłopotów.

- Başına bir sürü bela açtığım için üzgünüm.
- Sana bu kadar sıkıntı verdiğim için özür dilerim.

Pożycz mu tyle pieniędzy, ile potrzebuje.

Ona ihtiyacı olduğu kadar çok ödünç para ver.

Zarabia trzy razy tyle co ja.

O, benim kazandığımdan üç katı daha fazla para kazanır.

Tom nie powinien był tyle jeść.

Tom bu kadar çok yememeliydi.

Nie spędzaj tyle czasu oglądając telewizję.

Televizyon izlemeye çok fazla zaman harcama.

Nawet mając tyle pieniędzy, jest nieszczęśliwy.

O bütün parasıyla bile mutsuz.

Nie rozumiem, o co tyle krzyku.

Yaygaranın ne hakkında olduğunu anlamıyorum.

Przepraszam, że to zajęło tyle czasu.

Çok uzun sürdüğü için üzgünüm.

Tom nie powinien był tyle wydawać.

Tom, bu kadar çok para harcamamalıydı.

Tom nie musiał kupować tyle jedzenia.

Tom'un o kadar çok yiyecek almasına gerek yoktu.

Ale w pobliżu jest tyle opiekuńczych matek

Ama yavruları koruyan bunca anne varken...

Tyle do zjedzenia... a tak mało czasu.

Yiyecek çok... ...zaman az.

Jeśli będziesz tyle jadł, staniesz się gruby.

O kadar çok yersen, şişmanlarsın.

Zarabia tyle, że może żyć w komforcie.

- O, lüks bir hayat yaşamaya yetecek kadar para kazanır.
- O, lüks bir hayat yaşamak için yeterli para kazanır.

Tom ma tyle samo lat ile ja.

Tom sadece benim kadar yaşlı.

Mogę siedzieć do późna tyle, ile chcę.

İstediğim kadar geç saatlere kadar yatmayabilirim.

Proponuję, żebyś przestał zadawać tyle głupich pytań.

Çok sayıda aptalca sorular sormayı durdurmanı öneriyorum.

- Wystarczy?
- Czy to wystarczy?
- Czy tyle wystarczy?

Yeterli mi?

On zarabia dwa razy tyle co ja.

O, maaşımın iki katını kazanır.

Powtarzał sobie, że nie powinien tyle kłamać.

Çok yalan söylememesi gerektiğini kendine söylemeye devam etti.

Płatności mobilne, o których tyle się ostatnio mówi,

çünkü bugün konuştuğumuz mobil ödeme,

Będę mógł wycisnąć tyle soku, ile się da.

sonra istediğim kadar sıvı çıkartabilirim.

Królowa była na tyle łaskawa, że nas zaprosiła.

Kraliçe bizi davet etmek için yeterince nazikti.

Ma tyle lat, że mógłby być jej ojcem.

Onun babası olacak kadar yaşlı.

Nie powinienem był pozwalać Tomowi jeść tyle słodyczy.

Tom'un o kadar çok şeker yemesine izin vermemeliydim.

Spalicie tyle kalorii, co podczas 5 minut aerobiku,

5 dakikalık bir aerobik çalışması, 10 dakikalık bir dans

Wiem tylko tyle, że on pochodzi z Chin.

Bütün bildiğim onun Çin'den geldiğidir.

Tom nie oglądał tyle telewizji, kiedy był młodszy.

Tom daha gençken çok televizyon izlemedi.

Kto byłby na tyle głupi aby tego uczynić?

Kim böyle bir şeyi yapacak kadar aptal olurdu?

Czy to w porządku, że na tyle wyceniamy produkt?

Bu ürün için bu kadar ücret almamız doğru mu?

Klify to bezpieczniejsze miejsce. Ale ona została w tyle.

Sarp kayalıklar biraz güvenlik sağlıyor. Ama bu kız geride kalıyor.

Tyle dostałem od dzikiej przyrody, że mogłem zacząć dawać.

Doğadan o kadar çok şey almıştım ki artık geri verebiliyordum.

Ona ma mniej więcej tyle samo lat co ja.

O, yaklaşık benimle aynı yaştadır.

Trzeba było poprosić, pożyczyłbym ci tyle pieniędzy, ile potrzebowałeś.

Yapman gereken tek şey sormaktı ve istediğin kadar çok parayı sana ödünç verirdim.

Pudełko jest na tyle lekkie, że można je przenieść.

Bu kutu taşınacak kadar hafif.

Nie sądziłem, że tyle osób przyjdzie na moje przyjęcie.

- Partime o kadar çok kişinin geleceğini asla düşünmedim.
- Partime pek çok sayıda insan geleceğini asla hayal etmedim.

Mam tyle pracy, że zostanę jeszcze na kolejną godzinę.

O kadar çok işim var ki, bir saat daha kalacağım.

Każdy nietoperz co noc potrafi wypić tyle krwi, ile waży.

Her bir yarasa her gece vücut ağırlığı kadar kan içebilir.

Znasz Toma na tyle dobrze, żeby go o to poprosić?

Tom'u bunu yapmasını isteyecek kadar iyi tanıyor musun?

Chciałbym wszystko wyjaśnić, ale myślę, że nie mamy tyle czasu.

Her şeyi açıklamak istiyorum, ancak yeterli zamanımız olduğunu sanmıyorum.

Zastanawiam się jak Tom wytrzymał z Mary aż tyle lat.

Tom'un bunca yıldır Mary'ye nasıl katlandığını merak ediyorum.

Tom powiedział, że nie ma tyle pieniędzy, żeby kupić motor.

Tom bir motosiklet almak için yeterli parası olmadığını söyledi.

- Skąd wziąłeś tak pokaźną sumę pieniędzy?
- Jak zdobyłeś tyle pieniędzy?

- Böylesine büyük miktarda parayı nasıl aldın?
- Böyle büyük meblağda bir parayı nasıl aldın?

Moje oszczędności są na tyle niewielkie, że nie przetrwają długo.

Tasarruflarım o kadar küçük ki onlar çok fazla dayanmayacak.

Nigdy nie zgromadziłbym takiej kwoty. Nie uzbierałbym tyle. Roztrwoniłbym dużo wcześniej.

Hayır, bu asla olmazdı. Hayır. Asla o kadar param olmazdı, çoktan harcamış olurdum.

Musimy więc wytropić i schwytać tyle jadowitych stworzeń, ile się da.

Olabildiğince fazla sayıda zehirli yaratık yakalamaya çalışacağız.

Nie możesz się doczekać wstania rano, bo jest tyle do zrobienia,

Sabahları kalkmak için sabırsızlanıyorsun. Her küçük işareti,

Pogoda jest na tyle dobra, że chyba powieszę pranie do wyschnięcia.

Hava çok iyi, kuruması için çamaşırlarımı dışarıya asmayı düşünüyorum.

Ten samochód był na tyle tani, że mógł sobie na niego pozwolić.

Bu araba onun alması için yeterince ucuz.

Nie rozumiem, dlaczego film z dwiema całującymi się piosenkarkami przyciąga tyle uwagi.

Öpüşen iki bayan şarkıcının bir videosunun neden bu kadar ilgi çektiğini anlamıyorum.

- Zarabia trzy razy tyle co ja.
- On zarabia trzy razy więcej ode mnie.

O benim kazandığımdan üç kat daha fazla kazanır.

Tom nie był na tyle głupi aby rozmawiać z Mary o tym co zrobił.

Tom yaptıkları hakkında konuşacak kadar aptal değildi.

Musimy odzyskać tę surowicę. Musimy więc wytropić i schwytać tyle jadowitych stworzeń, ile się da.

O panzehrin yerine yenisini koymalıyız. Bu yüzden olabildiğince fazla sayıda zehirli yaratık yakalamaya çalışacağız.

Musimy odzyskać tę surowicę. Musimy więc wytropić i schwytać tyle jadowitych stworzeń, ile się da.

O panzehrin yerine yenisini koymalıyız. Bu yüzden olabildiğince fazla sayıda zehirli yaratık yakalamaya çalışacağız.

Chcę się upewnić, że dotrę na stację na tyle wcześnie, żeby kupić gazetę przed wejściem do pociągu.

Trene binmeden önce bir gazete almak için istasyona yeterince erken varacağımdan emin olmak istiyorum.

Każdy wszechświat, na tyle prosty by dało się go zrozumieć, jest zbyt prosty by wytworzyć umysł zdolny go zrozumieć.

Anlaşılması yeterince basit bir evren onu anlayabilecek bir aklı üretemeyecek kadar çok basittir.

Nigdy nie byłem w bibliotece bez chęci posiadania tyle czasu, żeby móc pójść tam i zostać dopóki nie przeczytam wszystkiego.

- Oraya gidecek ve içindeki her şeyi okuyacak zamanım olmasını dilemeden bir kütüphaneyi asla fark etmem.
- Bir kütüphane görünce, gidip içindeki her şeyi okuyana kadar orada kalmayı dilemediğim olmamıştır.
- Ne zaman bir kütüphane görsem; gönlümden hep gidip içindeki her şeyi okuyana kadar orada kalmak geçer.

- David ma tak dużo dziewczyn, że nie pamięta ich wszystkich imion.
- David ma tyle dziewczyn, że nie potrafi spamiętać ich imion.

- David'in o kadar çok kız arkadaşları var ki o onların isimlerinin hepsini hatırlayamıyor.
- David'in isimlerini aklında tutamayacağı kadar kız arkadaşı var.

Żaden mężczyzna, który umie jednocześnie bezpiecznie prowadzić samochód i całować piękną kobietę, po prostu nie poświęca całowaniu tyle uwagi, na ile ta czynność zasługuje.

Güzel bir bayanı öperken güvenle araba sürebilen bir sürücü öpücüğe hak ettiği ilgiyi vermiyordur.