Translation of "فإنه" in Turkish

0.007 sec.

Examples of using "فإنه" in a sentence and their turkish translations:

فإنه شيء غريب.

bu garip bir şeydir.

لذا فإنه سيحتاجنا جميعًا.

Bu işin hepimize ihtiyacı var.

كما ترون، فإنه وبالنسبة للخلاف

Gördüğünüz gibi, anlaşmazlıkla ilgili şey

‫فإنه يعلم أنها ليست قاتلة بالفطرة.‬

ve katil doğmadıklarını biliyor.

فإنه سيغرق استراليا إلى حد الركبة.

Avustralya'yı dize kadar suyla kaplardı.

أنا مسيحي، أما هو فإنه بودي.

Ben bir Hıristiyanım ama o, bir Budist.

فإنه من السهولة بمكان أن يؤيد التحالف.

arkadaşlarınızı savunmanız daha kolay olacaktır.

عندما لا يكون هناك ضوء، فإنه صامت.

Işık olmadığı zamanlar sessiz kalacaktı.

لأكون صريحًا، فإنه شيء غير مراعٍ لشعور الآخرين.

Dürüst olmak gerekirse, bu biraz düşüncesizlik.

فإنه يعرف شخصًا قريبًا منه، يعاني من الإدمان.

ona yakın birinin bağımlı olma ihtimali var.

فإنه من الضروري أن نركز على إمكانية النجاح

başarı ihtimaline odaklanmak

فإنه لا مفر من أن يكون لديك أمانٌ نفسي.

psikolojik güven ortamı olması son derece elzemdir.

فإنه سيستطيع مشاهدتك أنت وعائلتك وأنتم تأتون وتخرجون من المنزل،

saldırmak için doğru zamanı beklerken

- أيا كان ما تقوله فسيجعلها تبكي.
- مهما قلت فإنه سيبكيها.

Ne söylersen söyle, onu ağlatırsın.

فإنه في خلال ال30 عام السابقة، وفي الولايات المُتحدة الأمريكية فقط،

son 30 yılda yalnızca ABD'de

ولكن إن كان الأمر عكس ذلك، فإنه قد يثمنُ التفاصيل الصغيرة،

Ama bilginiz varsa en küçük ayrıntıyı bile görürsünüz,

ولذلك فإنه يُرجح أن تكون وسائل التواصل الاجتماعي للمستقبل على نحو أفضل.

Belki de geleceğin sosyal medyası daha iyi olacaktır.

فإنه يتبغي عليك أن تنظر عوضًا عن ذلك إلى الحمم البركانية ذاتها.

o zaman yanardağların kendisinden başka bir yere bakmamalısınız.

وبالطبع فإنه من الصعب أن تمارس الجنس إذا كنت تفتقر للتواصل بالشر، أليس كذلك؟

Ve, tabii, bağ olmadan seks yapmak zordur, değil mi?

‫لكن إن عرفنا كيف نستخدمه بشكل صحيح‬ ‫فإنه يستطيع أن ينقذنا في ساعة الحاجة.‬

ama onu doğru şekilde kullanmayı bilirsek ihtiyacımız olduğunda bizi kurtarabilir.

‫بدون موئل طبيعي،‬ ‫فإنه ليس هناك مكان ليعيش فيه إنسان الغابة‬ ‫ويزدهر على ذلك الكوكب.‬

Habitatları olmadan, orangutan nüfusu başka bir yerde hayatta kalıp büyüyemez.

‫لذا لعله كان مندهشاً‬ ‫من معاملة الناس له بشكل سيئ‬ ‫وإطلاق النار عليه وأشياء من هذا،‬ ‫لذا فإنه لم يهرب فوراً.‬

muhtemelen insanların ona kötü davranmasına, ateş etmelerine şaşırdı, o yüzden hemen kaçmadı.