Translation of "Plain" in Turkish

0.006 sec.

Examples of using "Plain" in a sentence and their turkish translations:

Speak plain truth.

Gerçeğin ta kendisini konuş.

He's a plain speaker.

Açıkça konuşur.

That's just plain wrong.

- Düpedüz yanlış bu.
- Bu bariz yanlış.

It's in plain sight.

O, açık görüş içinde.

She's a plain speaker.

O açık konuşan biri.

Plain white paper will do.

Sadece beyaz kağıt yeterli.

His meaning is quite plain.

Onun söylemek istediği oldukça açık.

Explain it in plain words.

Onu sade bir dille açıklayın.

He gives plain, simple explanations.

Sade, basit açıklamalar yapar.

She's a plain looking girl.

O sade görünümlü bir kız.

Explain it in plain language.

Bunu sade bir dille açıkla.

It's as plain as day.

- Bu, gün gibi ortada.
- Gün gibi aşikar.
- Gün gibi açık.
- Bu açık seçik.
- Bu, gün gibi aşikar.
- Bu bariz.
- Bu besbelli.
- Bu, gün ışığı kadar aşikar.

That's plain enough, isn't it?

Bu yeterince sade değil, değil mi?

Tell me in plain English.

Bana sade bir türkçeyle anlat.

- We are used to eating plain food.
- We're used to eating plain food.

Biz sade yemek yemeğe alışkınız.

Try to write in plain English.

Düz İngilizce ile yazmaya çalış.

She wore a plain blue dress.

O, düz mavi bir elbise giydi.

I'm just a plain office worker.

Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.

Add plain yogurt and soy milk.

Sade yoğurt ve soya sütü ekleyin.

The river meanders across the plain.

Nehir düzlükte menderesler çiziyor.

That hotel serves good plain food.

Bu otel iyi sade yemek servis eder.

Mary wore a plain white dress.

Mary basit bir beyaz elbise giydi.

Mary wore a plain blue dress.

Mary düz bir mavi elbise giydi.

The city is on a plain.

Kent bir ova üzerindedir.

Tom was a plain, ordinary kid.

Tom düz, sıradan bir çocuktu.

Tom ate plain and simple food.

Tom, sade ve basit bir yemek yedi.

Mary is a plain-looking girl.

Mary düz görünümlü bir kızdır.

So I speak plain English in court.

Bu yüzden mahkemede sade bir İngilizceyle konuşurum.

Could you say that in plain English?

- Bunu sade bir İngilizce ile söyleyebilir misiniz?
- Bunu sade bir Türkçe ile söyleyebilir misiniz?

Could you put it in plain language?

Onu sade bir dille söyleyebilir misin?

Will you explain it in plain English?

Onu herkesin anlayabileceği bir şekilde açıklar mısınız?

He made a speech in plain English.

Yalın bir İngilizce ile konuşma yaptı.

Let me make plain what I mean.

İzin ver demek istediğimi netleştireyim.

I'm just a plain old office worker.

Ben sadece düz eski bir ofis çalışanıyım.

Tom handed Mary a plain white envelope.

Tom, Mary'ye düz beyaz bir zarf verdi.

Calvin Coolidge was quiet and plain-looking.

Calvin Coolidge sessiz ve sade görünümlüydü.

It is plain that you are to blame.

Senin suçlanacağın belli.

Fadil got away with murder. Plain and simple.

Fadıl cinayetten ceza almadı. Sade ve basit.

- I'm just a plain old office worker.
- I'm just a plain office worker.
- I'm just a regular office worker.

Ben sadece sıradan bir ofis çalışanıyım.

It's quite plain that you haven't been paying attention.

Dikkat etmediğin oldukça açık.

It is plain that you have done this before.

Bunu daha önce yaptığın açık.

A surprise attack is almost impossible in this plain.

Bu ovada sürpriz bir saldırı neredeyse imkansızdır.

That's as plain as the nose on your face.

- Bu apaçık.
- Bu, gün gibi ortada.
- Bu açık seçik.
- Bu, gün gibi aşikar.
- Bu bariz.
- Bu besbelli.
- Bu, gün ışığı kadar aşikar.

Written in plain English, this book is easy to read.

Sade bir İngilizceyle yazılmış bu kitabı okumak kolay.

He made it plain that he wanted to marry her.

Onunla evlenmek istediğini açıkladı.

Ms. Yamada translated the fascinating fairy tale into plain Japanese.

Bayan Yamada büyüleyici Japon masalını düz Japoncaya çevirdi.

She made it plain that she wanted to marry him.

O, onunla evlenmek istediğini açıkça belirtti.

Mary is fairly plain, but Tom thinks she's the bee's knees.

Meryem oldukça sıradan biri, ama Tom onu bulunmaz Hint kumaşı gibi görüyor.

Most cities in that country are found on the coastal plain.

O ülkede birçok şehir kıyı düzlüğünde bulunurlar.

She made it plain that she wanted to go to college.

O, üniversiteye gitmek istediğini açıkça ortaya koydu.

Tom made it plain that he didn't want to do that.

Tom onu yapmak istemediğini açıkça ortaya koydu.

Written in plain English, the book can be read even by you.

Kitap sade bir İngilizce ile yazıldığında senin tarafından bile okunabilir.

Written as it is in plain English, the book is suitable for beginners.

Kitap düz İngilizce ile yazıldığı için yeni başlayanlar için uygundur.

Now there is nothing but desert, where there used to be a fertile plain.

Şimdi bereketli bir ovanın olduğu yerde çölden başka bir şey yok.

Justin's home was raided by the police and they found cocaine in plain-sight.

Justin'in evi polis tarafından basıldı ve onlar açıkta kokain buldular.

Tom made it plain that he wanted Mary to do the work by herself.

Tom Mary'nin işi tek başına yapmasını istediğini açıklığa kavuşturdu.

It's as plain as the nose on your face that Tom is dotty about Mary.

Tom'un Meryem'e vurgun olduğu ayan beyan ortada.

The flat plain, free of any obstacles seems an ideal battleground for their style of warfare.

Düz arazi, herhangi bir engelden yoksun olan zemin savaş tekniklerine oldukça uygun gözüküyor.

The city was heavily fortified, situated atop steep slopes and cliffs, high above the surrounding plain.

Şehir çok ağır tahkimliydi. Bayır ve uçurumların en dik yerinde , çevre ovadan oldukça yüksek bir yerdeydi.

She married him for his money, and couldn’t put up with his plain way of living.

Parası için onunla evlendi ve onun sıradan yaşantısına katlanamadı.

- She always dresses very simply.
- She always dresses very modestly.
- The clothes she wears are always plain.

Giydiği kıyafetler her zaman sade.

- I don't like this quiet necktie. Please show me a more colourful one.
- I don't like this plain necktie. Please show me a more colourful one.

Ben bu düz kravatı sevmiyorum. Bana daha renkli bir tane gösterin.