Translation of "Nadir" in English

0.014 sec.

Examples of using "Nadir" in a sentence and their english translations:

nadir arkadaşlarıdır.

investment.

Gerçekten nadir.

It's really rare.

Çok nadir.

It's so rare.

HIBM çok nadir.

HIBM is very rare.

Çok nadir görülürler.

You very rarely see these.

O nadir biri.

That's an unusual one.

O çok nadir.

That one is very rare.

Nadir bir isim.

It's an unusual name.

O nadir mi?

Is that uncommon?

Bu çok nadir.

It's very rare.

O biraz nadir.

That's kind of rare.

Biftekten nadir olarak hoşlanıyorum, ama bu kadar nadir değil.

I like steak rare, but not this rare.

Nadir pullara nerede rastladın?

Where did you come across the rare stamps?

Çok nadir ıstakoz yerim.

I very seldom eat lobster.

Ben nadir paralar toplarım.

I collect rare coins.

Bu son derece nadir.

It's extremely rare.

Bu hiç nadir değil.

- It's not at all uncommon.
- It isn't at all uncommon.

Avustralya'da nadir hayvanlar var.

There are rare animals in Australia.

Bu nadir bir fırsat.

- It's a rare opportunity.
- This is a rare opportunity.

Bu nadir bir hastalık.

It's a rare disease.

Nadir bir hastalığım var.

I have a rare disease.

Hipofizit nadir bir hastalıktır.

Hypophysitis is a rare disease.

Tom çok nadir güler.

Tom very seldom laughs.

- Bu çok nadir bir örnektir.
- Bu, çok nadir bir numunedir.

This is a very rare specimen.

nadir ve değerli olan budur.

that are rare and that are valuable.

nadir bir ahşaptan elle oyulmuş,

hand-carved from a rare wood,

Dünyayı değiştirebilecek nadir şeylerden biridir.

is one of the few things that can change the world.

Aradığım nadir bir kitabı buldum.

I found a rare book I had been looking for.

Bugünlerde sabır nadir bir erdemdir.

Patience is a rare virtue these days.

Bu çok nadir bir durumdur.

This is a very rare case.

Tesadüfen nadir bir kelebeği gördü.

He happened to catch sight of a rare butterfly.

O oldukça nadir bir bireydi.

- He's a rather rare individual.
- She's a rather rare individual.

Nadir verilen bir adı var.

She has a rare given name.

Bu o kadar nadir değil.

- It's not all that uncommon.
- It isn't all that uncommon.

Mükemmel elmaslar oldukça nadir mücevherlerdir.

Perfect diamonds are extremely rare jewels.

Tom kendi hakkında nadir konuşur.

Tom rarely talks about himself.

Nadir paraları toplamak hoşuma gidiyor.

I enjoy collecting rare coins.

Çocuklarım çok nadir dışarı çıkar.

My children rarely go outside.

Bunun çok nadir olduğunu düşünüyorum.

I think this is very rare.

Bu nadir kitaplarla nasıl geldin?

How did you come by those rare books?

Bu nadir pulu bulmak zordur.

This rare stamp is hard to come by.

O nadir bir yaralanma değil.

- It's not an uncommon injury.
- It isn't an uncommon injury.

Tom çok nadir Fransızca konuşur.

- Tom very seldom speaks French.
- Tom very rarely speaks French.

Hazır kahve çok nadir içerim.

I very seldom drink instant coffee.

Bunların nadir ve değerli çıktıları olacaktır

that produce outcomes that are rare and valuable,

O elementler tablosunun altındakiler nadir elementler.

The elements at periodic table below are rare.

Ama böyle şeyler buralarda nadir görülmez.

But it's not uncommon to find this sort of thing out here.

Ama böyle şeyler buralarda nadir görülmez.

But it's not uncommon to find this sort of thing out here.

...nadir rastlanan bir vaha tespit ediyor.

reveal a rare oasis.

Sağduyu nadir ve önemli bir erdemdir.

Discretion is a rare and important virtue.

O mağazada nadir bir pul buldum.

I found a rare stamp at that store.

O mağazada nadir bir pula rastladım.

I came upon a rare stamp at that store.

O çok nadir ve paha biçilmezdir.

It's very rare and priceless.

Akvaryumda bir hayli nadir balık var.

There are many rare fish at the aquarium.

Bu çok, çok nadir bir sorun.

This is a very, very rare problem.

Uzun süredir aradığım nadir baskıyı buldum.

I found the rare edition that I've been looking so long for.

Tom onun çok nadir olduğunu söyledi.

Tom said that's very uncommon.

Onunla ilgili nadir bir şey yok.

There's nothing uncommon about this.

Tom'un çok nadir ev ödevi vardır.

Tom very seldom has homework.

Tom'un yüzü artık çok nadir gülüyor.

Tom very seldom smiles anymore.

şu anda oldukça nadir bir şeye bakıyorsunuz.

that right now, you're actually looking at something quite rare.

Fakat sessizlik, bugünlerde oldukça nadir bir şey

But silence is a pretty rare commodity these days,

Amerika'dakilere nazaran japon evlilikleri çok nadir biter.

Compared with those in America, Japanese marriages rarely end in divorce.

Biz kaza nedeniyle nadir bir durumla karşılaştık.

We were faced with an unusual situation because of the accident.

Çok nadir, kırk yılda bir, kiliseye gider.

He seldom, if ever, goes to church.

Söylemeye gerek yok, hırsızlık nadir bir olaydı.

Needless to say, theft was a rare occurrence.

Mutfaktaki bir adam, oldukça nadir bir görüntüdür.

A man in the kitchen is quite an uncommon sight.

Donan yağmur oldukça nadir bir meteorolojik olaydır.

Freezing rain is a rather rare meteorological phenomenon.

Benim için bu nadir kitabı bulabilir misin?

Can you obtain this rare book for me?

Araraquara'da nadir bir Amerikan papağanı satın aldım.

I bought a rare macaw in Araraquara.

Tom nihayet istediği nadir pul ele geçirdi.

Tom finally got hold of the rare stamp he wanted.

Amerikalıların halk içinde öpüşmesini görmek nadir değildir.

- It's not uncommon to see Americans kissing in public.
- It isn't uncommon to see Americans kissing in public.

O, dürüst bir politikacının nadir bir örneğiydi.

He was a rare example of an honest politician.

Tom bir yere yürüyerek çok nadir gider.

Tom rarely ever walks anywhere.

Tom'un nadir görülen bir cilt hastalığı var.

Tom has a rare skin condition.

Çoğunluğa göre bu oldukça nadir bir deneyimdir.

For most of them, this is quite a rare experience.

Mahrum bıraktı ve bizim uzayın nadir kişiler, zenginler

have actually excluded many people from the benefits of space

Bugünkü kızların sanki erkekmiş gibi konuşmaları nadir değildir.

It is not rare for girls today to talk as if they were boys.

Onun evinin yanında oturuyorum fakat onu nadir görüyorum.

I live near her house, but I seldom see her.

Sana çok nadir bulunan bir şey vermek istiyorum.

I want to give you something rare.

Mutlu insanların ne kadar nadir olduğunu fark ettim.

I realized how rare happy people were.

Onun kadar başarılı bir dansçıyı çok nadir görürüm.

Rarely have I met such a graceful dancer.

Bu hastalık nadir bir genetik mutasyon tarafından oluşur.

This disease is caused by a rare genetic mutation.

Bu hiç nadir değil. Aslında o çok yaygın.

- It's not at all uncommon. In fact, it's very common.
- It isn't at all uncommon. In fact, it's very common.

Başkan Tom Jackson nadir olarak toplum içinde görünür.

President Tom Jackson rarely appears in public.

Ben ikinci el kitapçıda nadir bir kitapla karşılaştım.

I ran across a rare book in a secondhand bookstore.

Nadir oldukları için, pandalar bir dünya hazinesi oldu.

Because of their rarity, pandas have become a world treasure.

Bu kitapçı özellikle eski ve nadir kitaplarla ilgileniyor.

This bookstore deals exclusively in old and rare books.

- Biftekten nadir olarak hoşlanıyorum, ama bu kadar nadir değil.
- Bifteği az pişmiş severim ama bu kadar az pişmiş değil.

I like steak rare, but not this rare.

- Bu sıradışı.
- Bu çok nadir.
- O olağanüstü.
- Bu fevkalade.

- That's extraordinary.
- That's excellent.

Dentiste sık sık gittiği için çok nadir diş ağrısı çeker.

She visits the dentist on a regular basis, so she seldom gets toothaches.

- Bu nadir bir sorun mudur?
- Bu ender bir problem midir?

Is this a rare problem?

Nadir ekim güneşi ışığında ahşap çitte bir çiftlik kedisi yatıyordu.

A farm cat slept on the wooden fence in the rare October sunlight.

Sık ya da nadir görülen nörolojik sendromlara fonksiyonel tıp yaklaşımı ile

A Functional Medicine Approach to Common and Uncommon Neurological Syndromes,

Dünyada şişmanlığın nadir olduğu tek bölge Afrika'da Sahra çölünün güney kısmıdır.

The only remaining region in the world where obesity is uncommon is sub-Saharan Africa.