Translation of "وحيد" in Turkish

0.015 sec.

Examples of using "وحيد" in a sentence and their turkish translations:

توم وحيد لأهله.

Tom tek çocuktur.

لي أخ وحيد.

Bir erkek kardeşim var.

كل من هُوَ وحيد، وحيد لأنه خائف من الآخرين.

- Yalnız olan herkes diğer insanlardan korktuğu için yalnızdır.
- Yalnız olan her insan başkalarından korktuğu için yalnızdır.

- إنه وحيد.
- إنه وحده.

O yalnızdır.

ظننتك ذكرت أنك وحيد.

Yalnız olduğunu söylediğini sanıyordum.

‫ضبع وحيد لا يضاهي أسدًا.‬

Tek başına bir sırtlanın aslan karşısında şansı yok.

توم وحيد تماما من جديد.

Tom yine tamamen yalnız.

أنا طفل وحيد أبي و أمي.

Ben bir tek çocuğum.

- لديّ أخ واحد.
- لي أخ وحيد.

Bir erkek kardeşim var.

‫لكن وحيد القرن‬ ‫قرأ تحركاته وانعطافاته وهجوماته.‬

Fakat gergedan ne yapacağını anlıyor, dönüp saldırıyor.

‫أحياناً أدعي وحيد القرن السومطري‬ ‫بديناصور جيلنا،‬

Bazen Sumatra gergedanına bizim kuşağımızın dinozoru diyorum.

- كان لديهما ولد واحد.
- رزقوا بولد وحيد.

Onların sadece bir çocuğu vardı.

هل خلق الله العالم في يوم وحيد؟

Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

فهي في الواقع أقل مكان وحيد في الكون.

aslında evrendeki en az yalnız yerdir.

‫إن صادفت وحيد قرن غاضب، فلن تستطيع الهرب.‬

Öfkeli bir gergedanla karşılaşırsanız pek kaçma şansınız olmaz.

وجدته منحنيا على الأرض مرتديًا الرداء وحيد القطعة.

Onu bir tulumun içinde yere eğilmiş buldum.

‫لكن الخبراء يجادلون‬ ‫أن وحيد القرن ليس قاتلاً بالفطرة.‬

Ancak uzmanlar, gergedanların doğuştan katil olmadığını savunur.

‫تعتبر قرون وحيد القرن اليوم‬ ‫علامة مميزة على الثراء.‬

Bugün, gergedan boynuzu zenginlerin statü sembolü olarak görülüyor.

‫حشدًا لا يحب الإزعاج.‬ ‫تزداد أعداد وحيد القرن الأسود ببطء.‬

Rahatsız edilmekten hoşlanmıyorlar. Siyah gergedan nüfusu yavaşça artmakta.

‫في هذه المواجهة،‬ ‫وحيد قرن يستهدف قروياً هندياً‬ ‫يسير عبر حقل أرز.‬

Bu karşılaşmada, saldıran gergedan pirinç tarlasından geçen Hintli bir köylüyü hedef alıyor.

‫تقول "كلير كامبل"، إحدى مناصري حماية‬ ‫البيئة والمحامية المدافعة عن وحيد القرن،‬

Çevreci ve gergedan savunucusu olan Clare Campbell böyle durumlarda

‫في مثل هذه الحالات،‬ ‫يعجز البشر عن التخلص من وحيد قرن هائج.‬

insanların azgın bir gergedandan kurtulma şansı olmadığını söylüyor.

‫اعتقدت القبائل القديمة أن ارتداء‬ ‫قرن وحيد القرن من شأنه صد الأعداء.‬

Eski kabileler gergedan boynuzu takmanın düşmanları uzak tuttuğuna inanırdı.

‫في جميع أنحاء العالم،‬ ‫أكثر من ألف وحيد قرن يُذبح في كل عام.‬

Dünyada her yıl 1.000'i aşkın gergedan katlediliyor.

‫بحسب عالم الأحياء المختص بالحياة البرية‬ ‫الدكتور "وونغ سيو تي"،‬ ‫فإن أخطر وحيد قرن‬ ‫هو ذلك الذي يشعر بأنه مهدد.‬

Vahşi yaşam biyoloğu Dr. Wong Siew Te'ye göre en tehlikeli gergedan, kendini tehdit altında hisseden gergedandır.