Translation of "Yaşadığı" in German

0.007 sec.

Examples of using "Yaşadığı" in a sentence and their german translations:

- Onun yaşadığı evi beğenmiyorum.
- Onun yaşadığı evi sevmiyorum.

- Ich mag das Haus, in dem er wohnt, nicht.
- Mir gefällt das Haus nicht, in dem er wohnt.

- Tom’un nerede yaşadığı bilinmiyor.
- Tom’un yaşadığı yer belli değil.

Wo Tom wohnt, ist unbekannt.

Bu onun yaşadığı evdir.

Dies ist das Haus, in dem er lebt.

O, onun yaşadığı evdir.

Das ist das Haus, wo er wohnt.

Onun yaşadığı evi sevmiyorum.

Mir gefällt das Haus nicht, in dem er wohnt.

Eskiden yaşadığı ev burası.

Hier ist das Haus, in dem sie früher gewohnt hat.

İşte onun yaşadığı ev.

Hier ist das Haus, in dem er gelebt hat.

Marie'nin yaşadığı yeri bilmiyor.

Er weiß nicht, wo Maria wohnt.

Bu Tom'un yaşadığı yer.

Hier hat Tom früher gewohnt.

Bu, Tom'un yaşadığı yer.

Hier wohnt Tom.

Burası onun yaşadığı ev.

Das ist das Haus, in dem sie lebte.

O, Tom'un yaşadığı yer.

Das ist dort, wo Tom lebt.

Bu, amcamın yaşadığı evdir.

Dies ist das Haus, in dem mein Onkel wohnt.

Bu onun yaşadığı ev.

Das ist das Haus, in dem er wohnt.

Yaşadığı yer kasabadan uzaktır.

Der Ort, wo er wohnt, ist weit von der Stadt weg.

Biri yaşadığı sürece bağışlar.

Man verzeiht, solange man liebt.

Adam yaşadığı sürece umar.

Der Mensch hofft, solange er lebt.

Biri yaşadığı sürece umar.

Man hofft, solange man lebt.

Insanların yaşadığı bölgeye gelmesini engellemek

Menschen daran hindern, in das Gebiet zu kommen, in dem sie leben

Onun yaşadığı şehri biliyor musun?

Kennst du die Stadt, wo er lebt?

Onun yaşadığı otel kent merkezindedir.

Das Hotel, in dem er wohnt, befindet sich in der Innenstadt.

Tom'un yaşadığı yer burası mı?

Wohnt Tom hier?

Bu, şairin çocukluğunda yaşadığı evdir.

Das ist das Haus, in dem der Dichter während seiner Kindheit lebte.

O, dedesinin yaşadığı evde yaşıyor.

Sie wohnt im Haus, in dem ihre Großeltern lebten.

Yaşadığı aşk acısının sonucunda intihar etti.

Sein Selbstmord war eine Folge seines Liebeskummers.

Onun içinde yaşadığı bir evi yok.

Er hat kein Haus, in dem er leben kann.

Marilyn'in yaşadığı yeni evi gördün mü?

- Hast du das neue Haus gesehen, in dem Marilyn wohnt?
- Habt ihr das neue Haus gesehen, in dem Marilyn wohnt?
- Haben Sie das neue Haus gesehen, in dem Marilyn wohnt?

Onun nerede yaşadığı hakkında fikrim yok.

Ich habe keine Ahnung, wo sie wohnt.

Bu, bir çocukken şairin yaşadığı ev.

In diesem Haus wohnte der Dichter als Kind.

O büyükebeveynlerinin yaşadığı aynı evde yaşıyor.

Sie wohnt in demselben Haus, in dem ihre Großeltern lebten.

Tom'un yaşadığı ev şehrin eski kısmındaydı.

Das Haus, in dem Tom wohnt, befindet sich im alten Teil der Stadt.

Oradaki o ev Tom'un yaşadığı yerdir.

- Das Haus da hinten ist das, in dem Tom wohnt.
- Das Haus dort hinten ist das, worin Tom wohnt.

O bana amcamın nerede yaşadığı sordu.

Er fragte mich, wo mein Onkel lebte.

Kadınların genellikle erkeklerden daha uzun yaşadığı söylenir.

Man sagt gewöhnlich, dass Frauen länger leben als Männer.

Onun nerede yaşadığı hakkında hiçbir fikrim yok.

- Ich habe keine Ahnung, wo er wohnt.
- Ich habe keine Ahnung, wo er lebt.

Sen hiç Marylyn'in yaşadığı yeni evi gördün mü?

Hast du schon das neue Haus gesehen in dem Marilyn lebt?

O hiç yaşadığı sorunlar hakkında sana güvendi mi?

Hat sie dir je anvertraut, welche Probleme sie hatte?

Tom Mary'nin yaşadığı yer olduğu için Boston'a taşınmak istedi.

Tom sagte, dass er nach Boston ziehen wolle, weil dort Maria wohnt.

Tom, Boston'u, yaşadığı herhangi başka yerden daha iyi sever.

Es gefällt Tom in Boston besser als überall sonst, wo er mal gewohnt hat.

- Onun nerede oturduğunu öğrendik.
- Onun yaşadığı yeri ortaya çıkardık.

Wir haben herausgefunden, wo er wohnt.

Tom Mary'nin ona çocukken yaşadığı evden bahsetmesini rica etti.

Tom bat Mary, ihm von dem Haus zu erzählen, in dem sie als Kind gewohnt hatte.

Tom'un annesi Mary'nin yaşadığı caddenin karşısındaki hastanede bir hemşiredir.

Toms Mutter ist Krankenschwester in dem Hospital, das bei Maria auf der anderen Straßenseite liegt.

Kişinin çocukluğunda yaşadığı travmalar veya istismarlar sonucu problemler ortaya çıkar

Probleme entstehen durch Traumata oder Missbrauch in der Kindheit

Bu bölgede kaç tane kokarca yaşadığı hakkında hiçbir fikrim yok.

Ich habe keine Ahnung, wie viele Stinktiere in diesem Gebiet leben.

Tom Mary'nin çocuklarıyla ilgili yaşadığı problem hakkında John'la konuşmasını istedi.

- Tom wollte, dass Maria Johannes gegenüber das Problem anspräche, das sie mit seinen Kindern hatte.
- Tom wollte, dass Maria mit Johannes über das Problem spräche, das sie mit seinen Kindern hatte.

Tom Mary'nin yaşadığı yerden uzakta olmayan bir parça arazi aldı.

Tom hat ein Stück Land gekauft, nicht weit von wo Mary lebt.

- Tom'un oturduğu mahalle çok sessiz.
- Tom'un yaşadığı muhit çok sakin.

In dem Stadtteil, wo Tom wohnt, ist es sehr ruhig.

- Sanırım Tom, Mary'nin nerede yaşadığını biliyor.
- Sanırım Tom, Mary'nin yaşadığı yeri biliyor.
- Tom'un Mary'nin nerede yaşadığını bildiğini düşünüyorum.
- Tom'un Mary'nin yaşadığı yeri bildiğini düşünüyorum.

- Ich glaube, Tom weiß, wo Maria lebt.
- Ich glaube, Tom weiß, wo Maria wohnt.

Eğitim, saldırıların önlenmesi ve insanların yaşadığı alanlarda dolaşan kedilerin takibi üzerine çalışıyor.

Er bemüht sich um Aufklärung, Konfliktprävention und das Aufspüren von Wildkatzen in Wohngegenden.

- Nerede yaşadığına dair hiçbir fikrim yok.
- Onun nerede yaşadığı hakkında fikrim yok.

Ich habe keine Ahnung, wo sie wohnt.

Ayrı ayrı sayfalara, en iyi arkadaşınızı anlatın; yaşı, nerede yaşadığı, işi gibi...

Beschreibe auf einem separaten Blatt Papier deinen besten Freund: wie alt er ist, wo er wohnt, was er beruflich macht usf.

- Tom Mary ile aynı caddede yaşıyor.
- Tom Mary'nin yaşadığı aynı caddede yaşıyor.

Tom wohnt in derselben Straße wie Maria.

Tom Boston'u şu ana kadar yaşadığı herhangi bir başka yerden daha çok seviyor.

Es gefällt Tom in Boston besser als überall sonst, wo er mal gewohnt hat.

Şu küçük ev, küçük bir kızken ninemin yaşadığı, papatyalarla kaplı ve etrafında elma ağaçları olan bir tepede bulunan küçük eve çok benziyor.

Dieses kleine Haus sieht genauso aus wie das kleine Haus, in dem meine Großmutter als kleines Mädchen gelebt hat, auf einem von Gänseblümchen bedeckten Hügel und mit Apfelbäumen darum herum.

Kuşkusuz bu dünyada her erkeğin ve kadının evlenmek için huyu huyuna, suyu suyuna tamamen denk birisi mutlaka vardır; fakat bir insanın sadece birkaç yüz kişiyle tanışma fırsatı bulduğu, bu birkaç yüz kişi içinden belki bir düzinesini yakından tanıdığı, bu bir düzinenin de ancak birkaçıyla dost olduğu göz önüne alınır ve de dünyada milyonlarca insanın yaşadığı hatırda tutulursa kolayca görülür ki dünya yaratıldığından beri doğru erkek doğru kadınla muhtemelen daha hiç karşılaşmamıştır.

Ohne Zweifel findet sich auf dieser Welt zu jedem Mann genau die richtige Ehefrau und umgekehrt; wenn man jedoch in Betracht zieht, dass ein Mensch nur Gelegenheit hat, mit ein paar hundert anderen bekannt zu sein, von denen ihm nur ein Dutzend oder weniger nahesteht, darunter höchstens ein oder zwei Freunde, dann erahnt man eingedenk der Millionen Einwohner dieser Welt leicht, dass seit Erschaffung ebenderselben wohl noch nie der richtige Mann der richtigen Frau begegnet ist.