Translation of "Solange" in Turkish

0.026 sec.

Examples of using "Solange" in a sentence and their turkish translations:

- Solange es Leben gibt, gibt es Hoffnung.
- Solange man lebt, solange besteht Hoffnung.

- Yaşam olduğu sürece umut da olacaktır.
- Hayat varken ümit vardır.
- Hayat varken umut var.

- Solange es Leben gibt, gibt es Hoffnung.
- Solange man lebt, solange besteht Hoffnung.
- Solange es Leben gibt, gibt es auch Hoffnung.

Yaşam olduğu sürece umut da olacaktır.

Solange unsere Gründe dafür,

İyi bir gün geçirmemize dair

Hoffe, solange Du lebst!

Yaşarken umut et.

Denn solange wir das tun,

Bunu yaptığımız sürece,

solange wir unsere Vorsichtsmaßnahmen treffen

yeter ki biz önlemimizi alalım

Sei still, solange wir essen!

Biz yemek yerken sessiz ol.

Solange ich schreibe, lebe ich.

Yazdığım sürece yaşıyorum.

Iss, solange es heiß ist!

Sıcakken yiyin.

Warum warst du solange dort?

Neden bu kadar uzun süre oradasın?

Solange ich atme, hoffe ich.

Nefes aldığım sürece umudumu yitirmeyeceğim.

Man verzeiht, solange man liebt.

Biri yaşadığı sürece bağışlar.

Man lernt, solange man lebt.

Yaşadığın sürece öğrenirsin.

Man hofft, solange man lebt.

Biri yaşadığı sürece umar.

Schnell, solange der Adler fort ist.

Çabuk, hazır kartal gitmişken!

Solange wir die Menschen nicht verwöhnen

Yeter ki biz insanoğlu bozmayalım

Hau ab, solange du noch kannst.

- Çıkabiliyorken çık.
- Daha imkanın varken uzaklaş.

Solange wir leben, müssen wir arbeiten.

Yaşadığımız sürece çalışmak zorundayız.

Tu es, solange du noch kannst!

Yapabiliyorken bunu yap.

Solange ich lebe, erzähle niemandem davon!

Yaşadığım sürece kimseye bundan bahsetme.

Der Mensch hofft, solange er lebt.

Adam yaşadığı sürece umar.

- Alles ist gut, solange es keine Probleme gibt.
- Solange kein Problem auftritt, ist alles bestens.

Henüz bir problem oluşmadığından, her şey iyi.

- Nie, solange ich lebe, werde ich dir verzeihen!
- Nie, solange ich lebe, werde ich euch verzeihen!
- Nie, solange ich lebe, werde ich Ihnen verzeihen!

Yaşadığım sürece seni asla affetmeyeceğim.

- Man soll das Eisen schmieden, solange es heiß ist.
- Man muss das Eisen schmieden, solange es heiß ist.
- Man muss das Eisen schmieden, solange es glüht.

Demir tavında dövülür.

Und solange unsere Antwort auf die Frage

Daha önce sorduğumuz,

solange man sich an die Gesetze hält.

her zaman koruyacağını düşünürsünüz.

Solange man nicht zu sehr daran riecht...

Çok koklamadığınız sürece...

Solange ich denken kann, wurde mir vorgeschrieben,

Şimdi, hatırladığım kadarıyla, büyüdüğüm zaman ne tür bir

Und es wird beobachtet, solange es weitergeht

ve devam ettiği sürece de izlenecek

Genieße das Leben, solange du es kannst!

Çıkarabilirken hayatın tadını çıkarın.

Solange ihn niemand ansprach, sagte er nichts.

O konuşulmazsa, konuşmadı.

Ich werde dich unterstützen, solange ich lebe.

Yaşadığım sürece sana destek olacağım.

Rede nicht übers Geschäft, solange wir essen.

Yemek yerken işten bahsetme.

Alles ist möglich. Solange du Hoffnung hast.

Her şey mümkün olabilir. Yeter ki içinde umut olsun.

- Das ist mir gleich, solange Sie nur glücklich sind.
- Es ist mir egal, solange du glücklich bist.

Sen mutlu olduğun sürece umurumda değil.

- Mach das besser nicht, solange Tom hier ist.
- Machen Sie das besser nicht, solange Tom hier ist.

Tom buradayken bunu yapmasan iyi olur.

- Man soll das Eisen schmieden, solange es heiß ist.
- Man muss das Eisen schmieden, solange es heiß ist.

Demir tavında dövülür.

Und solange der Druck in diese Richtung verläuft,

Basınç bu tarafa doğru gidiyor.

Solange das Feuer während der Nacht nicht ausgeht,

Bu ateşin gece boyunca yanmasını sağlayabilirsem

Solange niemand davon erfährt, ist es in Ordnung.

Onun hakkında hiç kimse öğrenmediği sürece sorun değil.

Man muss das Blümchen pflücken, solange es blüht.

Yağmur yağarken küpü doldurmak gerek.

Solange ich lebe, werde ich ihn niemals vergessen.

Yaşadığım sürece onu asla unutmayacağım.

Iss es bitte, solange es noch heiß ist.

Lütfen hâlâ sıcakken onu ye.

Solange du jung bist, solltest du viel lesen.

Gençken çok okumalısın.

- Bauen wir das Zelt auf, solange es noch hell ist.
- Schlagen wir das Zelt auf, solange es noch hell ist!

Hâlâ ışıkken çadırı kuralım.

Okay, versuchen wir es! Solange der Adler fort ist.

Pekâlâ, hadi deneyelim! Çabuk, hazır kartal gitmişken!

Man muss das Eisen schmieden, solange es heiß ist.

Demiri sıcakken dövmelisin.

Lasst uns essen, solange das Essen noch warm ist.

Yemek hâlâ sıcakken yiyelim.

Es soll dir an nichts fehlen, solange ich lebe.

Ben sağken hiçbir şeye muhtaç olmayacaksın.

Der Kommunismus wird nie erreicht werden, solange ich lebe.

Yaşadığım sürece komünizme asla ulaşılmayacak.

Nicht aussteigen, solange das Fahrzeug noch in Bewegung ist!

Araç hareket halindeyken inme.

Die Methoden waren Tom egal, solange es erledigt würde.

Tom o yapıldığı sürece onun nasıl yapıldığını umursamadı.

Die Türkei ist schön, solange man den Mund hält.

Türkiye, ağzını kapalı tuttuğun sürece güzeldir.

Du kannst hier bleiben, solange du dich ruhig verhältst.

- Sessiz kaldığın sürece burada kalabilirsin.
- Sessiz durduğun sürece burada kalabilirsin.

Solange Tom denken konnte, waren seine Eltern übergewichtig gewesen.

Tom'un hatırlayabildiği kadarıyla, anne ve babası kiloluydu.

Solange wir uns lieben, wird es uns gut gehen.

Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

Wir können hierbleiben, solange unsere Nahrungsmittel- und Wasservorräte ausreichen.

Yiyecek ve su kaynaklarımız dayandığı sürece burada kalabiliriz.

Solange die Theologen reden, hat Gott nichts zu sagen.

Teologlar konuşurken Tanrı'nın söyleyecek bir şeyi olmaz.

- Ich werde nicht dein Freund sein, solange du mich so behandelst.
- Solange ihr mich so behandelt, werde ich nicht eure Freundin sein.
- Ihr Freund werde ich nicht sein, solange Sie mich auf diese Weise behandeln.

Bana böyle davrandığın sürece senin arkadaşın olamam.

Du kannst dieses Buch leihen, solange du es sauber hältst.

Bu kitabı temiz tuttuğunuz sürece ödünç alabilirsiniz.

Du darfst draußen spielen, solange du auf dem Hof bleibst!

Dışarı çıkabilirsin ve avluda kaldığın sürece oynayabilirsin.

Ich will keine Glatze bekommen, solange ich noch jung bin.

Daha gençken kel olmak istemiyorum.

Du solltest das hier essen, solange es noch warm ist.

Hâlâ sıcakken bunu yemelisin.

Wir können weiterspielen, solange wir nicht zu viel Lärm machen.

Çok gürültü yapmadığımız sürece oynamaya devam edebiliriz.

Ich passe auf dein Kätzchen auf, solange du weg bist.

Sen yokken yavru kedinle ilgileneceğim.

Tom hat sich, solange wie er konnte, am Seil festgehalten.

Tom ipi elinden geldiği kadar uzun süre tuttu.

Du hättest gehen sollen, solange du die Chance dazu hattest.

Şansın varken gitmeliydin.

Solange dein Zimmer nicht aufgeräumt ist, gehst du nirgendwo hin.

Odan temiz olana kadar hiçbir yere gitmiyorsun.

Schlagen wir das Zelt auf, solange es noch hell ist!

Hala ışıkken çadırı kuralım.

Oder solange wir ihnen die Schuld geben, wenn wir unglücklich sind,

veya mutsuz olduğumuz zaman suçu onlara yüklediğimiz sürece

solange ich immer noch glaubte, was das System von mir dachte.

sistemin hakkımda düşündüğü şeyi değiştiremezdim.

Solange du dich ruhig verhältst, kannst du in diesem Zimmer bleiben.

Sessiz olduğun sürece bu odada kalabilirsin.

Lies so viele Bücher wie du kannst, solange du jung bist.

Gençken elinizden geldiğince çok kitap okuyun.

Lies so viele Bücher, wie du kannst, solange du Student bist.

Bir öğrenciyken okuyabildiğin kadar çok kitap oku.

Technik an sich ist bedeutungslos, solange sie nicht der Menschheit dient.

Teknoloji insanlığa hizmet etmedikçe kendi içinde anlamsızdır.

Mein Hund beißt dich nicht, solange du es nicht darauf anlegst.

Köpeğim sizi ısırmayacak, siz bunu istemedikçe.

Tom will niemanden in seinem Zimmer haben, solange er weg ist.

Tom uzaktayken odasında hiç kimseyi istemiyor.

Solange ich lebe, werde ich mich an den heutigen Tag erinnern.

Yaşadığım sürece bugünü unutmayacağım.

Ich muss die Wäsche machen, solange die Sonne noch da ist.

Hava güneşliyken çamaşır yıkamak zorundayım.

Ich werde mich um das Kind kümmern, solange du weg bist.

Sen yokken çocuğuna bakacağım.

Solange du unter meinem Dache wohnst, lebst du nach meinen Regeln!

- Kanatlarımın altında olduğun sürece benim kurallarıma göre yaşayacaksın.
- Bu çatı altında olduğun sürece benim kurallarımla yaşayacaksın.

Kinder mögen sich, solange sie von den Eltern nichts anderes lernen.

Çocuklar birbirlerini severler ta ki, anne ve babalarından aksi bir şey öğrenmedikleri sürece.

- Wir müssen arbeiten, solange wir leben.
- Wir müssen das ganze Leben arbeiten.

Yaşadığımız kadar çalışmalıyız.

Ich kann nicht arbeiten, solange all diese nutzlosen Anrufe bei mir eingehen.

Bütün bu faydasız aramalar ile katiyen çalışamam.

Mein Vater will, dass ich im Ausland studiere, solange ich jung bin.

Babam, ben gençken yurtdışında eğitim görmemi istiyor.

Niemand wird an dich glauben, solange du selbst nicht an dich glaubst.

Sen kendine inanıncaya kadar hiç kimse sana inanmayacak.

Solange Sie mich nicht offen fragen, wie können Sie mich da verstehen?

Bana açık açık sormadıkça beni anlayabilir misiniz?

Der Google-Übersetzer liefert recht gute Übersetzungen, solange die Sätze kurz sind.

Cümleler kısa olduğu sürece Google Çeviri oldukça iyi çeviri sunar.

Warum wartest du nicht im Auto, solange ich in den Laden gehe?

Ben mağazaya girerken sen neden arabada beklemiyorsun?

Du kannst die Heizung nicht abdrehen, solange wie das System in Betrieb ist.

Sistem çalıştığı sürece ısıtmayı kapatamazsın.

- Ende gut, alles gut.
- Alles ist gut, solange es ein gutes Ende hat.

İyi biten her şey iyidir.

Tom muss eine elektronische Fußfessel tragen, solange er auf Kaution in Freiheit ist.

Tom, kefaletle çıktığı sırada ayak bileği monitör bileziği takmak zorundadır.

Solange du mir nicht alles ganz von Anfang an erzählst, vertraue ich dir nicht.

Bana her şeyi en başından anlatmadıkça sana güvenmeyeceğim.

- Iss deine Suppe, solange sie heiß ist!
- Iss deine Suppe, bevor sie kalt wird.

Sıcakken çorbanı ye.

Solange du keinen Beleg für deine Behauptungen hast, werde ich dieses Gespräch nicht führen.

İddiaların için bir kanıtın olmadığı sürece ben bu konuşmayı yapmıyorum.