Translation of "Auge" in Turkish

0.026 sec.

Examples of using "Auge" in a sentence and their turkish translations:

- Auge um Auge, Zahn um Zahn.
- Auge um Auge und Zahn um Zahn.

Göze göz, dişe diş.

Auge um Auge, Zahn um Zahn.

Göze göz, dişe diş.

Das Prinzip „Auge um Auge“ macht die ganze Welt blind.

Göze göz düşüncesi bütün dünyayı kör edecek.

- Welches Auge tut Ihnen weh?
- Welches Auge tut dir weh?

Hangi gözün ağrıyor?

Behalte ihn im Auge!

- Ona göz kulak ol.
- Ondan gözünü ayırma.

Behalte sie im Auge!

Ona göz kulak ol.

Das ist ein Auge.

Bu bir göz.

Mein rechtes Auge zuckt.

Benim sağ gözümde bir seğirme var.

Ich öffnete ein Auge.

Bir gözümü açtım.

Mein Auge ist angeschwollen.

Gözlerim şişti.

- Da ist was in meinem Auge.
- Ich habe etwas im Auge.

Gözümde bir şey var.

- Wirf ein Auge auf die Kinder.
- Behalte die Kinder im Auge!

- Çocuklara dikkat et.
- Çocuklara göz kulak ol.
- Gözünü çocuklardan ayırma.

- Er hätte fast ein Auge verloren.
- Er hätte beinahe ein Auge verloren.

Neredeyse bir gözünü kaybediyordu.

Auge in Auge mit einem Dinosaurier zu sein war ein lustiges Erlebnis.

Bir dinozorla yüz yüze gelmek eğlenceli bir deneyimdi.

- Ihr rechtes Auge ist blind.
- Sie ist auf dem rechten Auge blind.

- Onun sağ gözü kördür.
- Sağ gözü kördür.

Ich habe kein Auge zugemacht.

Neredeyse gözümü bile kırpmadım.

Er hat kein Auge zugetan.

O, gözünü kırpmadı.

Ich habe ein Auge zugedrückt.

Ben başka bir yol aramayı tercih ettim.

Tom hat ein blaues Auge.

Tom'un bir gözü morarmış.

Ich habe ein blaues Auge.

- Siyah bir gözüm var.
- Siyah gözlerim var.
- Gözüm morardı.

Er hat ein Auge zugedrückt.

- O görmezden geldi.
- O, göz yumdu.
- Görmezlikten geldi.
- Görmezden geldi.

Hab ein Auge auf sie.

Onlara göz kulak ol.

Behalte diesen Koffer im Auge.

Bu valize göz kulak olun.

Ich habe etwas im Auge.

Gözümde bir şey var.

- Die Schönheit liegt im Auge des Betrachters.
- Schönheit liegt im Auge des Betrachters.

Güzellik, görendedir.

- Wer hat dir das blaue Auge verpasst?
- Wer hat Ihnen das blaue Auge verpasst?

Senin gözünü kim morarttı?

Der Ball traf sie ins Auge.

Top onun gözüne çarptı.

Behalten Sie Ihr Gepäck im Auge.

Çantaya göz kulak olun.

Er ist auf einem Auge blind.

- Onun bir gözü görmüyor.
- Onun bir gözü kör.

Sie hat ein Auge für Antiquitäten.

O, antikanın iyisinden anlar.

Ich werde dich im Auge behalten.

Sana göz kulak olacağım.

Er war auf einem Auge blind.

- Bir gözü kördü.
- Bir gözce kördü.

Toms linkes Auge begann zu zucken.

Tom'un sol gözü seğirmeye başladı.

Zu viel Licht schädigt das Auge.

Çok fazla ışık gözü incitir.

Bakterien sind mit bloßem Auge unsichtbar.

Bakteriler çıplak gözle görülmezler.

Er hat ein Auge für Antiquitäten.

Onun antikalarda gözü var.

Tom hätte fast ein Auge verloren.

Tom neredeyse bir gözünü kaybediyordu.

Was ist mit deinem Auge passiert?

Gözüne ne oldu?

Ich behielt ihren Koffer im Auge.

Onun bavuluna göz kulak oldum.

Ich behalte Tom immer im Auge.

Tom'a her zaman göz kulak olurum.

Tom hat ein Auge fürs Detail.

Tom ayrıntının iyisinden anlar.

Wir sollten ein Auge darauf haben.

Buna göz kulak olalım.

Tom ist auf einem Auge blind.

Tom'un bir gözü kör.

Meistens ist nur ein Auge betroffen.

Genelde tek bir göz bundan etkilenir.

- Woher hast du denn das blaue Auge?
- Wie haben Sie sich denn das blaue Auge zugezogen?

Gözünü nasıl morarttın?

- Ich kann mit meinem rechten Auge nichts sehen.
- Ich kann auf dem rechten Auge nichts sehen.

Sağ gözümle hiçbir şey göremiyorum.

Glühend heiße Schluchten soweit das Auge reicht.

Alabildiğine uzanan ve kavrulan vadiler var.

Letzte Nacht habe ich kein Auge zugemacht.

Dün gece bir gıdım uyumadım.

Der Hund ist auf einem Auge blind.

Köpeğin bir gözü kör.

Sie hat ein Auge für das Schöne.

O, güzellikten anlar.

Halten Sie ein wachsames Auge auf ihn.

Onu yakından gözle.

Er hat ein gutes Auge für Kunst.

Onun sanat için iyi bir gözü var.

Lass mich mal ein Auge drauf werfen.

Göz atmama izin ver.

Er ist auf dem rechten Auge blind.

Sağ gözü kördür.

Dieses Mal werde ich ein Auge zudrücken.

Bu defa gitmesine izin vereceğim.

Toms rechtes Auge begann wieder zu zucken.

Tom'un sağ gözü yine seğiriyor.

Ich bin mit einem blauen Auge davongekommen.

Hafifçe indim.

Tom hat mir ein blaues Auge verpasst.

Tom bir gözümü patlattı.

Es blieb im Hause kein Auge trocken.

Karalar bağlamamış kimse yoktu.

Das Auge Gottes wacht über die Kleinen.

Allah'ın gözü küçük olanlar koruyor.

Ich habe vorige Nacht kein Auge zugetan.

- Dün gece gözlerime uyku girmedi.
- Dün gece gözümü bile kırpmadım.

Tom muss den Tatsachen ins Auge blicken.

Tom gerçeklerle yüzleşmeli.

Tom hat letzte Nacht kein Auge zugetan.

Tom dün gece hiç uyumadı.

Tom sagte nichts zu Marys blauem Auge.

Tom Mary'nin siyah göz hakkında hiçbir şey söylemedi.

Das Auge ist der Spiegel der Seele.

Göz ruhun aynasıdır.

- Tom, könntest du die Kinder im Auge behalten?
- Tom, könntest du ein Auge auf die Kinder werfen?

Tom, çocuklara göz kulak olur musun?

- Behalte Tom im Auge!
- Pass auf Tom auf!
- Behalten Sie Tom im Auge!
- Passen Sie auf Tom auf!

Tom'a göz kulak ol.

Fürs menschliche Auge ist das gespenstische Licht unsichtbar.

Bu ürkünç ışık, insan gözüyle görülmüyor.

Der alte Mann ist auf einem Auge blind.

Yaşlı adamın bir gözü kördür.

Wir werden die Situation weiter im Auge behalten.

- Biz durumu dikkatle izlemeye devam edeceğiz.
- Mevzuyu son derece hassas bir biçimde takip etmeyi sürdüreceğiz.

Eine Krähe hackt der anderen kein Auge aus.

- Karga karganın gözünü oymaz.
- İt iti ısırmaz.

Kleinstpartikel sind mit bloßem Auge schwer zu sehen.

Minik parçacıkları çıplak gözle görmek zordur.

Atome kann man nicht mit bloßem Auge sehen.

Atomlar çıplak gözle görülemez.

Dieser Stern ist mit bloßem Auge nicht sichtbar.

- Bu yıldızı çıplak gözle görebilmek mümkün değil.
- Bu yıldız çıplak gözle görülemez.

Sein Auge war geschwollen, und seine Nase blutete.

Onun gözü şişmişti ve burnu kanıyordu.

Bei diesem Krach konnte ich kein Auge zumachen.

Bu gürültüyle gözümü bile kırpamadım.

Wer hat Tom denn das blaue Auge verpasst?

Tom'un gözünü kim morarttı?

Tom kann mit seinem linken Auge nichts sehen.

Tom sol gözüyle bir şey göremiyor.

Tom bat Mary, John im Auge zu behalten.

- Tom, Mary'nin John'a göz kulak olmasını rica etti.
- Tom Mary'nin John'a göz kulak olmasını rica etti.

Integrierte Nachtlichter, um einander im Auge behalten zu können.

Birbirlerini takip edebilmek için doğuştan gece ışıkları var.

Soweit das Auge reichte gab es nichts als Sand.

Gözün görebildiği kadarıyla kumdan başka bir şey yoktu.

- Sie fiel mir auf.
- Sie fiel mir ins Auge.

O, gözüme çarptı.

Manche Sterne sind mit bloßem Auge kaum zu sehen.

Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.

Tom sah mich mit einer Träne im Auge an.

Tom gözünde yaşla bana baktı.

Tom wurde durch einen Unfall auf einem Auge blind.

Tom bir trafik kazasında gözlerinden birinde görme yeteneğini kaybetti.

- Das ist nicht offensichtlich.
- Es springt nicht ins Auge.

Açık değil.

Ich wette, Tom wird heute Nacht kein Auge zumachen.

Tom'un bu gece gözünü kırpmayacağından eminim.

Polyphem, Sohn des Neptun, hatte vorne nur ein Auge.

Polyphemus'un, Neptün'ün oğlu, önünde sadece bir gözü vardı.

Das Kleid im Schaufenster ist mir ins Auge gefallen.

Vitrindeki elbise gözüme takıldı.