Translation of "Fark" in Arabic

0.024 sec.

Examples of using "Fark" in a sentence and their arabic translations:

Fark nerede?

أين هو الفرق؟

Hiç fark etmez.

أو كم أجدت بتربية أبنائك.

Herkes fark etti.

- تم إعلام الجميع.
- تم إشعار الجميع.

Bu aramalar fark yaratacaktır.

نعلم أن هذا الحديث يحدث فرق.

Fark etmeye başlayacağınız şey,

وستدرك أنك

Fark etmiş olabileceğiniz gibi,

ربما قد لاحظت

Kokuyu hemen fark ettim.

ارتطمت بي الرائحة أولًا.

Hiçbir fark olmadığını gösteriyor.

هو أنه لا يوجد فَرق على الإطلاق.

Kapibaralar onu fark etti.

‫أدركت خنازير الماء ما يحاول فعله.‬

Arada fark mı var?

هناك فرق؟

1000 km fark var

هناك فرق 1000 كم

Gerçek olmayabileceğini fark ettim.

بأن الواقع ليس حقيقياً بالفعل.

Köpek balığını... ...fark ettim.

‫لاحظت...‬ ‫سمكة القرش.‬

Önündeki kavşağı fark etmedi.

- لم يلحظ الطريق العلوي أمامه.
- لم يلحظ التقاطع العلوي أمامه.

Benim için fark etmez.

هذا لا يهم.

Sami onu fark etti.

تفطّن سامي لهذا.

Ya da düşünmeyin, fark etmez.

أو لا تفكر، لا مانع لدي

Aralarındaki fark şu, doğrulama yanlılığında

الاختلاف بينهم هو، أنه في الانحياز التأكيدي،

Tek fark şu ki, nöronlarda

باستثناء العصبونات،

Söylediği şeyleri anladığımı fark ettim.

وأدركت أنني فهمت ما كانت تقوله،

Kelimelerin aklınıza yerleştiğini fark edeceksiniz

ستجد أن الكلمات ستبدأ بالثبات في ذهنك،

Fark etsek de etmesek de

وسواء كنّا نلاحظ ذلك أو لا،

Cankurtaran beni fark edip kurtarabilirdi.

لأنتبه الحارس وأتى لإنقاذي.

Ilginç bir şey fark ettim.

لاحظت شيئاً مثيراً يحدث

Evindeki bir bölümü fark ettim,

لاحظت زاوية في منزلها

Ve böyle şeyleri fark ederim.

وأستطيع أن ألاحظ هذه الأمور.

Kendi yolunuzdaki sorunları fark etmiyorsunuz

لا تستطيع إدراك المشاكل التي تعيق طريقك،

Fakat biz bunu fark edemeyiz.

لكننا لا نستطيع أن ندرك ذلك.

Ama sonra fark ediyorsun ki

‫لكن بعد ذلك تدرك‬

Leyla yaptığı hatayı fark etti.

تفطّنت ليلى للخطأ الذي قامت به.

Bir öğrencimin notu olduğunu fark ettim.

وجدت أنها ملاحظة تركها لي أحد طلابي،

Bir değişimin olduğunu fark etmiş olabilir.

إلى التحول الذي حصل.

Gelişiminde başlıca engel olduğunu fark ettim.

هو أنماط المرونة العصبية تتنوع من شخص لاخر.

Kariyer hayatımda ilk fark ettiğim şey

الشيء الذي أدركته في بداية مسيرتي المهنية في المجال غير الربحي

çoğu zaman hayatla ölüm arasındaki fark.

هو مسألة تتعلق أكثر بالحياة منه بالموت.

Plastik cerrahi trendini fark ettiniz mi?

هل لاحظتم موضة عمليات التجميل؟

Önemli bir şeyler bulduğumu fark ettim.

لقد أدركت أنني وجدت شيئاً مهماً.

Bu ateş büyük bir fark yaratıyor.

‫هذه النار تصنع فرقاً كبيراً.‬

Kalbinde ikinci fark edeceğiniz şey ruhunuzdur.

الأمر الثاني الذي تكتشفه هو روحك.

Hikayelerimi güldürmek için anlattığımı fark ettim.

أنني كنت أروي قصصي من أجل الضحك.

Yine de fark etmeden edemediğim şey

لا أزال لا أستطيع المساعدة، ولكن لاحظت

Fark ettiğiniz üzere boyum 1.82 m.

الآن، كما قد تكون لاحظت، فإن طولي 6 أقدام،

Beceremediklerinde de fark edilecek kadar büyükler.

‫وكبيرة كفاية لتُرى إن أخطأت.‬

Aslında bir şey yapabildiğimi fark ettim.

ولكن في حقيقةً أنني أستطيع أن أفعل شيئاً.

Bulunduğunu fark ettiğimde, ilgiden takıntıya dönüştü.

ومدى ضحالة البيانات التي تستخدم في اتخاذ القرارات الحاسمة.

fark etmez ben arabayı kullanırım dedi

قلت لا يهم ، سأقود

fark ettiniz mi direnci yüksekti hani

هل لاحظت أن المقاومة كانت عالية؟

Tom, Mary'ye aşık olduğunu fark etti.

أتضح لتوم أنه وقع في حبّ ماري.

Senin ve benim aramdaki fark budur.

هذا هو الفرق بيني وبينك

Bunun ve şunun arasındaki fark nedir?

ما الفرق بين هذا و ذاك؟

Leyla, Sami'nin hayatta olduğunu fark etti.

علمت ليلى أنّ سامي كان حيّا.

Sami, Leyla'nın ölü olduğunu fark etti.

علم سامي أنّ ليلى قد ماتت.

Sami, Leyla'nın onu sevmediğini fark etti.

علم سامي أنّ ليلى لم تكن تحبّه.

Benimsemem ve sahiplenmem gerektiğini böyle fark ettim.

أني يجب أن استردّ هذا الجسم والصورة التي تعكسني.

Bir ön yargınız olduğunu fark ettiğiniz zaman

على سبيل المثال: "أنا لا أحب الأشخاص النحيفين"،

Bunun fark yaratıp yaratmadığını merak etmeden yapamıyorum.

لا أستطيع مساعدته ولكني أتساءل إن كان هذا يحدث فرقا

Para bağışlamanın tek çözüm olmadığını fark ettim.

اكتشفت أن إعطاء المال ليس الحل الوحيد.

Kültürün onun lehine şekillendirildiğini fark etmesi olanaksız.

كيف أن الثقافة العامة تخدمه.

Ve aslında hiç Almanca konuşmadığımı fark ettim

ثم أدركت أنني لا أعرف أي شيء بالألمانية

3000 saat gözleyicisi arasındaki fark paha biçilemez.

و3,000 موظف آخر ممن يراقبون الساعة على مدار يوم العمل هو كل شيء.

Daha sonra hatamı fark ettiğim gün geldi.

وفي أحد الأيام، اكتشفت خطئي.

Fark etmez, kural ne olursa olsun aynı.

بغض النظر، المبدأ هو نفسه.

Bu programların nasıl bir fark yarattığını gördüm.

ولقد شاهدت كيف أن هذه البرامج يمكن أن تحدث تغييراً.

Hayatlarımızda fark yaratacak güce sahip olduğumuzu vurgular.

دون اللجوء إلى قوة خارجية.

Sonra kötü içgüdülerim olduğunu fark etmeye başladım,

ثم بدأت أن ألاحظ تلك دفعات لئيمة بداخلي

Bu ilk yılda birkaç şey fark ettim.

وفي خلال السنة الأولى بدأت أدرك عدة أشياء

Göreviniz, ben konuşurken olabilecek değişiklikleri fark etmek.

لذا مهمتكم أن تلاحظوا إن شعرتم بأي اختلاف بينما أنا اتحدث.

Yani çocukların orada oynadıklarını hiç fark etmemiştim."

ولذلك لم ألاحظ الأطفال يلعبون هناك."

Ama hiç fark etmez yine mahallecek oynardık

ولكن لا فرق في أننا سنلعب مرة أخرى

Ay'a iniş görüntüleriyle simülasyonun arasında fark yoktu

لم يكن هناك فرق بين صور الهبوط على القمر والمحاكاة

Hem yer değiştirse ne fark eder ki?

ما الفرق يهم إذا تغير مكانه؟

Yalnızca sivil nüfusu kazanarak olduğunu fark etti

إلا من خلال كسب السكان المدنيين .

Ama aşılmaz bir çizginin varlığını fark ediyorsun.

‫لكنك تدرك أن هناك خطًا لا يمكن تجاوزه.‬

Ormandaki bu parlak yeni şeyi fark etti.

‫إنها ترى ذلك الشيء الجديد اللامع في العشب.‬

Evlendim ve şimdi çocukluğumun bittiğini fark ediyorum.

تزوجت وأدركت الآن انني انهيت مرحلة الطفولة

Yavaş yavaş, kendi yazılarındaki iyileşmeyi fark edeceksin.

قليلًا قليلًا، ستلاحظ تحسنا في كتابتك.

Polis, Fadıl'ın arabasını sınırın yakınında fark etti.

رصدت الشّرطة سيّارة فاضل بالقرب من الحدود.

Fadıl, Leyla'nın hala hayatta olduğunu fark etti.

علم سامي أنّ ليلى كانت حيّة.

Ve alnımın üzerinde yumurta büyüklüğünde şişliği fark ettik.

لنرى انتفاخاً بحجم البيضة يبرز من جبهتي.

Ve o kokuya nasıl katkıda bulunduğumu fark etmemiştim.

من دون أن أعي أنا الآن مساهم في تلك الروائح البشعة.

Ve iki yarışma arasında şöyle bir fark var.

وهناك فرق بين المسابقتين.

140 kiloluk bir ölüm makinesi. Beni fark etmedi.

‫إنه بمثابة آلة قتل وزنها 135 كلغ.‬ ‫لم يرني.‬

UV ışığını tuttuğumda nasıl fark ettiğine bakın. Bum.

‫انظر إلى الفرق ‬ ‫عندما أسلط عليه الأشعة فوق البنفسجية.‬ ‫رائع.‬

Nasıl yaşayacağım hakkında hiçbir fikrim olmadığını fark ettim.

أدركت أنني ليس لدي أي فكرة عن خوض الحياة.

Dolayısıyla liderlik kapasitelerinin olduğunu fark etmeleri çok zor.

بالتالي، يصعب عليهن إدراك القدرات القيادية التي يمتلكنها.

Kullanıcılarında güven ve bağlılık tesis edebileceğini fark etmeli.

فبذلك يمكنها بناء الثقة والولاء مع مستخدميها.

Bilgisayarlar bizim evimize girdi. Yahu fark eder mi

دخلت أجهزة الكمبيوتر منزلنا. هل يلاحظ

Fakat Albert Einstein bunun doğru olmadığını fark etti

لكن ألبرت أينشتاين أدرك أن هذا لم يكن صحيحًا

Başta çok sinir bozucuydu. Fark etmesi çok zor.

‫وكان ذلك محبطًا جدًا في البداية.‬ ‫من الصعب جدًا تمييزها.‬

Bir şekilde önündeki şeyin tehlikeli olmadığını fark ediyor,

‫بطريقة ما، تدرك بأني لا أمثّل خطرًا عليها،‬

Bana ne kadar çok şey öğrettiğini fark ettim.

‫وعندها أدركت كيف كانت تعلّمني الكثير.‬

Senin gibi güzel bir kız kesinlikle fark edilir.

فتاة حسناء مثلك حتما تكون قد لوحظت.

Şimdi bunları yaptıktan sonra, gerçekten şunu fark ettim:

الآن بعد فعل هذه الأشياء، في الحقيقة أدركت الآتي:

Belki başarılı da olabilirdim ama bir fark yaratamazdım,

يمكن أن أصبح ناجح ولكن لن أحدث فرق،

Onları görmemiz ve fark etmemiz için ne yapmamız gerekir?

قبل أن يصبحوا إما ضحايا أو مرتكبين للعنف؟

Kıdemli subayının kritik bir hata yapmış olabileceğini fark ediyor.

يلاحظ بأن الضابط المسؤول عنه يبدو وكأنه قد اتخذ قراراً خاطئاً.

Bu yüzden zamanınızı iyi kullanın, fark etmeden geçip gider.

لذا استغل وقتك جيداً، سيمضي قبل أن تدرك.

Oradan çıkabileceklerini ve dünyayı değiştirebileceklerini fark etmek de öyle.

وأن باستطاعتهن الخروج وتغيير العالم.