Translation of "Sobreviver" in Turkish

0.007 sec.

Examples of using "Sobreviver" in a sentence and their turkish translations:

- Tom vai sobreviver.
- Tom irá sobreviver.

Tom yaşayacak.

- Ele irá sobreviver.
- Ele vai sobreviver.
- Ele sobreviverá.

O, hayatta kalacak.

Nós podemos sobreviver

hayatta kalabiliriz

Eu vou sobreviver.

Ben hayatta kalacağım.

Ninguém vai sobreviver.

Hiç kimse hayatta kalmayacak.

Eles irão sobreviver.

Onlar hayatta kalacak.

Você vai sobreviver.

Hayatta kalacaksın.

Tom vai sobreviver.

Tom yaşayacak.

- Eu ensinei Tom a sobreviver.
- Ensinei Tom a sobreviver.

Tom'a nasıl hayatta kalacağımı öğrettim.

- Tom nunca vai sobreviver.
- Tom não vai sobreviver nunca.

Tom asla hayatta kalmayacak.

- Sobreviveremos.
- Nós vamos sobreviver.
- Nós sobreviveremos.
- A gente vai sobreviver.

Hayatta kalacağız.

Terão de sobreviver sozinhas.

Kendi başlarının çaresine bakacaklar.

E tentamos sobreviver caçando

ve avlanarak hayatta kalmaya çalışıyoruz

E sobreviver ao inverno.

ve kışın hayatta kalır.

Eu posso sobreviver sozinho.

Tek başıma hayatta kalabilirim.

- Não dá para sobreviver sem dinheiro.
- Não se pode sobreviver sem dinheiro.

Para olmadan yaşayamazsın.

Sem água, não podemos sobreviver.

Su olmazsa hayatta kalamayız.

O teu gato vai sobreviver.

Kedin hayatta kalacak.

Eu só estou tentando sobreviver.

Ben sadece hayatta kalmaya çalışıyorum.

Você acha que vou sobreviver?

Hayatta kalacağımı düşünüyor musun?

Sobreviver em zonas remotas exige engenho,

Vahşi hayatta kaynaklar bulmalı ve değerlendirmelisiniz.

Sobreviver em zonas remotas exige engenho,

Vahşi hayatta kaynaklar bulmalı ve değerlendirmelisiniz.

Ele cuidou dele sobreviver até hoje

bugüne kadar ayakta kalmasını o bakımlar sağladı

Precisamos das plantas para poder sobreviver.

Yaşamak için bitkilere ihtiyacımız var.

Vampiros devem beber sangue para sobreviver.

Vampirler yaşamak için kan içmeli.

Precisamos um do outro para sobreviver.

Hayatta kalmak için birbirimize ihtiyacımız var.

Sobreviver na selva não é tarefa fácil.

Ormanda hayatta kalmak kolay değil.

... que é preciso ter supersentidos para sobreviver.

...hayatta kalmak için süper duyular gerekir.

Não consegues sobreviver com o teu salário?

Maaşınla geçinemiyor musun?

É difícil sobreviver com um salário mínimo.

Asgari ücretle geçinmek zordur.

- Nós fizemos o que tínhamos que fazer para sobreviver.
- Fizemos o que tínhamos que fazer para sobreviver.

Hayatta kalmak için yapmak zorunda olduğumuz şeyi yaptık.

Bom trabalho! Sobreviver no deserto não é fácil,

İyi iş! Bu çölde hayatta kalmak kolay değil

Ele não vai sobreviver mais de um dia.

O bir günden fazla hayatta kalmayacak.

Quanto tempo uma pessoa consegue sobreviver sem água?

Bir insan su olmadan ne kadar süre yaşayabilir?

São meros sinais duma espécie a lutar para sobreviver.

bir türün hayatta kalma çabaları

Aninhados, conservam calor suficiente para sobreviver à temperatura baixa.

Toplaşarak, dondurucu soğuklardan sağ çıkacak ısıyı koruyabiliyorlar.

Eu não acho que eu consiga sobreviver neste lugar.

Ben bu yerde hayatta kalabileceğimizi sanmıyorum.

A missão agora é sobreviver ao dia e à noite

Şu anki görev, helikopter beni kurtarmaya gelmeden önce

Ela tem de sobreviver sozinha enquanto a progenitora apanha peixe.

Annesi balık avlarken kendi başının çaresine bakması gerek.

No meio do inverno, pode sobreviver durante semanas neste estado.

Kışın ortaları geldiğinde, ölüme yakın bu hâlde haftalarca hayatta kalabilir.

Ele também era uma obra-prima, mas não conseguiu sobreviver

o da bir şaheserdi fakat ayakta kalamadı

Voar do homem não poderia escapar, nem sobreviver no galho

Adamdan uçan kurtulamadığı gibi dalanda kurtulamamış

Se não fosse pela água, os humanos não poderiam sobreviver.

Su olmasa insanlar yaşayamaz.

Por que dizem que você deve aprender inglês para sobreviver?

Onlar sana niçin yaşamak için İngilizce öğrenmek zorundasın diyorlar?

E sobreviver ao terreno impiedoso e ao frio implacável até lá.

ve o zamana kadar bu acımasız ortama ve soğuğa dayanabilmek.

Não podemos deixar o Tom aqui. Ele não vai sobreviver sozinho.

Tom'u burada bırakamayız. Tek başına hayatta kalamaz.

- Eu não poderia sobreviver sem Tom.
- Eu não sobreviveria sem Tom.

Tom olmadan hayatta kalamazdım.

Todas as formas de vida têm um impulso instintivo para sobreviver.

Bütün hayvan türleri yaşamak için içgüdüsel dürtüye sahiptir.

Sami foi forçado a admitir que precisava de ajuda para sobreviver.

Sami hayatta kalmak için yardıma ihtiyacı olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı.

A nossa missão é sobreviver a este clima brutal até de manhã,

Görevimiz bu acımasız iklime karşı sabaha kadar hayatta kalmak

Já está a aquecer e não vamos sobreviver por muito mais tempo.

Hava şimdiden ısınıyor ve burada çok uzun süre hayatta kalamayız.

Até agora, as suas boas decisões ajudaram-me a sobreviver ao deserto

Şimdiye kadar zekice seçimleriniz bu acımasız çölde hayatta kalmamı sağladı

Bem, como a santidade poderia sobreviver sem o nosso conhecimento da estrutura?

peki, yapıdan haberimiz olmadan kutsallık günümüze kadar nasıl gelebilmişti?

Se não tem comida, tem de comer raízes e insetos para sobreviver.

Yiyeceğiniz yoksa, hayatta kalmak için kökleri ve böcekleri yemek zorundasınızdır.

Ainda não têm a capacidade nem a força para sobreviver sem a progenitora.

anneleri olmadan hayatta kalacak yetenek veya güce henüz sahip değiller.

Têm de aumentar o peso corporal em um terço para sobreviver ao inverno.

Kışı atlatabilmek için vücut ağırlıklarını üçte bir arttırmaları gerek.

Para sobreviver em um ambiente hostil, é preciso saber improvisar e ser tenaz.

Düşmanca bir ortamda hayatta kalmak için bir insan doğaçlama yapabilmeli ve azimli olabilmeli.

Um bom abrigo em zonas remotas é a única forma de sobreviver ao clima.

Vahşi hayatta iyi bir sığınak hayatta kalmanın tek yoludur.

E a deles também. Só ficando juntos poderão sobreviver às noites hostis de inverno.

Onların hayatını da. Bu çetin kış gecelerinden sağ çıkmanın tek yolu sıkı sıkıya sarılmak.

Sem habitat, não há local a população de orangotangos possa sobreviver e prosperar no planeta.

Habitatları olmadan, orangutan nüfusu başka bir yerde hayatta kalıp büyüyemez.

E não vamos sobreviver por muito mais tempo. Temos de tentar apanhar mais bicharocos depressa.

ve burada çok uzun süre hayatta kalamayız. Acele edip birkaç böcek daha yakalamalıyız.

À medida que a cidade avança pela sua floresta, eles aprendem a sobreviver nas ruas.

Şehir, ormandaki evlerinin etrafını sardıkça... ...sokaklarda hayatta kalmanın yollarını öğreniyorlar.

- Você conseguiria sobreviver sozinho na natureza?
- Você sobreviveria sozinho na selva?
- Você sobreviveria sozinho no mato?

- Vahşi hayatta tek başına yaşayabilir misin?
- Çölde tek başına hayatta kalabilir misin?

E todos os seres da Terra têm de encontrar uma forma de sobreviver à noite. DO ANOITECER AO AMANHECER

Dünya'daki her yaratığın geceden sağ çıkmanın bir yolunu bulması gerekir. GÜN BATIMINDAN ŞAFAĞA

E, é claro, o orangotango procura viver e sobreviver num ambiente que está a ser destruído e procura defender-se.

orangutan da yok edilen doğal ortamında hayatta kalmaya çalıştığı için kendini savunabiliyor.

A abundância de presas tornam este local o campo de treino ideal para um jaguar jovem que está a aprender a sobreviver sozinho.

Bu kadar çok av olması burayı ideal bir eğitim alanı yapar. Kendi başının çaresine bakmayı öğrenen bir jaguar için mesela.