Translation of "Ohren" in Turkish

0.013 sec.

Examples of using "Ohren" in a sentence and their turkish translations:

- Habe ich rote Ohren?
- Sind meine Ohren rot?

- Kulaklarım kırmızı mı?
- Kulaklarım kızarmış mı?

Meine Ohren schmerzen.

Kulaklarım ağrıdı.

Haben Ameisen Ohren?

Karıncaların kulakları var mı?

Er hat Ohren.

- Sağır değil.
- Kulakları var.

- Eine Katze hat zwei Ohren.
- Die Katze hat zwei Ohren.

Bir kedinin iki kulağı vardır.

Kaninchen haben große Ohren.

Tavşanların büyük kulakları vardır.

Ich habe gute Ohren.

İyi kulaklarım var.

Elefanten haben zwei Ohren.

Fillerin iki kulağı vardır.

Wir haben zwei Ohren.

İki kulağımız var.

Hasen haben lange Ohren.

Yaban tavşanlarının uzun kulakları vardır.

Vulkanier haben spitze Ohren.

Vulkanların sivri kulakları var.

Elfen haben spitze Ohren.

Elflerin sivri kulakları vardır.

Tom hat große Ohren.

Tom'un büyük kulakları var.

Tom hat gute Ohren.

Tom'un iyi işitme duyusu var.

Ich habe kleine Ohren.

Küçük kulaklarım var.

- Kannst du mit den Ohren wackeln?
- Kannst du mit deinen Ohren wackeln?

Kulaklarını oynatabilir misin?

Meine Ohren sind oft entzündet.

Sık sık kulak enfeksiyonu geçiriyorum.

Ich höre mit meinen Ohren.

Ben kulaklarımla duyuyorum.

Die Katze hat zwei Ohren.

Kedinin iki kulağı var.

Ein Kaninchen hat lange Ohren.

- Bir tavşanın uzun kulakları vardır.
- Tavşanların uzun kulakları vardır.

Ich traute meinen Ohren nicht!

Kulaklarıma inanamadım!

Wir hören mit den Ohren.

Biz kulaklarımızla duyarız.

Mir klingeln noch die Ohren.

Kulaklarım hâlâ çınlıyor.

Prinz Charles hat große Ohren.

Prens Charles'ın büyük kulakları var.

Tom traute kaum seinen Ohren.

Tom kulaklarına inanamadı.

Warum hast du so große Ohren?

Niçin kulaklarınız o kadar büyük?

Ich habe viel um die Ohren.

Son derece meşguldüm.

Schreib dir das hinter die Ohren!

Kulağına küpe olsun!

Das ist Musik in meinen Ohren.

Bunu duymak harika.

Ihre neue Frisur bedeckt ihre Ohren.

Onun yeni saç modeli kulaklarını örtüyor.

Er grinste bis über beide Ohren.

Onun ağzı kulaklarına varmış.

Spitz die Ohren für diese Musik!

Müziği dinle.

Tom grinste bis über beide Ohren.

Tom ağzı kulaklarına vararak gülüyordu.

Tom ist feucht hinter den Ohren.

Tom acemi çaylak.

- Afrikanische Elefanten haben größere Ohren als asiatische Elefanten.
- Afrikanische Elefanten haben größere Ohren als asiatische.

Afrika fillerinin, Asya fillerinden daha büyük kulakları vardır.

Du bist noch grün hinter den Ohren.

Hâlâ toysun.

Mir klingelten von den Prügeln die Ohren.

Dövülmekten kulaklarım çınlıyordu.

Ihre Stimme klingt noch in meinen Ohren.

Sesi hâlâ kulaklarımda çınlıyor.

Mir kam zu Ohren, Tom wolle heiraten.

Tom'un evlendiğini duydum.

Du steckst bis über beide Ohren drin!

- Haddini aşıyorsun.
- Çizmeyi aşıyorsun.
- Başından büyük işlere kalkışıyorsun.
- Haddini bilmiyorsun.
- Boyunu aşan işlere girişiyorsun.

- Die Wände haben Ohren.
- Feind hört mit.

Yerin kulağı var.

Mir kam ein interessantes Gerücht zu Ohren.

İlginç bir söylenti duydum.

Warum hat ein Esel so lange Ohren?

Eşeğin neden böyle uzun kulakları var?

Er ist bis über beide Ohren verliebt.

Deli gibi âşık.

Ihm wachsen unansehnliche Haare aus den Ohren.

Onun kulağının dışında büyüyen çirkin tüyleri var.

Kaninchen haben lange Ohren und kurze Schwänze.

Tavşanların uzun kulakları ve kısa kuyrukları vardır.

Tom ist noch feucht hinter den Ohren.

- Tom hâlâ çaylak.
- Tom hâlâ deneyimsiz.
- Tom'un ağzı hâlâ süt kokuyor.

Ich habe ein Klingeln in meinen Ohren.

Kulaklarım çınlıyor.

- „Wessen Ohren sind das?“ — „Die von Micky Maus.“
- „Von wem sind diese Ohren?“ — „Sie sind von Mickey Mouse.“

"Bunlar kimin kulakları?" "Mickey Mouse'un."

- Ich habe nur einen Mund, aber zwei Ohren.
- Ich habe nur einen Mund, aber ich habe zwei Ohren.

Sadece tek ağzım ama iki kulağım var.

Mir kam zu Ohren, du könnest gut kochen.

Yemek pişirmede iyi olduğunu duyuyorum.

Er ist über beide Ohren in Mary verliebt.

O, Mary'ye sırılsıklam âşık.

Tom steckte sich die Finger in die Ohren.

Tom parmaklarını kulaklarına soktu.

Wände haben Ohren, Schiebetüren aus Papier haben Augen.

Duvarların kulakları var, sürgülü kağıt kapıların gözleri var.

Die Wände haben Ohren, die Türen haben Augen.

Duvarların kulakları vardır, kapıların gözleri vardır.

Ich stecke bis über die Ohren in Schulden.

Gırtlağıma kadar borçtayım.

Deine Stimme ist wie Musik in meinen Ohren.

Onun sesi kulaklarıma müzik gibi geliyor.

Afrikanische Elefanten haben größere Ohren als asiatische Elefanten.

Afrika filinin, Asya filinden daha büyük kulakları vardır.

Du bist ja noch nicht trocken hinter den Ohren!

Sen hâlâ dünkü çocuksun.

Ein Kaninchen hat lange Ohren und einen kurzen Schwanz.

Bir tavşanın uzun kulakları ve kısa bir kuyruğu var.

Tom war bis über beide Ohren in Maria verliebt.

Tom Mary'ye sırılsıklam aşık olmuştu.

Sie verliebte sich bis über beide Ohren in ihn.

O, ona tamamen aşık oldu.

Maria ist bis über beide Ohren in Tom verknallt.

Mary Tom'a âşık oldu.

Der afrikanische Elefant hat größere Ohren als der asiatische.

Afrika filinin, Asya filinden daha büyük kulakları vardır.

Der Fuchs hat einen langen Schwanz und spitze Ohren.

Tilkinin uzun bir kuyruğu ve sivri kulakları vardır.

Neben den Narben an Ohren und Armen humpelt sie nun,

Kulak ve kollarındaki yaraların yanı sıra topallayarak yürüyor,

Mit überdimensionalen Ohren horcht es nach Vibrationen im hohlen Holz.

Aşırı büyük kulaklarıyla kovuğun içindeki titreşimleri dinler.

Was benutzt du, um das Schmalz aus deinen Ohren herauszuholen?

Kulaklarınızdaki kulak kirini çıkarmak için ne kullanırsınız?

Ich habe Augen und Ohren, wo sonst niemand sie hat.

Hiç kimsenin onlara sahip olmadığı yerde kulaklarım ve gözlerim var.

Die Ohren eines Kaninchens sind länger als die eines Fuchses.

Bir tavşanın kulakları bir tilkininkinden daha uzundur.

Er schüttelt den Kopf, als hätte er Wasser in den Ohren.

Kulaklarında su olduğu için kafasını sallıyor.

Tom hatte sich bis weit über beide Ohren in sie verliebt.

Tom ona umutsuzca âşık olmuştu.

Mir kam zu Ohren, dass Tom vorhat, nach Boston zu ziehen.

Tom'un Boston'a taşınmayı planladığını duydum.

- Tom war so beschäftigt.
- Tom hatte so viel um die Ohren.

Tom çok meşguldü.

Als er meine Stimme hörte, stellte mein Hund die Ohren auf.

Benim sesimle, köpeğim kulaklarını dikti.

Mir kam zu Ohren, Tom arbeite jetzt bei derselben Firma wie Maria.

Tom'un artık Mary'nin çalıştığı aynı şirkett çalıştığını duydum.

Als der Engländer diese letzte Frage hörte, traute er seinen Ohren nicht.

İngiliz, bu son soruyu duyunca kulaklarına inanamadı.

- Er verschloss seine Ohren vor meinem Rat.
- Er wollte meinen Rat nicht hören.

Tavsiyeme kulaklarını kapattı.

- Ich kann nicht glauben, was ich da höre.
- Ich traue meinen Ohren nicht.

Kulaklarıma inanamıyorum.

- Ich traute meinen Ohren nicht.
- Ich konnte nicht glauben, was ich da hörte.

Kulaklarıma inanamadım.

Vielleicht hat Tom gar nicht so viel um die Ohren, wie er sagt.

Tom gerçekten olduğunu söylediği kadar meşgul olmayabilir.

Weißt du, dass die Elefanten zwei riesige Ohren haben, dich aber trotzdem nicht verstehen?

Fillerin iki büyük kulakları olduğunu ama hala seni anlayamadıklarını biliyor musun?

Weil es äußerst laut in dem Zimmer war, hielt sich Tom die Ohren zu.

Oda çok gürültülüydü, Tom da bu yüzden kulaklarını tıkadı.

Du hast einen Mund und zwei Ohren, um mehr zuzuhören und weniger zu reden.

Sen bir ağzın ve iki kulağın var, bu yüzden daha çok dinle ve daha az konuş.

Wir haben zwei Ohren und einen Mund; daher sollten wir mehr zuhören, als wir sagen.

İki kulağımız ve bir ağız var, bu nedenle söylediklerimizden daha çok dinlemeliyiz.

Tom traute kaum seinen Ohren, als er hörte, dass Maria nach Hause käme, um wieder dort zu wohnen.

Tom Mary'nin kalmak için eve geri döndüğünü duyduğunda kulaklarına güçlükle inandı.

- Worauf hören wir?
- Worauf sollen wir beim Hören achtgeben?
- Worauf sollen wir beim Hören achten?
- Wonach richten wir unsere Ohren hier aus?

Ne için dinliyoruz.

- Ich war hoffnungslos in ihn verliebt.
- Ich war ihm ganz und gar verfallen.
- Ich war bis über beide Ohren in ihn verliebt.

Ben ona tamamen aşıktım.

Wir sehen mit den Augen, hören mit den Ohren, berühren mit der Haut, riechen mit der Nase und schmecken mit der Zunge.

Biz gözlerimizle görürüz, kulaklarımız ile duyarız, derimiz ile temas ederiz, burnumuz ile koklarız ve dilimizle tadarız.

- Tom hatte so viel um die Ohren, dass er das Mittag ausfallen ließ.
- Tom war so beschäftigt, dass er das Mittagessen übersprang.

Tom o kadar meşguldü ki öğle yemeğini atladı.

Man hat je zwei Ohren und Augen, jedoch nur einen Mund, um viel sehen und viel hören, aber nur wenig reden zu können.

Göz ile kulak iki, ağız tek. Çok görüp, çok dinleyip, az konuşmak için.

- Meine Mutter wird mich umbringen.
- Meine Mutter wird mir das Fell über die Ohren ziehen.
- Meine Mutter wird mich totschlagen.
- Meine Mutter bringt mich noch um.

Annem beni öldürecek.