Translation of "Düşündü" in French

0.006 sec.

Examples of using "Düşündü" in a sentence and their french translations:

Tom öleceğini düşündü.

Tom pensait qu'il allait mourir.

Herkes kaybolacağımızı düşündü.

Tout le monde pensait que nous allions perdre.

Herkes öyle düşündü.

- Tout le monde le pensait.
- Tout le monde a pensé ça.

- Tom Mary'nin deli olduğunu düşündü.
- Tom, Mary'nin delirdiğini düşündü.

Tom pensa que Marie était folle.

Bana benziyor." diye düşündü.

Il me ressemble. »

O, birkaç dakika düşündü.

Elle réfléchit pendant quelques minutes.

O, aptal olduğumu düşündü.

Il pensait que j'étais stupide.

O bir bahane düşündü.

- Il a inventé une excuse.
- Il s'inventa une excuse.

Onlar yenilmez olduklarını düşündü.

- Ils se croyaient invincibles.
- Elles se croyaient invincibles.

Gitmenin görevi olduğunu düşündü.

- Il sentit que c'était son devoir d'y aller.
- Il sentit que c'était son devoir de partir.
- Il a senti que c'était son devoir d'y aller.
- Il a senti que c'était son devoir de partir.

O, alışverişe gitmeyi düşündü.

- Elle avait l'intention d'aller faire des courses.
- Elle avait l'intention d'aller faire des emplettes.

Veya yanlış anlama olduğunu düşündü

ou malentendu

O, onun teklifini dikkatlice düşündü.

Elle considéra sa proposition avec soin.

O, onun eğlendirici olduğunu düşündü.

- Il a pensé que c'était hilarant.
- Il pensa que c'était hilarant.

O, geceyi onunla geçirmeyi düşündü.

Elle pensait qu'il passerait la nuit avec elle.

O benim doktor olduğumu düşündü.

Elle pensa que j'étais le médecin.

O çok yorgun olduğumu düşündü.

Il pensait que j'étais très fatigué.

O iyi bir çözüm düşündü.

Elle pensa à une bonne solution.

Kendisinin yeterince çekici olduğunu düşündü.

Elle pensait qu'elle avait suffisamment de charme.

Tom Mary'nin söylediği hakkında düşündü.

Tom pensa à ce que Mary avait dit.

Tom Mary'nin Fransızca konuşabileceğini düşündü.

Tom pensait que Mary pouvait parler français.

Tom çoğunkla Mary hakkında düşündü.

- Tom a souvent pensé à Mary.
- Tom pensait souvent à Mary.

O bunun aptalca olduğunu düşündü.

Il pensait que c'était idiot.

O, bunun aptalca olduğunu düşündü.

- Elle a pensé que c'était stupide.
- Elle pensa que c'était stupide.

O benim aptal olduğumu düşündü.

Elle pensait que j'étais idiot.

Mary, Tom'un uykuda olduğunu düşündü.

Marie pensait que Tom dormait.

Tom muhtemelen evde olmadığımı düşündü.

Tom a probablement pensé que je n'étais pas à la maison.

Tom muhtemelen onu sevmediğimi düşündü.

Tom a probablement pensé que je ne l'aimais pas.

Tom Mary'nin dalga geçtiğini düşündü.

Tom pensait que Marie plaisantait.

Tom Mary'nin onu yapabileceğini düşündü.

Tom pensait que Mary pourrait le faire.

Plato evrenin üçgenlerden yapıldığını düşündü.

Platon pensait que l'univers était fait de triangles.

O kendini ona sevdirebileceğini düşündü.

Elle pensait qu'elle pouvait faire en sorte qu'il l'apprécie.

Leyla, Sami'nin eşcinsel olduğunu düşündü.

Laïla pensait que Sami était gay.

Tom Mary'nin hazır olduğunu düşündü.

Tom pensait que Marie était prête.

Tom Mary'nin birinci olduğunu düşündü.

Tom pensait que Marie était la première.

Tom Mary'nin uyanık olduğunu düşündü.

Tom pensait que Marie était réveillée.

Tom Mary'nin yalnız olduğunu düşündü.

Tom pensait que Marie était seule.

Sami, Leyla'nın dinliyor olduğunu düşündü.

Sami pensait que Layla écoutait.

Tom Mary'nin onu hatırlayacağını düşündü.

Tom pensait que Mary se serait souvenue de lui.

O da bir an durup düşündü:

Alors elle s'est demandé :

"Yılan yıldızları yemeğimi çalıyor." diye düşündü

elle se dit : "Ces étoiles me volent mon repas",

O "Zamanında derse gidebilirim." diye düşündü.

"Je peux arriver en classe à temps", pensa-t-il.

Gazete için bir şey yazacağını düşündü.

Il pensait écrire quelque chose pour le journal.

O, iyi bir fikir hakkında düşündü.

- Il eut une bonne idée.
- Il a eu une bonne idée.

Belki bunun bir hile olduğunu düşündü.

Il pensa que c'était peut-être un piège.

O, benim bir doktor olduğumu düşündü.

- Elle pensait que j'étais médecin.
- Elle pensait que j'étais toubib.
- Elle pensa que j'étais médecin.

Tom, Mary'nin para sorunları yaşadığını düşündü.

Tom pensait que Mary avait des problèmes d'argent.

Bunun ilginç ve eğlenceli olacağını düşündü.

- Il pensait que ça serait intéressant et amusant.
- Il pensait que ce serait intéressant et amusant.

Herhangi biri bunun hakkında düşündü mü?

Quelqu'un a-t-il pensé à ceci ?

Tom, hayatta kalma şansı olduğunu düşündü.

Tom pensait qu'il avait une chance de survivre.

Tom her şeyin düzenli olduğunu düşündü.

Tom pensait que tout était en ordre.

Çocuk yunusu en iyi arkadaşı olarak düşündü.

Le garçon considérait le dauphin comme son meilleur ami.

İnternette para yapmanın iyi bir yolunu düşündü.

Elle élabora une bonne méthode pour faire de l'argent sur Internet.

Fikrimi söylediğim son kişi deli olduğumu düşündü.

La dernière personne à qui j'ai raconté mon idée a pensé que j'étais cinglé.

Tom bunun berbat bir fikir olduğunu düşündü.

Tom pensait que c'était une terrible idée.

Tom Mary'nin muhtemelen otuz civarında olduğunu düşündü.

Tom pensait que Mary avait probablement la trentaine.

- Tom kazanacağını düşünüyordu.
- Tom senin kazanacağını düşündü.

Tom pensait que tu allais gagner.

"Gerçekten yeni kıyafetlere ihtiyacım var", diye düşündü Dima.

« J'ai vraiment besoin de nouveaux vêtements », pensa Dima.

Belediye başkanı, vergi gelirlerindeki azalmanın araştırılması gerektiğini düşündü.

La maire pensa qu'il devrait enquêter sur la chute des recettes fiscales.

Tom erken gitmenin iyi bir fikir olacağını düşündü.

- Tom pensa que ce serait une bonne idée de partir tôt.
- Tom a pensé que ce serait une bonne idée de partir tôt.

Ragnar'ın 'Oğullarım bunu bilseler gelip beni kurtarırlar' dediğini düşündü.

Il pensait que Ragnar disait: «Si mes fils étaient au courant, ils viendraient me sauver.

Bay Meier Neumann ailesinin tatil için uzakta olduğunu düşündü.

M. Meier pense que les Neumann sont en vacances.

Tom bir doktor görmenin iyi bir fikir olacağını düşündü.

Tom a pensé que ce serait une bonne idée de voir un docteur.

Tom Mary'nin saatte otuz dolardan daha fazla kazanamayacağını düşündü.

Tom pensait que Marie n'aurait pas été capable de gagner plus de trente dollars en une heure.

"Otuz dolar bu küçük oda için çok fazla" diye düşündü.

"Trente dollars, c'est beaucoup pour cette petite pièce", pensa-t-il.

Onlar burada bir fabrika inşa etmenin çok pahalı olacağını düşündü.

Ils pensèrent qu'il serait trop onéreux de bâtir une usine ici.

Mary Tom'un onu baloya çağıracağını düşündü ama o başka birini çağırdı.

Mary pensait que Tom allait l'inviter pour le bal, mais il a invité quelqu'un d'autre.

Tom, Mary'ye kaç yaşında olduğunu sormak istedi ama belki sormaması gerektiğini düşündü.

Tom voulait demander son âge à Mary, mais il a pensé qu'il devrait peut-être ne pas le faire.

Tom Mary'nin fıkralarından birkaçına gülümsedi ama onlardan bazılarının çok komik olmadığını düşündü.

Tom a ri à certaines blagues de Mary, mais il pensait que certaines d'entre elles n'étaient pas très drôles.

Tom Mary'nin onun onu öpmesini istediğini düşündü ama emin değildi bu yüzden öpmedi.

Tom pensait que Mary voulait qu'il l'embrasse, mais il n'était pas sûr, donc il ne l'a pas fait.

Tom ünlü biri olduğunu düşündü ve bu yüzden çocuğuna aptalca bir isim verdi.

Tom s'est pris pour une célébrité et a donné un nom stupide à son enfant.

- Tom bunun aptalca bir plan olduğunu düşündü.
- Tom onun aptalca bir plan olduğunu düşünüyordu.

Tom pensait que c'était un plan idiot.

Tom tüm cümlelerin sonuna doğru onu bu kadar çekenin ne olduğunu merak ediyordu, ve düşündü: "Bana gel, Mary!"

Tom se demandait ce qui l'attirait tant à la fin de toutes les phrases et pensait : « Reviens vers moi, Mary ! »

Alice nehir kıyısında kız kardeşinin yanında oturmaktan sıkılmaya başlamıştı ve yapacak da bir şeyi olmadığından bir iki kez kız kardeşinin okuduğu kitaba çaktırmadan bakıverdi fakat kitapta resim ya da diyalog yoktu, Alice de "resimsiz ve diyalogsuz bir kitap ne işe yarar" diye kendi kendine düşündü.

Alice commençait à être très fatiguée d'être assise à côté de sa sœur sur la berge et de n'avoir rien à faire : une ou deux fois, elle avait jeté un coup d'œil dans le livre que sa sœur était en train de lire, mais il ne contenait aucune image ni conversation, « et à quoi sert un livre », pensait Alice, « sans images ni conversations ? »