Translation of "Alıp" in German

0.016 sec.

Examples of using "Alıp" in a sentence and their german translations:

Birisi o parçayı alıp

Jemand hat das Stück genommen und

Gitar alıp çalmaya başladı.

Er nahm die Gitarre und fing an zu spielen.

Alıp almamak size kalmış.

Du musst wissen, ob du es kaufst oder nicht.

Meryem, çantasını alıp gitti.

Maria schnappte sich ihre Handtasche und ging.

Nefes alıp verdiğinizi farkında olun.

an Ihrer Nasenspitze bewusst.

Ya da larvalardan biraz alıp

Oder ich verwende diese Larven

Ya da bu larvalardan biraz alıp

Oder ich könnte diese Larven

Bizim kadınımızdan ne alıp veremediğiniz var?

Was bekommen Sie von unseren Frauen?

Tom fotoğraf makinesini alıp dışarı çıktı.

Tom schnappte sich seine Kamera und ging nach draußen.

Mary elbiseyi alıp almayacağına karar veremiyor.

Maria kann sich nicht entscheiden, ob sie das Kleid kaufen soll oder nicht.

Çalıntı mal alıp satmaktan suçlu bulundu.

Er wurde der Hehlerei für schuldig befunden.

O tavşan benim turplarımı alıp kaçıyor.

- Der Hase haut mit meinen Radieschen ab!
- Das Kaninchen entfleucht mit meinen Radieschen!
- Das Kaninchen verschwindet mit meinen Radieschen!

- Tom'un Boston'daki işi alıp almayacağına hala karar verilmedi.
- Tom'un Boston'daki işi alıp almayacağı henüz kararlaştırılmadı.

Ob Tom die Stelle in Boston bekommt, steht noch in den Sternen.

Şu halatı hızlıca geri alıp buradan gidelim.

Schnell das Seil einholen und weiter geht es.

Biraz su alıp bunu deliğin içine dökebilirim.

sammeln etwas davon ein

Duyguları alıp cinsiyet yerine yetenek yönüyle düşünebiliriz.

Wir könnten Gefühle nach Kompetenzen, nicht nach Geschlechtern einteilen.

Dokunmatik ekranlı cihazınızı alıp bir karar verin.

Du musst auf deinem Touchscreen eine Entscheidung treffen.

Karbon, yeşil bitkilerin atmosferden karbondioksiti alıp bünyelerinde

Kohlenstoff gelangt durch den Prozess der Fotosynthese in den Boden:

Ve onu alıp puslu ormanın derinliklerine götürdü.

…und nahm ihn einfach mit in den trüben Wald.

Tom bana arabamı ödünç alıp alamayacağını sordu.

Tom fragte mich, ob er sich meinen Wagen ausleihen könne.

- O, derin bir nefes alıp durumunu anlatmaya başladı.
- O, derin bir nefes alıp hâlini anlatmaya başladı.

Sie atmete tief ein und begann, von ihrer Lage zu erzählen.

Yoksa larvaları alıp donmuş gölde balık mı avlayalım?

Oder versuchen wir, mit den Larven einen Fisch im zugefrorenen See zu fangen?

Ama biraz kum alıp bunu zımpara gibi kullanabilirsiniz.

Man kann aber etwas Sand nehmen und verstreuen.

Kirliliklerini kontrol altına alıp savaşa önderlik etmeleri gerekiyor.

ihre Umweltverschmutzung regeln und den Kampf anführen.

Her iki fikri de alıp tek fikirde birleştirebilirim.

ich kann beide Gedanken nehmen und sie in Verbindung bringen.

Şimdi ise virüsü kontrol altına alıp yayılmasını engelliyorlar

Jetzt kontrollieren sie das Virus und verhindern dessen Ausbreitung.

Biraz para ödünç alıp alamayacağını Tom'a sormadın mı?

- Hast du Tom nicht gefragt, ob du dir etwas Geld borgen kannst?
- Haben Sie Tom nicht gefragt, ob Sie sich etwas Geld borgen können?

Tom Mary'ye onun bisikletini ödünç alıp alamayacağını sordu.

Tom fragte Mary, ob er sich ihr Fahrrad ausleihen dürfe.

Ya çürüyen etin bir kısmını alıp ormanda tuzak kurar

Ich könnte etwas verdorbenes Fleisch abtrennen, im Wald eine Falle bauen

Ya da larvalardan biraz alıp onları yem olarak kullanır

Oder ich verwende einige dieser Larven als Köder,

Yoksa larvaları alıp donmuş bir gölde balık mı avlayalım?

oder versuchen, mit den Larven im zugefrorenen See Fische zu fangen?

Tamam, bu ufaklığı alıp onu bu su şişesine koymalıyız.

Wir sammeln ihn ein und stecken ihn in diese Wasserflasche.

Dünyada insanın çok fazla alıp veremeyeceği tek şey sevgidir.

Die einzige Sache der Welt, von der man nie zu viel bekommen oder geben kann, ist Liebe.

Tom Mary'ye Fransızca ders kitabını ödünç alıp alamayacağını sordu.

Tom fragte Maria, ob er sich ihr Französischlehrbuch ausleihen dürfe.

Tom'a soğuk alıp almadığını sordum ama o başını salladı.

Ich fragte Tom, ob er erkältet sei, aber er schüttelte mit dem Kopf.

Tom Mary'nin uzun yürüyüşten zevk alıp almadığını merak ediyordu.

Tom fragte sich, ob Maria wohl gerne wandern ging.

Biri çok nazik sonra saçımı alıp başımın üstünde çekin ve

Ein Mann kniet nieder, um enthauptet zu werden, und sagt: „Ich mache mir ein bisschen Sorgen um meine Haare,

Sonra tekrar kameramı alıp sevdiğim ve bildiğim şeyi yapmaya başladım.

Dann nahm ich meine Kamera und tat, was ich liebe und was ich kenne.

Tom Mary'ye onun İngilizce ders kitabını ödünç alıp alamayacağını sordu.

Tom fragte Mary, ob er sich ihr Englischbuch ausleihen dürfe.

Lateks eldiveni alıp bunun üzerine iyice germeli ve başını aldıktan sonra

Man stülpt den Latex-Handschuh so über das Gefäß. Dann nimmt man den Kopf

Lateks eldivenimizi alıp bunun üzerine iyice germeli ve başını aldıktan sonra

Ich stülpe der Latex-Handschuh fest darüber, nehme den Kopf

Mary Alice'e dansta giymek için bir elbise ödünç alıp alamayacağını sordu.

Maria fragte Elke, ob sie sich für den Tanz ein Kleid ausleihen dürfe.

Bana temiz bir tabak getir ve bu kirli tabağı alıp götür.

Bringen Sie mir einen sauberen Teller und nehmen Sie den schmutzigen weg.

Tupamaro Ulusal Kurtuluş Hareketi romantik bir kent gerillasıydı, zenginden alıp yoksula verirdi,

Die Nationale Befreiungsbewegung Tupamaros ist von einer Stadtguerilla, die Reiche beraubt und Arme beschenkt,

Sabah kalkıp da yarım saat içinde kahvelerini içip, duş alıp giyinenlere hayranım. Benim kalktığımda yarım saate ihtiyacım var, kim olduğumu bilmem için.

Ich bewundere ja die Leute, die morgens in dreißig Minuten Kaffee getrunken, geduscht haben und angezogen sind. Ich brauche schon dreißig Minuten, um zu wissen, wer ich bin.

Sonra küçük Gerda, onun göğsüne dökülen, oradan kalbine nüfuz edip, buz kalıbını eriten ve orada saplanmış olan küçük cam parçasını alıp götüren sıcacık gözyaşlarını döktü.

Da weinte die kleine Gerda heiße Tränen; die fielen ihm auf die Brust und drangen ihm ins Herz und schmolzen den Eisklumpen und wuschen den kleinen Glassplitter hinfort, der darin gesteckt hatte.

Tanrı'nın alemi nasıl bir yer? Neyle kıyaslayacağım onu? Bir adamın alıp bahçesine ektiği hardal tohumu tanecikleri gibi. Büyüyüp kocaman bir ağaç oldu, ve sonra göğün kuşları dallarına misafir oldu.

Wem ist das Reich Gottes gleich, und wem soll ich’s vergleichen? Es ist einem Senfkorn gleich, welches ein Mensch nahm und warf’s in seinen Garten; und es wuchs und ward ein großer Baum, und die Vögel des Himmels wohnten unter seinen Zweigen.