Translation of "Zamanı" in Polish

0.008 sec.

Examples of using "Zamanı" in a sentence and their polish translations:

Karar zamanı!

Czas decyzji!

Mola zamanı.

Czas na przerwę.

Konuşma zamanı.

Czas porozmawiać.

Kalkma zamanı.

- Czas wstawać.
- Pora wstawać.

Başlama zamanı.

- Czas zaczynać.
- Czas zacząć.

Yemek zamanı.

Czas coś zjeść.

- Şimdi öğlen yemeği zamanı.
- Öğle yemeği zamanı.

Przerwa na obiad.

- Eve gitme zamanı.
- Şimdi eve gitme zamanı.

Czas iść do domu.

Balık zamanı! Evet.

Czas na rybę! O tak!

Yatma zamanı geldi.

Czas iść spać.

Biraz dinlenme zamanı.

Czas na odpoczynek.

Okula gitme zamanı.

Czas byś poszedł do szkoły.

Akşam yemeği zamanı.

Czas na kolację.

Zamanı israf etmeyin.

Nie marnuj czasu.

Şimdi tam zamanı.

Nadszedł czas.

Sanırım başlama zamanı.

Myślę, że czas zacząć.

Öğle yemeği zamanı!

- Przerwa obiadowa!
- Czas na obiad!

Neredeyse gitme zamanı.

Już prawie czas iść.

Neredeyse yatma zamanı.

Już prawie czas spać.

Şimdi içme zamanı

Czas się napić.

Baştan başlama zamanı.

- Czas zacząć od początku.
- Czas zacząć jeszcze raz.
- Czas zacząć od nowa.

Öğle yemeği zamanı.

Czas na obiad.

Saatler zamanı ölçer.

- Zegarki odmierzają czas.
- Zegary odmierzają czas.

- Uyku zamanı.
- Yatma zamanı.
- Yatma vakti.
- Yatma vakti geldi.

Jest pora spać.

Artık dünyamızı ölçmenin zamanı,

Nadszedł czas, aby zmierzyć naszą planetę,

Şimdi banyo yapma zamanı.

Czas na kąpiel.

Kapıyı kapatma zamanı geldi.

Czas zamknąć bramę.

Sanırım mola verme zamanı.

Myślę, że czas na przerwę.

Şimdi eğitimine başlama zamanı.

Teraz czas zacząć się uczyć.

Öğle yemeği yeme zamanı.

Czas zjeść lunch.

Sanıyorum, neredeyse gitme zamanı.

Myślę, że już prawie czas iść.

Gerekli olmadığım zamanı bilirim.

Wiem, kiedy jestem zbędny.

Yatağa yatmanın zamanı geldi.

Najwyższy czas iść do łóżka.

Taze bir başlangıç ​​zamanı.

- Czas zacząć od nowa.
- Czas na nowy początek.

Tom'un çok zamanı yoktu.

Tom nie miał dużo czasu.

Yakında kahvaltı zamanı olacak.

Wkrótce przyjdzie czas na śniadanie.

Sanırım bir içki zamanı.

Myślę, że czas się napić.

McClellan zamanı boşa harcamadı.

McClellan nie tracił czasu.

Saatteki zamanı kontrol ettim.

Sprawdziłem godzinę na zegarze.

Tom'un çok zamanı olmalı.

Tom powinien mieć dużo czasu.

Şimdi bunu yapma zamanı! Tamam.

Do dzieła! W porządku.

Bu harika bir uyanış zamanı.

To czas wielkiego przebudzenia.

Yılın bu zamanı... ...somonla beslenir.

O tej porze roku żywi się łososiem.

Kart oynamak için zamanı yok.

On nie ma czasu na grę w karty.

Yatmanın zamanı geldi de, geçiyor.

Najwyższy czas spać.

Zamanı boşa harcamanı uygun bulmuyorum.

Nie aprobuję twojego marnowania czasu.

Spor yapacak zamanı nasıl buluyorsun?

Jak znajdujesz czas na ćwiczenie?

Üçüncü gardırobu açmanın zamanı geldi.

Już czas otworzyć trzecią szafę.

Henüz eve gitme zamanı değil.

Jeszcze nie czas wracać do domu.

Henüz yemek yeme zamanı değil.

Jeszcze nie pora na jedzenie.

Sana doğruyu söylemenin zamanı geldi.

Przyszedł czas, żebym powiedział ci prawdę.

Tom'un boşa harcayacak zamanı yoktu.

Tom nie miał czasu do stracenia.

Zamanı hızlandırınca ölümcül sırları ortaya çıkıyor.

Na przyspieszonym nagraniu widać ich zabójczy sekret.

Gitmenin zamanı geldi de geçiyor bile.

Najwyższy czas żebyś zbierał się do wyjścia.

Bana kitap okuyacak zamanı olmadığını söyledi.

Powiedział, że nie miał czasu na czytanie książek.

Bu kadar zamanı boşa harcamak istemedim.

Nie chciałem zmarnować tyle czasu.

- Akşam yemeği zamanı.
- Akşam yemeği vakti.

Czas na kolację.

Belki de programlamayı öğrenmeye başlama zamanı.

Może już najwyższy czas żebym zaczął uczyć się programowania.

Saatim zamanı her zaman doğru gösterir.

Mój zegarek jest punktualny.

Ödevini yapmak için Tom'un zamanı yoktu.

Tom nie miał czasu zrobić zadania domowego.

Tom eve gitme zamanı olduğunu söyledi.

Tom powiedział, że już czas iść do domu.

Çocukların yatma zamanı geldi de geçiyor.

Najwyższy czas aby dzieci poszły spać.

Onun zamanı olsaydı bizi ziyaret ederdi.

Gdyby miał czas, złożyłby nam wizytę.

Öğleden sonra onun hep zamanı vardır.

Ona zawsze miała czas po południu.

Senin saç tıraşı olmanın zamanı geldi.

Najwyższy czas, żebyś poszedł do fryzjera.

İlk karşılaştığımız zamanı hâlâ hatırlıyor musun?

Czy wciąż pamiętasz, jak się poznaliśmy?

Birlikte pikniğe gittiğimiz zamanı hâlâ hatırlayabiliyorum.

Wciąż pamiętam, jak kiedyś pojechaliśmy razem na piknik.

Yaklaşık eve gitme zamanı değil mi?

Czy nie czas wracać do domu?

Tom'a onun zamanı için teşekkür ettim.

Podziękowałem Tomowi za poświęcony czas.

Tom'un çok fazla boş zamanı yok.

Tom nie ma wiele wolnego czasu.

Bilgisayarınızın başında öylece oturmayın, karar verme zamanı.

Nie siedź bezczynnie przed komputerem, czas podjąć decyzję.

Kayıp zamanı telafi etmek için çok çalışıyoruz.

Ciężko pracujemy, żeby nadrobić stracony czas.

Tom yardım etmek istedi fakat zamanı yoktu.

Tom chciał pomóc, ale nie miał czasu.

Tom'un yapmasını istediğin şeyi yapacak zamanı yoktu.

Tom nie miał czasu zrobić tego, o co go prosiłeś.

The Beatles'ı ilk dinlediğin zamanı hatırlayabiliyor musun?

Pamiętasz pierwszy raz, kiedy usłyszałeś Bitlesów?

Kriz zamanı geçmişi idealize etmenin manası yok.

W czasach kryzysu nie należy idealizować przeszłości.

Onun zamanı olsaydı bizi ziyaret etmeye gelirdi.

Gdyby miał czas, złożyłby nam wizytę.

Gözlüğümü değiştirmenin zamanı geldi de geçti bile!

Najwyższy czas, abym wymienił swoje okulary!

- Tom'un onu yapmak için ne zaman zamanı vardı?
- Tom'un ne zaman onu yapmak için zamanı vardı?

Kiedy Tom miał czas to zrobić?

İç çamaşırını güvenilir bir bıçakla kesip çıkarma zamanı.

Czas zdjąć majtki z pomocą zaufanego ostrza.

Şimdi gerçekten evlenmek isteyip istemediğine karar verme zamanı.

To właśnie teraz musisz postanowić, czy rzeczywiście chcesz brać ślub.

Bu restoranda ilk yemek yediğin zamanı hatırlıyor musun?

Pamiętasz, kiedy pierwszy raz jadłeś w tej restauracji?

Bizim zamanı biraz daha yapıcı kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.

Myślę, że powinniśmy nieco konstruktywniej wykorzystywać czas.

Hayatta kalma yollarından biri, gereksiz riskler alınmayacak zamanı bilmektir.

Częścią przetrwania jest wiedza, kiedy nie warto ryzykować.

O yaşamak için uzun zamanı olmadığını çok iyi biliyordu.

Doskonale wiedział, że nie zostało mu już dużo życia.

Tom'un acele etmesine gerek yoktu. Onun bol zamanı vardı.

Tom nie musiał się spieszyć. Miał mnóstwo czasu.

Testere pullu engerekler, Maharashtra'nın Ratnagiri bölgesinde geçirdiğimiz zamanı aklıma getiriyor.

Gdy myślę o efie, myślę o czasie spędzonym w Ratnagiri w stanie Maharasztra.

Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.

Przerwa obiadowa uczniów trwa od dwunastej do pierwszej.

Tom'un Mary'nin onun yapmasını istediği her şeyi yapacak zamanı yoktu.

Tom nie miał czasu zrobić wszystkiego, o co Mary go poprosiła.

Amcam Bob saatimi tamir etti ve o artık zamanı doğru söylüyor.

Mój wujek Bob naprawił mój zegar i teraz on wskazuje godzinę prawidłowo.

Onun ve Mary'nin Fuji dağına tırmandıkları zamanı Tom'un bana anlattığını hatırlıyorum.

Pamiętam, że Tom mówił mi, o której weszli z Mary na górę Fuji.

Tom ve Mary'nin birlikte konuşmak için çok zamanı yok. Onların çocukları, her zaman onların ilgisini istiyorlar.

Tom i Mary nie mają czasu ze sobą rozmawiać. Ich dzieci ciągle wymagają ich uwagi.