Translation of "Zorunda" in Korean

0.010 sec.

Examples of using "Zorunda" in a sentence and their korean translations:

zorunda kaldık.

우린 더 새로운 약을 개발해야만 했습니다

Yolunu bulmak zorunda,

아마 해결책을 찾아야 할텐데,

Şansını denemek zorunda.

‎한번 해볼 수밖에요

Bunu kuramlaştırmak zorunda değilsiniz.

그 방법에 대해 생각만 할 필요는 없습니다.

Gerçekten konuşmak zorunda değilim

저는 실제로 말을 할 필요가 없어요.

Topluluklarından ayrılmak zorunda değiller.

학생들은 살고 있는 마을을 떠나지 않고 배울 수 있습니다.

Bu şekilde olmak zorunda değil.

이대로여야만 하는 건 아닙니다.

Bir kitabın olmak zorunda değil.

쇼로 만들었으면 하는 그런 책이 없어도 되죠.

Yavrularını 24 saat beslemek zorunda.

‎새끼들은 온종일 ‎먹이를 먹어야 합니다

Ve bunları ayırmak zorunda değiliz.

우리는 굳이 이 갈등을 해결하지 않아도 됩니다.

Yüksek sesle cevap vermek zorunda değilsiniz:

크게 대답하지 않아도 됩니다:

Kitlesel fon yaratmak zorunda mı kalacağız?

사랑하는 사람을 살리기 위해 크라우드펀딩에 의존할건가요?

Hastalar para konusunda endişelenmek zorunda değiller.

돈 걱정을 할 필요 없어요.

Hatta üç kere bakmak zorunda kaldım.

왜 그토록 인상적인지 알고 싶었죠.

Ama bu şekilde olmak zorunda değil.

그런 식으로 해결할 필요가 없다는 거죠.

Ama kâfi gelmiyor. Çekilmek zorunda kalıyor.

‎충분치 못했군요 ‎후퇴해야 합니다

Ve onlarla baş etmek zorunda kaldım,

상대해야만 했습니다.

Ya bu şekilde olmak zorunda değilse?

만약, 그런 방법이 아니어도 된다면?

Ve sonrasında onları temsil etmek zorunda kaldı.

변호를 했어야 했을 정도니까요.

Ya milyonlarca insan işlerini kaybetmek zorunda değilse?

수백만의 사람들이 직장을 잃지 않아도 된다면?

“Komünist Partiyi selamlayan şarkılar söylemek zorunda kaldık."

우리는 공산당을 찬양하는 노래를 불러야 했습니다

Neyse ki belki de bunu yapmak zorunda değiliz.

다행히도, 우리는 그럴 필요가 없습니다.

Uyku yoksunluğu denen bu şeyle uğraşmak zorunda kalmadı.

한 번도 수면 부족이라는 문제에 직면한 적이 없다는 의미입니다.

Ebeveynler bildirim yapılmaksızın değiştirilen şartları kabul etmek zorunda.

부모들은 약관이 바뀐 것을 모른 채 약관에 동의하게 됩니다.

15 yumurtasını bırakır bırakmaz başladığı yere dönmek zorunda.

‎알 15개를 낳자마자 ‎암컷은 강으로 되돌아가야 합니다

Bu dersleri ben zor yollardan öğrenmek zorunda kaldım,

제가 캄보디아에 고아원을 설립한 이후에

Ve yurt odamdan yaptığım işi çöküşte kapatmak zorunda kalmıştım

저는 기숙사문제도 있었고, 버블이 터지면서 회사도 닫아야했습니다.

Birleşik Devletler'de öğrenciler toz toprak içinde oturmak zorunda değiller.

미국 학생들은 먼지 바닥에 앉을 필요가 없지요.

Telefonlarını kontrol noktalarında teslim etmek zorunda olan Uygurlardan bahsediyoruz.

우리가 위구르인과 이야기하려면 검문소에 휴대폰을 반납해야 하죠

Bir hastasına cinsiyet, ırk veya etnik kökenini sormak zorunda kalmamıştı.

환자에게 성별과 인종 혹은 민족성을 물을 필요가 없었습니다.

Ama bir noktadan sonra, fokların geri kalanları da beslenmek zorunda.

‎그러나 물개들도 ‎배를 채우긴 채워야 합니다

Çince, "Çok yaşa [Çin cumhurbaşkanı] Xi Jinping" demek zorunda kaldık!

우리는 '시진핑 [주석] 만세!'라고 중국어로 반복해야 했습니다

Ve ne zamandır orada olduğunu bilmediğim bir halatla tırmanmak zorunda kalmayacağım.

그럼 얼마나 오래됐는지 모를 밧줄에 의지하지 않아도 되죠

Ve yıllardır meslektaşlarım ve ben şöyle sorulara cevap vermek zorunda kalıyoruz:

몇 년 동안, 현대인들과 저는 이런 질문들을 쏟아냈죠,

Oldukça pahalı bir bilet satın almak ve bir orkestra bulmak zorunda değilsiniz.

엄청나게 비싼 티켓을 사거나 오케스트라를 찾을 필요가 없습니다.

Sorun şu ki buradan indikten sonra devam etmek zorunda kalacağım. Yukarı çıkış yok.

문제는 여길 한 번 내려가면 돌이킬 수 없단 겁니다 다시 올라올 방법이 없어요

22 dereceye düşen sıcaklığa katlanılabiliyor. Bu fil ailesi güneş çıkmadan içme suyu bulmak zorunda.

‎22도까지 떨어져 견딜 만하죠 ‎이 코끼리 가족은 해가 뜨기 전에 ‎마실 물을 찾아야 합니다

Bunu yerde kesmek zorunda kaldım ve ülkelerin kötü görünmemesi için büyük bir çaba harcadım.

나라들이 왜곡되어 보이더라도 몇 군데를 자르고 늘려야 합니다.