Translation of "Bedel" in English

Dürüstlük bedel ödemez.

Honesty doesn't pay.

Ödediğin bedel bu.

That's the price you pay.

Küçük bir bedel.

That's a small price to pay.

Bedel ödeyen bizim çocuklarımız.

it is our children who pay the price.

Özgürlük için bedel ödenmeli.

One must pay for freedom.

Aşk için ödediğimiz bedel bu.

It's the price we pay for love.

Bir hayata bir bedel koyamazsınız.

You can't put a price on a life.

O benim için dünyaya bedel.

- That means the world to me.
- She means the world to me.

Oğlum benim için dünyaya bedel.

My son means the world to me.

Gerçek bedel tahmin edilenden daha yüksekti.

The actual cost was higher than the estimate.

Rakiplerimiz bize hiçbir bedel ödemeyen öğretmenlerdir.

Our opponents are teachers which cost us nothing.

O hizmeti için hiçbir bedel almadı.

He received no compensation for his service.

Onlar kıskançlıkları için bir bedel ödeyecekler.

They'll pay a price for their arrogance.

Ben inandığım şey için bedel ödeyeceğim.

I'll pay the price for what I believe in.

Bu ödemek için küçük bir bedel.

It's a small price to pay.

Bu, ötanazi için doktorların ödediği bir bedel.

Those are the doctor's fees of euthanasia.

- Müzikle yüzleşme zamanı.
- Şimdi bedel ödeme zamanı.

It's time to face the music.

Biz kurtarıldık ama bir bedel ödenmesi gerekiyordu.

We were saved, but a price had to be paid.

Her şey için bedel ödemek zorunda mıyım?

Do I have to pay for everything?

Böyle yüksek bir bedel ödemeye razı değilim.

I'm not willing to pay such a high price.

Cazibeye rağmen pes etmemek için bedel ödemeye razısınızdır.

You're willing to pay a price to withstand the temptation to give in.

Tom her şey için bedel ödemek zorunda mı?

Does Tom have to pay for everything?

Buna benzer başka bir bedel ise kristal küre bedeli;

A similar fee that I see is the crystal ball fee,

Kuzey ülkelerinin işçilerine güney bölgelerindeki üretimi değiştirmesi için yüksek bir bedel ödedik.

The workers of the northern countries have paid a high price for the displacement of production in the southern regions.