Translation of "Zorundadır" in English

0.016 sec.

Examples of using "Zorundadır" in a sentence and their english translations:

Sözler tutulmak zorundadır.

Promises have to be kept.

O doğru olmak zorundadır.

It has to be true.

O sigarayı bırakmak zorundadır.

She has to stop smoking.

O, saati onarmak zorundadır.

- He has to fix the clock.
- He has to repair the clock.

Ken hızlı koşmak zorundadır.

Ken has to run fast.

İnsanlar kurallara uymak zorundadır.

People have to obey the rules.

Bizden biri olmak zorundadır.

It has to be one of us.

İnsan ailesini korumak zorundadır.

One has to protect his family.

Bir adam çalışmak zorundadır.

- A man must work.
- The man must work.
- Man must work.

Tom gücünü korumak zorundadır.

Tom must conserve his strength.

Tom eve dönmek zorundadır.

Tom must return home.

Müşteriler memnun olmak zorundadır.

Customers have to be satisfied.

Tom dinlenmeyi öğrenmek zorundadır.

Tom has to learn to relax.

Tom işe gitmek zorundadır.

Tom has to go to work.

Tom bankaya gitmek zorundadır.

Tom has to go to the bank.

Tom, Fransızca öğrenmek zorundadır.

Tom has to learn French.

Herkes bunu yapmak zorundadır.

- Everyone has to do this.
- Everybody has to do this.

Tom onu yapmak zorundadır.

Tom is obliged to do that.

Tom gerçekten kazanmak zorundadır.

Tom really has to win.

Çocuklar ebeveynlerine itaat etmek zorundadır ve ebeveynler patronlarına itaat etmek zorundadır.

Children must obey their parents and parents must obey their employers.

Yarıştan önce koşucular ısınmak zorundadır.

Before the race, the runners have to warm up.

Askerler emirlerini yerine getirmek zorundadır.

Soldiers must carry out their orders.

Tüm güzel şeyler bitmek zorundadır.

All good things must come to an end.

O her kuruşu saymak zorundadır.

She has to count every penny.

Bir aktör sözlerini ezberlemek zorundadır.

An actor has to memorize his lines.

Askerler onların emirlerini uygulamak zorundadır.

Soldiers must carry out their orders.

Dans edenler kemancıya ödemek zorundadır.

They that dance must pay the fiddler.

Muhbirin kimliği gizli kalmak zorundadır.

The informer's identity has to remain secret.

Bir oyuncu sözleri ezberlemek zorundadır.

A player has to memorize words.

O fen eğitimi yapmak zorundadır.

She has to study science.

Tom şaka ediyor olmak zorundadır.

Tom has to be kidding.

Bütün Amerikalılar vergilerini ödemek zorundadır.

All Americans have to pay their taxes.

O Tom'a ne yapmak zorundadır?

What does that have to do with Tom?

Tom testi tekrar almak zorundadır.

Tom has to take the test again.

Tom bir iş aramak zorundadır.

Tom has to look for a job.

Tom bizim kurallarımızı izlemek zorundadır.

Tom has to follow our rules.

Tom görev için giyinmek zorundadır.

Tom has to dress up for work.

Sorumluluk bir yerde başlamak zorundadır.

Responsibility has to start somewhere.

Değişiklik bir yerde başlamak zorundadır.

Change has to start somewhere.

Tom kendi borçlarını ödemek zorundadır.

Tom has to pay his own debts.

Tom Boston'a geri dönmek zorundadır.

- Tom has to go back to Boston.
- Tom must go back to Boston.

Tom pazar günleri çalışmak zorundadır.

Tom has to work on Sundays.

Tom daha fazla çalışmak zorundadır.

Tom has to study harder.

Tom yarın bunu yapmak zorundadır.

Tom has to do that tomorrow.

Tom bir yere başlamak zorundadır.

Tom has to start somewhere.

Tom gerçekten bunu yapmak zorundadır.

- Tom really does need to do that.
- Tom really has to do that.

Tom derhal bunu yapmak zorundadır.

Tom has to do that at once.

İnsanlar ebeveynlerine itaat etmek zorundadır.

People have to obey their parents.

Mary her zaman fikrini vermek zorundadır.

Mary always has to give her opinion.

Paula mutfakta babasına yardımcı olmak zorundadır.

Paula has to help her father in the kitchen.

Sözleşme yüzünden onları teslim etmek zorundadır.

Because of the contract, he is bound to deliver them.

Dan kendisi için düşünmeyi öğrenmek zorundadır.

Dan has to learn to think for himself.

Tüm öğrenciler aynı üniformayı giymek zorundadır.

All of the students have to wear the same uniform.

Her üye bir ücret ödemek zorundadır.

Each member has to pay a membership fee.

Yağmur yağsa bile Tom gitmek zorundadır.

Tom has to go even if it rains.

Tom, Mary'ye bunu yapmamasını söylemek zorundadır.

Tom has to tell Mary not to do that.

Tom, Mary'ye onu yapmasını söylemek zorundadır.

Tom has to tell Mary to do that.

Tom, küçük erkek kardeşine bakmak zorundadır.

Tom has to take care of his younger brother.

Otobüste veya trende, bilet ödenmek zorundadır.

When riding a bus or a train, you need to pay the fare.

- Tom ince bir çizgi üzerinde yürümek zorundadır.
- Tom iki tarafı da dengede tutmak zorundadır.

Tom has to walk a fine line.

Hemşireler hastalarının rahatı için uyanık kalmak zorundadır.

The nurses must see to the comfort of their patients.

Avrupa'nın çoğu ülkesinde arabalar sağdan gitmek zorundadır.

In most of the countries in Europe, cars have to keep to the right.

Mary her zaman iki sentini ayırmak zorundadır.

- Mary always has to put her two cents worth in.
- Mary always has to have her say.
- Mary always has to have her two penn'orth.

Bob kendi başına bu çileyi aşmak zorundadır.

Bob has to get through this ordeal on his own.

O, gelecek hafta bir ameliyat olmak zorundadır.

- He will have to undergo an operation next week.
- He has to have an operation next week.

Bir asker sık sık tehlikeyle yüzleşmek zorundadır.

A soldier often has to confront danger.

Bir yargıç krala değil, hukuka uymak zorundadır.

- A judge must obey not the king, but the law.
- A judge has to obey the law, not the king.

Her futbol takımı bir kaptan belirlemek zorundadır.

Each football team needs to designate a captain.

Poposu yanan kişi kabarcıkların üstünde oturmak zorundadır.

The one whose butt got burned has to sit on the blisters.

Balıkçıl her gün yemek için avlanmak zorundadır.

The heron had to hunt for food every day.

O objeler arasında bir seçim yapmak zorundadır.

He has to make a choice between the objects.

Bir yargıç krala değil hukuka uymak zorundadır.

A judge must obey not the king, but the law.

O, her gün kan basıncı ölçtürmek zorundadır.

He has to have his blood pressure taken every day.

Tom eve gitmeden önce onu yapmak zorundadır.

Tom has to do that before he can go home.

Her öğrenci saat altıya kadar okuldan ayrılmak zorundadır.

Every student has to leave school by six.

Zengin bir adam, gelir vergisini çok ödemek zorundadır.

A man of wealth has to pay a lot of income tax.

Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.

Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.

Yazarlar her zaman son söze sahip olmak zorundadır.

Writers always have to have the last word.

Tom Mary buraya gelmeden önce bunu yapmak zorundadır.

Tom has to do that before Mary gets here.

Savaşı'nın felaketle sonuçlanan sonunun da bir kısmını suçlamak zorundadır

Berthier must also bear some blame for  the disastrous end to the Battle of  

- O çocuk dizginlemek zorunda.
- O çocuk terbiye edilmek zorundadır.

That child has to be restrained.

Bir uydu uzayda büyük sıcaklık farklılıkları içinde çalışmak zorundadır.

A satellite has to operate in space within massive temperature differences.

İşte yazının kaba taslağı ama hatalar hala düzeltilmek zorundadır.

Here is the rough draft of the manuscript, but the errors still have to be corrected.

Tom gerçekten yeni bir lastik seti satın almak zorundadır

Tom really has to buy a new set of tires.

Bir kız bir kızın yapmak zorunda olduğu şeyi yapmak zorundadır.

A girl's got to do what a girl's got to do.

Tom, kefaletle çıktığı sırada ayak bileği monitör bileziği takmak zorundadır.

Tom has to wear an ankle monitor bracelet while he's out on bail.

Yoksul adam diğer insanlardan bağımsızdır ve yalnızca kendi ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Zengin adam ise kendi ihtiyaçlarında bağımsızdır ama diğer insanların ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır.

- A man who is poor, but independent of other people, is only dominated by his needs. A man who is rich, but dependent, is subordinate to another person, or to several.
- The poor man is independent of other people, and only has to answer to his needs. The rich man is independent of his needs, but has to answer to other people.

Bir şüphelinin suçlu olduğunu ispatlamak için mahkemedeki savcılar iddialarını kanıtlamak zorundadır.

Prosecutors in court have to substantiate their claims in order to prove a suspect is guilty.

Bir insan acil bir durum için her zaman hazır olmak zorundadır.

One must always be ready for an emergency.

Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.

Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.

Çin bir bir montaj kopyalama imalat ekonomisinden bir bilgi-hizmet-inovasyon ekonomisine hareket etmek zorundadır.

China has to move from an assembly-copying-manufacturing economy to a knowledge-services-innovation economy.

Er ya da geç her anne-baba çocukları ile kuşlar ve arılar hakkında bir konuşma yapmak zorundadır.

Sooner or later, every parent has to have a talk with their children about the birds and the bees.