Translation of "Sıkıntı" in English

0.015 sec.

Examples of using "Sıkıntı" in a sentence and their english translations:

Sıkıntı olağandır.

Boredom is commonplace.

Sıkıntı olmayacaktır.

There shouldn’t be any issues.

Hiçbir sıkıntı olmayacaktı

there would be no trouble

Bir sıkıntı istemiyoruz.

We don't want any trouble.

Biraz sıkıntı içindeyim.

I'm in a bit of trouble.

Sıkıntı yaşadığını duyduk.

We heard that you had trouble.

Burada sıkıntı yaşayacağız.

We're going to have trouble here.

Sıkıntı değil güzel kardeşim

not a problem beautiful brother

Sıkıntı en iyi okuldur.

Adversity is the best school.

Bu dünyada sıkıntı yaşayacaksın.

In this world you will have trouble.

Tom oldukça sıkıntı yaşadı.

Tom has been through quite an ordeal.

Cümlede bir sıkıntı göremedim.

The sentence seems fine to me.

Tom gerçek bir sıkıntı.

- Tom is a real nuisance.
- Tom is really annoying.

Demin dediğim sıkıntı yaşanmıyor.

and the problems I talked about go away.

İçeri girmekte sıkıntı yaşadım.

I had a hard time getting in.

Fransızca dilbilgisinden sıkıntı çekiyorum.

I'm having a hard time with French grammar.

Sıkıntı tüm kötülüklerin başlangıcıdır.

Boredom is the beginning of all vices.

Hasta halüsinasyonlardan sıkıntı çekiyor.

The patient suffers from hallucinations.

Kararımı vermekte sıkıntı yaşadım.

I had trouble making up my mind.

İçimde bir sıkıntı var.

I have a bad feeling.

Tom birçok sıkıntı içinde.

Tom is in lots of trouble.

Tom bana sıkıntı verdi.

Tom gave me a hard time.

Tom genellikle sıkıntı çeker.

Tom often gets into trouble.

Park etmede sıkıntı yaşadım.

I had trouble parking.

Hata yapmak sıkıntı değildir.

- It's okay to make mistakes.
- It's OK to make mistakes.

Sıkıntı yarattığı dönem bitti.

His troublemaking days are over.

- Ayağındaki sıkıntı devam ediyor mu?
- Ayaklarındaki sıkıntı devam ediyor mu?

Are you still having foot problems?

O zaman paraca sıkıntı çekiyorduk.

We were all running short of money then.

Savaş, tarih boyunca sıkıntı üretti.

War has produced famine throughout history.

Sıkıntı yok, her şey kazanç.

No pain, all gain.

Size bir sıkıntı vermek istemiyoruz.

We don't want to cause you any trouble.

Bir sıkıntı varsa beni arayın.

Call me if there's any trouble.

O yeri ararken sıkıntı çekmişler

They had trouble finding the place.

Buna inanmakta hiçbir sıkıntı görmüyorum.

I don't have any trouble believing that.

O bana aşırı sıkıntı veriyor.

That gives me the heebie jeebies.

Mortgage borcumdan dolayı sıkıntı çektim.

I suffered from my mortgage loan.

Çocuğu yatağa koyarken sıkıntı çektim.

I had a hard time putting the kid to bed.

Herhangi bir sıkıntı içinde misin?

Are you in any difficulty?

Hislerim hakkında konuşmakta sıkıntı yaşıyorum.

I have trouble talking about my feelings.

Tom'un okulda sıkıntı yaşadığını duydum.

I heard Tom was having problems at school.

Bana daha fazla sıkıntı verme.

Don't give me any more trouble.

Her zaman bol sıkıntı vardır.

There's always plenty of trouble.

O gerçek sıkıntı anlamına gelebilir.

That could mean real trouble.

Hiçbir sıkıntı sonsuza dek sürmez.

No adversity lasts forever.

Tom arabasıyla çok sıkıntı çekiyor.

Tom is having a lot of trouble with his car.

Bu bizim için sıkıntı değil.

It's no problem for us.

Onlar bize çok az sıkıntı verdi.

They gave us very little trouble.

O yıllardır sırt ağrısından sıkıntı çekiyor.

He's been having trouble with back pain for years.

Böyle bir sıkıntı olduğum için üzgünüm.

I'm sorry to be such a bother.

Tom kazancını giderine yetiştirmekte sıkıntı yaşıyor.

Tom has trouble making both ends meet.

Tom bu yeri bulmada sıkıntı yaşadı.

Tom had trouble finding this place.

Tom bana herhangi bir sıkıntı vermedi.

Tom didn't give me any trouble.

Tom yürümekte sıkıntı yaşıyor gibi görünüyor.

Tom seems to have trouble walking.

Sana herhangi bir sıkıntı vermek istemiyorum.

- I do not want to cause you any trouble.
- I don't want to cause you any trouble.

Japonya her yıl kasırgalardan sıkıntı çeker.

Japan suffers from typhoons every year.

Sami okulda herhangi bir sıkıntı yaşamadı.

Sami didn't get into any trouble at school.

- Bana göre normal.
- Bence sıkıntı yok.

It looks OK to me.

Tom iş bulmakta çok sıkıntı yaşıyor.

Tom is having a lot of trouble finding a job.

Sanatçının sıkıntı çeken bir sanatçı olması beklentisindeyiz.

We almost expect the artist to be a struggling artist.

Biraz daha bilgelikle, o, sıkıntı içinde olmazdı.

With a little more wisdom, he would not have got in trouble.

- Hiçbir problem yok.
- Sıkıntı yok.
- Problem yok.

- There isn't any problem at all.
- There's no problem.
- There is no problem.

O, otele giden yolu bulmada sıkıntı çekti.

He had trouble finding his way to the hotel.

Tom, Mary'ye anlatmak için asla sıkıntı çekmedi.

Tom never bothered to tell Mary.

- Asıl sorun şu ki.
- Sıkıntı şurada ki.

There's the rub.

O, bacaklarındaki zayıf kan dolaşımından sıkıntı çekiyor.

He suffers from poor blood circulation to his legs.

Bu yeri bulmada hiç sıkıntı yaşadın mı?

Did you have any trouble finding this place?

Nefes almada sıkıntı çektiği için atı vurdum.

I shot the horse because it had trouble breathing.

Ben İngiltere'deyken İngilizce konuşmakta büyük sıkıntı yaşadım.

When I was in England, I had great difficulty trouble in speaking English.

Yeri bulmakta herhangi bir sıkıntı çektin mi?

Did you have any trouble finding the place?

Penguenler uçmayı öğrenirlerse ciddi sıkıntı içinde oluruz.

If penguins ever learn to fly, we'll be in serious trouble.

Tom ciddi bir sıkıntı içinde olduğunu biliyordu.

- Tom knew that he was in serious trouble.
- Tom knew he was in serious trouble.

Sami pek çok başarısız ilişkiden sıkıntı yaşadı.

Sami suffered from many failed relationships.

Park edecek bir yer bulmak sıkıntı olabilir.

Finding a place to park might be a problem.

Bu konuda bir sıkıntı yok, tek şansımız bu.

it's OK, that's our only choice.

Dün gece otele dönüş yolumu bulmada sıkıntı yaşadım.

I had trouble finding my way back to my hotel last night.

Yeni başlayanlar her zaman bunu yapmada sıkıntı yaşar.

Beginners always have trouble doing this.

Serbest seçimlerle ilgili sıkıntı, nasıl sonuçlanacaklarını asla bilmezsiniz.

The trouble with free elections is that you never know how they are going to turn out.

Mağaza soygunculuğu benim için büyük bir sıkıntı oldu.

The convenience store robbery was a great inconvenience to me.

- İçimde kötü bir his var.
- İçimde bir sıkıntı var.

- I'm having a bad feeling.
- I have a bad feeling.

- Hiç sıkıntı değildi.
- Hiç sorun değildi.
- Hiç zahmet değildi.

It wasn't any trouble.

Gördüğünüz gibi bunu elle kodlamada bir sıkıntı olduğu ortada.

It's clearly problematic to code manually.

Karanlıktı, bu yüzden Tom cadde işaretini okumada sıkıntı çekti.

It was dark, so Tom had trouble reading the street sign.

Bildiğin gibi, işimi kaybettim, bu yüzden geçinmekte sıkıntı yaşıyorum.

As you know, I've lost my job, so I'm having trouble making ends meet.

Tom sana herhangi bir sıkıntı verirse hemen beni ara.

If Tom gives you any trouble, just call me.

Dürüst olmak gerekirse, onun konuşmaları her zaman bir sıkıntı.

To be honest, his talks are always a bore.

- Tom iş bulmakta zorlandı.
- Tom iş bulmakta sıkıntı yaşadı.

Tom had a hard time finding a job.

Fakat ek bir sıkıntı var herkes bunun dayısını bakan zannediyor

but there is an additional problem everybody thinks it is his uncle

Bir araştırmaya göre, dünyada bir milyar kişi yoksulluktan sıkıntı çekiyor.

According to a survey, 1 billion people are suffering from poverty in the world.

- Tom arkadaş edinmekte zorluk çekiyordu.
- Tom arkadaş bulmakta sıkıntı yaşadı.

Tom had a hard time making friends.

O bize çok sıkıntı verir, fakat yine de onu seviyorum.

He gives us a lot of trouble, but I like him all the same.

Para büyük bir sıkıntı: Ne onunla yaşayabilirsin ne de onsuz.

Money is a big bother: you can live neither with it nor without it.

- Tom sıkıntı çekiyor gibi görünüyor.
- Tom sorun yaşıyor gibi görünüyor.

- It seems like Tom is having trouble.
- It looks like Tom has gotten into trouble.

- Tom bunu yaparsa sıkıntı çıkabilir.
- Tom bunu yaparsa problem doğabilir.

- It may cause problems if Tom does that.
- It might cause problems if Tom does that.

Tom sıkıntı çekiyordu, bu yüzden ona yardım etmeyi kabul ettim.

Tom was having trouble, so I agreed to help him.

Tom ve Mary konuşmak için bir şey bulmada hiç sıkıntı çekmediler..

Tom and Mary never had trouble finding something to talk about.

- Para kazanmakla ilgili problemim yok.
- Para kazanmak benim için sıkıntı değil.

I have no problem making money.

O orada dört yıl kaldı. Onu büyük sevinç ve sıkıntı bekliyordu.

He remained there for four years. Great joy and distress awaited him.

Mary ve Tom'un denizde kaybolduklarını düşündük ama sonra sıkıntı parlaması gördük.

We thought Mary and Tom were lost at sea but then we saw the distress flare.

- Bir şeylerin yolunda gitmediğini hemen anlamıştım.
- Bir sıkıntı olduğunu anladım hemen.

I immediately knew something was wrong.

- Kendimi sıkıntı içinde bulduğumda o konuda bir çıkış yolu bulmaya çalışırım.
- Kendimi sıkıntı içinde bulduğumda o konudan kurtulmak için bir çıkış yolu bulmaya çalışırım.

When I find myself in trouble, I try to find a way to get out of it.