Translation of "Imkânsız" in English

İmkânsız.

Impossible.

Tamiri imkânsız.

It's completely beyond repair.

Fiziksel olarak imkânsız.

Physically impossible.

Onu yapmak imkânsız.

It is impossible to do it.

Seni sevmemek imkânsız.

It's impossible not to love you.

- Ben 'imkânsız' sözcüğünü bilmiyorum.
- Ben 'imkânsız' kelimesini bilmiyorum.

I don't know the word 'impossible'.

- Bunun imkânsız olduğunu bilmelisin.
- Bunun imkânsız olduğunu bilmelisiniz.

- You should know that's impossible.
- You should know that that's impossible.

Kulağa imkânsız mı geliyor?

Seems far-fetched?

- Muhtemelen kazanamazsın.
- Kazanman imkânsız.

You can't possibly win.

Bunun imkânsız olduğunu biliyorum.

I know it's impossible.

Ben 'imkânsız' sözcüğünü bilmiyorum.

I don't know the word 'impossible'.

- Bu sorunu çözmek hemen hemen imkânsız.
- Bu sorunu halletmek neredeyse imkânsız.

It's almost impossible to work out this problem.

Yani bir şeyi araştırmak imkânsız.

so it's impossible to research anything.

- Ben muhtemelen kalamam.
- Kalmam imkânsız.

I can't possibly stay.

Bence onun sorunu çözmesi imkânsız.

I think it's impossible for him to solve the problem.

- Nehri yüzerek geçmek imkânsız. Çok geniş!
- Yüzerek geçmek imkânsız. Nehir çok geniş.

It's impossible to cross the river by swimming. It's too wide!

Eğer inanırsan hiçbir şey imkânsız değildir.

Nothing is impossible if you believe.

İmkânsız gibi görünen bir yarışın eşiğinde

And in the face of a seemingly impossible challenge,

Yumurtalar arka tarafta, karanlıkta. Görülmeleri imkânsız.

The eggs are laid right in the back, in the dark. It's impossible to see them.

Allen'e çözülmesi imkânsız bir problem verilmişti.

Allen was given a problem that was impossible to solve.

150 yaşına kadar yaşamak imkânsız mı?

Is it impossible to live to be 150?

Ya da para olmazsa imkânsız olan hayaller,

or a dream that is impossible without money

Fiziksel olarak bunun imkânsız olduğunu bilsem de,

Even if I know that it's impossible physically

Bu durumda kuru ağaç bulmak neredeyse imkânsız.

In these conditions it's almost impossible to find dry fire wood.

Benim için bu kadar hızlı koşmak imkânsız.

Running so fast is impossible for me.

Zoru hemen başarırız, imkânsız biraz zaman alır.

The difficult we do at once. The impossible takes a little longer.

İkiz Jackson kardeşleri birbirinden ayırt etmek imkânsız.

It's impossible to tell the Jackson twins apart.

İmkânsız gibi görünüyor, daha önce bunu kimse yapmadı,

Seems impossible, no one's done this before,

- O muhtemelen çalışamaz.
- Çalışma ihtimali yok.
- Çalışması imkânsız.

It can't possibly work.

Bu sebeple, "asla, imkânsız" sözlerini ortadan kaldırmaya karar verdim.

So I decided to eliminate the phrase "It's impossible, anyway."

İstatistiksel olarak pek olası değil, ama imkânsız da değil.

That's statistically unlikely, but not impossible.

"Asla, imkânsız" tipi insanlar da en başından itibaren bunları bilmiyordu.

People are not born knowing this phrase.

Ister kabul et, ister etme gibi imkânsız bir duruma sokulursunuz.

you are put in an impossible take-it-or-leave-it position.

Her ne kadar onunla arkadaş kalmaya çalıştıysam da, bu imkânsız görünüyordu.

I tried to stay on friendly terms with her, but it was impossible.

İmkânsız olanı başaramayız, ama en azından bize işaret fişeği olmuş olur.

- We cannot achieve impossible things, but they act as a beacon for us.
- We cannot achieve the impossible, but it serves us as a beacon.

- Muhtemelen artık kalamam.
- Artık kalmam imkânsız.
- Daha fazla kalmama imkân yok.

I can't possibly stay any longer.

- Olanaksız kelimesinin ne anlama geldiğini bilmem.
- İmkânsız kelimesi benim lügatimde yoktur.

I don't know what the word 'impossible' means.

- Onun imkansız olduğunu biliyorum.
- Bunun imkânsız olduğunu biliyorum.
- Bunun mümkün olmadığını biliyorum.

- I know it's impossible.
- I know it's not possible.
- I know that's impossible.
- I know that that's impossible.

Bu hayvan, bulunması imkânsız olmayı öğrenmek için milyonlarca yılını harcadı. Ahtapot izlerinin görünüşünü öğrenmem gerekiyordu.

This animal has spent millions of years learning to be impossible to find. I had to learn what octopus tracks looked like.