Translation of "Atarak" in English

0.004 sec.

Examples of using "Atarak" in a sentence and their english translations:

Tom kapıyı tekme atarak kapattı.

Tom kicked the door shut.

Tom çığlık atarak kabustan uyandı.

Tom woke from his nightmare, screaming.

Kendi canını tehlikeye atarak çocuğu kurtardı.

He saved the child at the risk of his own life.

Kendi hayatını riske atarak köpeği kurtardı.

He rescued the dog at the risk of his own life.

Bacak bacak üstüne atarak sessizce oturdu.

He sat silently with his legs crossed.

Kendi hayatı riske atarak arkadaşını kurtardı.

He saved his friend at the risk of his own life.

Kendi yaşamını riske atarak çocuğu kurtardı.

He saved the boy at the risk of his own life.

Daha fazla dayanamayıp çığlık atarak uçaktan indi

couldn't stand anymore and screamed and got off the plane

Tom karanlıkta bacak bacak üstüne atarak oturdu.

Tom sat cross-legged in the dark.

Mary kanepede bacak bacak üstüne atarak oturdu.

Mary sat cross-legged on the couch.

İnsanlar çığlık atarak yanan binadan koşarak dışarıya çıktı.

People came running out of the burning building, screaming.

Yüzme turları atarak daha fazla zaman geçirmek istemedim.

I didn't want to spend any more time swimming laps.

Çocuklar ateşin yanında bacak bacak üstüne atarak oturdu.

The children sat cross-legged around the fire.

atarak, disiplin ve düzenli eğitimi uygulayarak, olağanüstü bir yönetici

and hard taskmaster, enforcing discipline and  regular training, while paying attention to his  

Kendini bir saldırıya atarak savaşın kontrolünü kaybetti ve Bernadotte'nin Kuzey Ordusu

Throwing himself into an attack, he lost control of the battle, and was badly beaten by Bernadotte’s

Tom Mary'yi kurtarmaya gelmek için tereddüt etmedi, hatta kendi hayatını tehlikeye atarak.

Tom did not hesitate to come to Mary's rescue, even at the risk of his own life.

Mary arkadaşlarına mesaj atarak ya da e-posta yazarak telefonunda çok zaman harcar.

Mary spends a lot of time on her phone, texting and e-mailing her friends.

Ölürsem, yatağında huzur içinde ölen büyük babam gibi ölmek isterim. Arabasındaki tüm yolcular gibi çığlık atarak değil.

When I die, I want to die like my grandfather who died peacefully in his sleep. Not screaming like all the passengers in his car.