Translation of "Charm" in Turkish

0.004 sec.

Examples of using "Charm" in a sentence and their turkish translations:

He has charm.

Onun albenisi var.

Use your charm.

Çekiciliğini kullan.

She has great charm.

Onun harika bir cazibesi var.

It worked like a charm.

- Çok işe yaradı.
- Tıkır tıkır çalıştı.

It'll work like a charm.

Bu tıkır tıkır işleyecek.

You're my good luck charm.

Sen benim şans meleğimsin.

Mary tried to charm Tom.

Mary, Tom'u cezbetmeye çalıştı.

It's part of her charm.

Onun cazibesinin bir parçası.

Sami succumbed to Layla's charm.

Sami Leyla'nın büyüsü altında kaldı.

Does goodness charm more than beauty?

İyilik güzellikten daha mı hoştur?

- He has charm.
- He's got charisma.

Onun karizması var.

This is my good luck charm.

Bu benim uğurlu eşyam.

Sami found himself drawn to Layla's charm.

Sami kendini Leyla'nın cazibesine çekilmiş buldu.

The picture has a charm of its own.

Resmin kendine ait bir cazibesi var.

Her warm personality adds charm to her beauty.

Onun sıcak kişiliği güzelliğine çekicilik katıyor.

Paris has a great charm for Japanese girls.

Paris Japon kızları için büyük bir cazibeye sahiptir.

Are you some kind of good luck charm?

Bir tür iyi şans tılsımın var mı?

Tom does have a certain charm, doesn't he?

Tom'un belli bir cazibesi var, değil mi?

My frivolity is the secret to my charm.

Benim hoppalığım cazibem için sırdır.

The old cottage has a certain charm about it.

Eski yazlığın bu konuda belirli bir çekiciliği vardır.

Man is judged by his courage, woman by her charm.

Erkek cesaretiyle yargılanır, kadın cazibesiyle.

Tom keeps a rabbit's foot as a good-luck charm.

Tom iyi bir şans tılsımı olarak bir tavşan ayağı saklar.

Tom keeps an eagle feather as a good-luck charm.

Tom iyi bir şans tılsımı olarak bir kartal tüyünü saklıyor.

Layla went on a charm offensive to talk to Sami.

Leyla, Sami'yle konuşmak için sempati atağına geçti.

The buildings look pretty ragged now, but they still have charm.

Binalar artık oldukça dağınık görünüyor fakat hala cazibeleri var.

The charm of Kyoto consists of the beauty of its old temples.

Kyoto'nun çekiciliği eski tapınaklarının güzelliğinden oluşur.

We sometimes disparagingly call noise, music that's insignificant and devoid of any charm.

Bazen kötüleyici olarak gürültü, önemsiz ve cazibeden yoksun müzik diyoruz.

This book is my good luck charm. I read it every five months.

Bu kitap benim uğurlu eşyam. Onu her beş ayda okurum.

I like this picture, not because it is a masterpiece, but because it has charm.

Bu resmi bir sanat eseri olduğu için değil ama cazibesi olduğundan dolayı beğeniyorum.

Part of the charm of a big city lies in the variety of styles that can be seen in the architecture of its buildings.

Büyük bir şehrin cazibesinin bir kısmı onun binalarının mimarisinde görülebilen stillerin çeşitliliğine bağlıdır.