Translation of "Ohr" in Turkish

0.350 sec.

Examples of using "Ohr" in a sentence and their turkish translations:

Mein Ohr juckt.

Kulağım kaşınıyor.

Wir waren ganz Ohr.

Can kulağı ile dinledik.

Ich war ganz Ohr.

Dikkat kesildim.

Ich bin ganz Ohr.

Dikkatle dinliyorum.

Tom ist ganz Ohr.

Tom dikkatle dinliyor.

Fürs menschliche Ohr nicht hörbar.

İnsanlar bunu duyamaz.

Dein Wort in Gottes Ohr!

Öyle umut edelim!

Tom flüsterte Maria ins Ohr.

Tom, Mary'nin kulağına fısıldadı.

Ich hau mich aufs Ohr.

Ben yatacağım.

Der Hase blutet am Ohr.

Tavşanın kulağı kanıyor.

- Du hast wirklich ein Ohr für Musik.
- Sie haben wirklich ein Ohr für Musik.

Senin gerçekten müzik kulağın var.

Tom hat dich übers Ohr gehauen.

Tom seni kazıkladı.

Mein Ohr hat heute Morgen geblutet.

Bu sabah kulağım kanıyordu.

Tom hat mich übers Ohr gehauen.

Tom bana kazık attı.

Tom flüsterte Maria etwas ins Ohr.

Tom Mary'nin kulağına bir şeyler fısıldadı.

Maria flüsterte Tom etwas ins Ohr.

Mary, Tom'un kulağına bir şey fısıldadı.

Sie flüsterte ihm etwas ins Ohr.

- Onun kulağına bir şey fısıldadı.
- Onun kulağına bir şeyler fısıldadı.

Tom ist auf einem Ohr taub.

Tom'un bir kulağı sağır.

Ich fühle mich übers Ohr gehauen.

Aldatılmış hissediyorum.

Er flüsterte ihr etwas ins Ohr.

Onun kulağına bir şey fısıldadı.

Ich bin auf einem Ohr taub.

Bir kulağım sağır.

Er flüsterte mir die Antwort ins Ohr.

Cevabı kulağıma fısıldadı.

Er verletzte sich beim Rasieren am Ohr.

Tıraş olurken kulağını yaraladı.

Er drückte sein Ohr gegen die Wand.

Kulağını duvara dayadı.

Was hast du mit deinem Ohr gemacht?

Kulağına ne yaptın?

Versuche nicht, mich übers Ohr zu hauen!

Bana kazık atmaya çalışma!

Tom drückte sein Ohr gegen die Wand.

Tom kulağını duvara dayadı.

Ich hielt den Hörer an mein Ohr.

Alıcıyı kulağıma taktım.

Ich habe Ausfluss in meinem linken Ohr.

Benim sol kulağımda bir akıntı var.

Er flüstert seiner Freundin etwas ins Ohr.

Kız arkadaşının kulağına bir şeyler fısıldıyor.

Hör auf, mir ins Ohr zu schreien!

- Kulaklarıma bağırmayı durdur.
- Kulaklarıma bağırmayı kes.

Sie haben ein gutes Ohr für Musik.

İyi bir müzik kulağın var.

Er wisperte ihr zärtliche Worte ins Ohr.

- Onun kulağına tatlı ama anlamsız şeyler fısıldadı.
- Kulağına güzel ama anlamsız sözler fısıldadı.

Tom ist auf dem linken Ohr taub.

Tom sol kulağından sağırdır.

Tom hielt sich das Telefon ans Ohr.

Tom telefonu kulağına koydu.

- Ich hau mich aufs Ohr.
- Ich gehe schlafen.

Ben yatmaya gideceğim.

Sie ist auf dem linken Ohr völlig taub.

Sol kulağı tamamen duymuyor.

Er hat versucht, mich übers Ohr zu hauen.

O bana kazık atmaya çalıştı.

Sie hat versucht, mich übers Ohr zu hauen.

O bana kazık atmaya çalıştı.

Ich habe einen Fremdkörper in meinem linken Ohr.

Benim sol kulağımda yabancı bir cisim var.

Tom hat immer einen Bleistift hinter dem Ohr.

Tom her zaman kulağının arkasında bir kalem tutar.

„Ich liebe dich!“ flüsterte er ihr ins Ohr.

Onun kulağına "Seni seviyorum" diye fısıldadı.

Tom ist auf einem Ohr taub, nicht wahr?

Tom'un tek kulağı sağır, değil mi?

- Lass uns schlafen gehen.
- Hauen wir uns aufs Ohr.

Kafayı vurup yatalım.

Ich habe beschlossen, mich kurz aufs Ohr zu hauen.

Şekerleme yapmaya karar vermiştim.

Tom flüsterte Maria etwas ins Ohr, und sie nickte.

Tom Mary'nin kulağına bir şeyler fısıldadı ve o, başını salladı.

Tom flüsterte Maria etwas ins Ohr, und sie lächelte.

Tom Mary'nin kulağına bir şeyler fısıldadı ve o gülümsedi.

Tom legte sein Ohr an die Tür und lauschte.

Tom kulağını kapıya koyup dinledi.

Der Junge hat in einem Straßenkampf sein Ohr verloren.

Genç sokak dövüşünde kulağını kaybetti.

Ein Ohrring am rechten Ohr bedeutet, dass man schwul ist.

Eğer sağ kulağını deldirirsen bu eşcinsel olduğun anlamına gelir.

- Ich muss mich hinhauen.
- Ich muss mich aufs Ohr hauen.

Kafayı vurup yatmam lazım.

Tom sah sich um und flüsterte Maria dann etwas ins Ohr.

Tom etrafa baktı ve sonra Mary'nin kulağına bir şey fısıldadı.

Sein Maul war wahrscheinlich weniger als zwei Zentimeter neben meinem rechten Ohr.

Parsın ağzı... Belki iki buçuk santimden daha yakındı, sağ kulağımın hemen yanındaydı

Und dann beugte sich Maria vor und sprach Tom etwas ins Ohr.

Ve sonra Mary eğildi ve Tom'un kulağına bir şey söyledi.

Tut es weh, wenn man sich ein Loch ins Ohr machen lässt?

Kulaklarını deldirmen incitiyor mu?

Sie machen Geräusche mit einer Frequenz, die das menschliche Ohr nicht hören kann

insan kulağının duyamayacağı frekansta sesler çıkarıyorlar

Er näherte sich mit dem Mund ihrem Ohr und säuselte: „Ich liebe dich!“

O, dudaklarını onun kulağına yaklaştırdı ve mırıldandı: "Seni seviyorum."

Ich hätte euch alle übers Ohr hauen können, aber ich hab’s nicht getan.

Hepinize kazık atabilirdim ama atmadım.

Die Männer glaubten, sie würden mich mit drei ins Ohr gesäuselten Sätzen verführen.

Adamlar kulaktan dolma üç cümleyle beni kandıracaklarını düşünüyor.

- Ich fühle mich nicht übers Ohr gehauen.
- Ich komme mir nicht angeschwindelt vor.

Kandırılmış hissetmiyorum.

Ich konnte das Tier knurren sehen, das Knurren habe ich heute noch im Ohr.

Hayvanın hırladığını görebiliyordum, o hırlama hâlâ kulaklarımda.

- Ich wollte mich nur mal kurz aufs Ohr legen.
- Ich wollte ein Nickerchen machen.

Ben uyuyacaktım.

Er flüsterte mir „Ich liebe dich!“ ins Ohr und küsste mich dann auf die Wange.

Kulağıma "Seni seviyorum" diye fısıldayıp ardından beni yanağımdan öptü.

Ist dir schon einmal aufgefallen, dass Toms rechtes Ohr viel größer ist als sein linkes?

Tom'un sağ kulağının sol kulağından çok daha büyük olduğunu hiç fark ettiniz mi?

Präsident Lincoln wurde mit einer Kugel in den Kopf, genau neben dem linken Ohr, ermordet.

Başkan Lincoln kulağının tam sol arkasından kafasına sıkılan bir kurşunla bir suikast sonucu öldürüldü.

Ich hielt mein Ohr an die Tür, um zu hören, worüber Tom und Maria sprachen.

Tom ve Mary'nin konuştuklarını duyup duyamadığımı görmek için kulağımı kapıya bastırdım.

Tom hielt sein Ohr an die Tür, um zu hören, was im Nebenzimmer vor sich ging.

Tom kulağını kapıya bastırdı, bitişik odada neler olduğunu duymaya çalıştı.

Er fing an, uns von seinen Erlebnissen während seines Amerikaaufenthalts zu erzählen. Wir waren ganz Ohr.

Amerika'da kaldığı süredeki deneyimlerini bize anlatmaya başladı. Biz dikkat kesildik.

Tom wollte sich Marias Sorgenkatalog zwar nicht anhören, aber er saß trotzdem still da und lieh sein Ohr.

Tom Mary'nin problemlerinin tamamını duymak istemiyordu fakat sessizce oturdu ve dinledi.

- Wenn du irgendwelche Vorschläge hast: ich bin ganz Ohr.
- Wenn Sie irgendwelche Vorschläge haben, würde ich die gerne hören.

Eğer herhangi bir önerilerin varsa, onları duymaktan mutlu olurum.

Tom drückte sein Ohr gegen die Wand, um zu hören, ob er verstehen könne, was seine Eltern nebenan beredeten.

Tom, bitişik odadaki ebeveynlerinin ne konuştuğunu duyup duyamayacağını anlamak için kulağını duvara dayadı.

- Ich bin müde. Ich werde mich ein Weilchen hinlegen.
- Ich bin müde. Ich werde ein kleines Nickerchen machen.
- Ich bin müde. Ich werde mich ein bisschen aufs Ohr legen.

Ben çok yorgunum. Yatacağım.