Translation of "Tendré" in Turkish

0.008 sec.

Examples of using "Tendré" in a sentence and their turkish translations:

Tendré hambre.

Ben aç olacağım.

- Lo tendré en mente.
- Lo tendré en cuenta.

Bunu aklımda tutacağım.

Tendré que ayudarles.

Ben onlara yardım etmek zorunda kalacağım.

Tendré que pensármelo.

Onun hakkında düşünmek zorunda kalacağım.

No tendré miedo.

Korkmayacağım.

Tendré que estudiar mucho.

Daha çok çalışmak zorunda olacağım.

Tendré mis ojos cerrados.

Ben gözlerimi kapalı tutacağım.

Supongo que tendré que meditarlo.

Sanırım bunu düşünmek zorunda kalacağım.

Tendré en cuenta tus problemas.

Problemlerini aklımda tutacağım.

Tendré dieciséis años en mayo.

Mayısta on altı olacağım.

Tendré que probar otra cosa.

Başka bir şey denemek zorunda kalacağım.

No sé si tendré tiempo.

Zamanım olacak mı bilmiyorum.

Tendré que hacerlo yo misma.

Bunu kendim yapmam gerekecek.

Tendré que llamarte más tarde.

Seni daha sonra aramak zorunda kalacağım.

Pronto me tendré que ir.

Ben yakında ayrılmak zorundayım.

Creo que tendré el salmón.

Sanırım somon alacağım.

Tendré en cuenta tu consejo.

Tavsiyeni aklımda tutacağım.

Tendré que revisar mi agenda.

Programımı kontrol etmem gerekecek.

Tendré que cambiar mis planes.

Planlarımı değiştirmem gerekecek.

Mañana, tendré que estudiar diez horas.

Yarın on saat çalışmak zorunda kalacağım.

Tendré que realizar algunos ensayos más.

Biraz daha test yapmam gerekir.

Tendré que decirle la verdad mañana.

Yarın ona gerçeği söylemek zorunda kalacağım.

Tendré dieciséis años el próximo año.

Önümüzdeki yıl on altı yaşında olacağım.

Tendré terminado el trabajo al mediodía.

Öğleye kadar işi bitirmiş olacağım.

Mañana no tendré mucho que hacer.

Yarın meşgul olmayacağım.

Pronto tendré que despertar a Tom.

Tom'u yakında uyandırmalıyım.

Me temo que no tendré tiempo.

Korkarım zamanım olmayacak.

Tendré que subirme a una silla.

Sandalyeye çıkmam gerekecek.

- Mantendré eso en mente.
- Tendré presente eso.

Onu aklımda tutacağım.

Por desgracia, no tendré mucho tiempo libre.

Ne yazık ki fazla boş vaktim olmayacak.

No sé si tendré tiempo para hacerlo.

Bunu yapmak için zamanımın olup olmayacağını bilmiyorum.

Tendré que sacar una licencia de obras.

İnşaat ruhsatı almam gerekecek.

- Te tendré todo esto preparado para las 2:30.
- Te tendré todo esto listo para las 2:30.

Bütün bu şeyleri sizin için 2.30'a kadar hazırlayacağım.

Y, así, tendré algo de luz. Bien, vamos.

Ve bana ışık veriyor. Tamam, gidelim.

Algún día pronto tendré todo lo que quiero.

Yakında bir gün istediğim her şeye sahip olacağım.

Le tendré que explicar eso a mi padre.

Onu babama açıklamak zorunda kalacağım.

Me temo que tendré que enseñarte modales, Tom.

Ne yazık ki sana bazı terbiyeler öğretmek zorunda kalacağım, Tom.

- Tendré mi venganza.
- Voy a tener mi venganza.

İntikamımı alacağım.

Tarde o temprano tendré que dejar de hacerlo.

Er ya da geç, Bunu yapmaktan vazgeçmek zorunda kalacağım.

Tendré treinta años en un par de semanas.

Birkaç hafta içinde otuz yaşında olacağım.

- Sin un beso de buenas noches no tendré dulces sueños.
- Sin beso de buenas noches no tendré dulces sueños.

Bir iyi geceler öpücüğü olmadan tatlı rüyalar görmeyeceğim.

Lo tendré listo antes de las dos y media.

2.30'dan önce onu yaptırmış olacağım.

Sin beso de buenas noches no tendré dulces sueños.

Bir iyi geceler öpücüğü olmadan tatlı rüyalar görmeyeceğim.

Yo tendré que encontrar un trabajo de medio tiempo.

Süreli bir iş bulmak zorunda kalacağım.

He perdido mi pluma fuente. Tendré que comprarme una mañana.

Dolma kalemimi kaybettim. Yarın bir tane satın almak zorundayım.

Tendré tiempo para limarme las uñas mientras tú te vistes.

Sen giyinirken tırnaklarımı törpüleyecek zamanım olacak.

La semana que viene no tendré que ir a trabajar.

Öteki hafta işe gitmek zorunda olmayacağım.

Creo que tendré que volver a hacer dieta después de navidad.

Sanırım ben Noel'den sonra diyete geri dönmek zorundayım.

Tendré que tomar el tren de las 8:15 a París.

Paris'e giden 8:15 trenine binmek zorundayım.

He perdido mi reloj, así que ahora tendré que comprarme otro.

Saatimi kaybettim, bu yüzden şimdi başka bir tane satın almak zorundayım.

Yo tendré que despedirte si vas a llegar tarde tan a menudo.

Çok sık geç gelirsen seni kovmak zorunda kalacağım.

- Cumpliré diecisiete el año próximo.
- El año que viene tendré 17 años.

Ben gelecek yıl on yedi olacağım.

Quiero asistir a ese partido de verdad, pero no estoy seguro si tendré el tiempo.

Bu maçı gerçekten izlemek istiyorum fakat zamanım olup olmadığından emin değilim.

- No sé si tengo tiempo.
- No sé si tendré tiempo.
- No sé si tenga tiempo.

- Vaktim olup olmadığını bilmiyorum.
- Zamanım olup olmadığını bilmiyorum.