Translation of "Unbearable" in Turkish

0.008 sec.

Examples of using "Unbearable" in a sentence and their turkish translations:

- This is unbearable!
- This is unbearable.

- Bu çekilmez.
- Bu dayanılmaz.

She's unbearable.

Çekilmez biri o.

Life became unbearable.

Hayat dayanılmaz oldu.

- It would have been unbearable.
- It would've been unbearable.

Bu dayanılmaz olurdu.

This heat is unbearable.

Bu sıcaklık dayanılmaz.

The pain is unbearable.

Ağrı dayanılmaz.

The pain was unbearable.

Acı dayanılmazdı.

I have unbearable pains.

Benim dayanılmaz ağrılarım var.

Bearing can be unbearable.

Katlanma dayanılmaz olabilir.

The situation was unbearable.

Şartlar dayanılmazdı.

The silence was unbearable.

Sessizlik dayanılmazdı.

The heat was unbearable.

Isı dayanılmazdı.

Is the pain unbearable?

Acı dayanılmaz mı?

This noise is unbearable.

Bu gürültü dayanılmaz.

The smell was unbearable.

Koku katlanılmazdı.

They are unbearable memories.

Onlar dayanılmaz anılar.

The smell is unbearable.

Koku dayanılmaz.

This uncertainty is unbearable.

Bu belirsizlik katlanılmazdır.

The pain was almost unbearable.

Ağrı neredeyse dayanılmazdı.

Tom was in unbearable pain.

Tom dayanılmaz acı içindeydi.

The shame was almost unbearable.

Utanç neredeyse dayanılmazdı.

It must be almost unbearable.

Neredeyse dayanılmaz olmalı.

This is an unbearable truth.

Bu dayanılmaz bir gerçektir.

The heat was almost unbearable.

Isı neredeyse dayanılmazdı.

Life under Tom's roof was unbearable.

Tom'un çatısı altındaki hayat dayanılmazdı.

The unbearable acts of violence that we've --

Bu dayanılmaz şiddet gösterileri...

Change the channel, please; that music is unbearable.

Lütfen kanalı değiştir; o müziğe tahammül edilemez.

The older Mary gets, the more unbearable she becomes.

Mary ne kadar yaşlanırsa o kadar çekilmez olur.

He talked for three hours non-stop. He's unbearable.

O durmaksızın üç saat konuştu. O katlanılmaz.

The situation at home is getting more unbearable every day.

Evdeki durum her geçen gün daha dayanılmaz hale geliyor.

Without art, the crudeness of reality would make the world unbearable.

Sanat olmadan, gerçekliğin kehaneti dünyayı dayanılmaz hale getirecektir.

Some children resort to suicide in order to escape from unbearable pressure.

Bazı çocuklar dayanılmaz baskıdan kaçmak için intihara başvuruyorlar.

Life without humor would be unbearable. This applies to love as well.

Mizah olmadan hayat çekilmez olurdu. Bu sevgi için de geçerlidir.

You can tolerate hunger, but not thirst, because your bowels start to hurt. It's unbearable.

İnsan açlıkla baş edebiliyor ama susuzluğa dayanmak mümkün değil, bağırsakların ağrımaya başlıyor, dayanamıyorsun.

I've wanted to tell you this for a long time: Your cynical jokes are unbearable.

Uzun zamandır bunu söylemek istedim. Sizin alaycı şakalarınız tahammül edilmezdir.

- The pain from the compound fracture was almost intolerable.
- The pain of the compound fracture was almost unbearable.

Bileşik kırığın ağrısı neredeyse katlanılmazdı.