Translation of "Zorunda" in Spanish

0.059 sec.

Examples of using "Zorunda" in a sentence and their spanish translations:

zorunda kaldık.

que puedan combatir a estas bacterias.

- Konuşmak zorunda değilsin.
- Konuşmak zorunda değilsiniz.

No tienes que hablar.

- Mutlaka gitmek zorunda değilsin.
- Gitmek zorunda değilsin.

No tenés que ir.

Alkışlamak zorunda değilsiniz.

No tienen que aplaudir, está bien.

Yolunu bulmak zorunda,

Tendrá que encontrar su camino,

Şansını denemek zorunda.

Tiene que hacerlo.

Sevmek zorunda değilsin

No tienes que amar

Çalışmak zorunda mıyım?

¿Tengo que estudiar?

Gitmek zorunda değilim.

No tengo que ir.

Tom zayıflamak zorunda.

Tom tiene que bajar de peso.

Yemek zorunda değilsiniz.

No necesitas comer.

Herkes yemek zorunda.

Todos tienen que comer.

Kalmak zorunda değilsin.

- No necesitas quedarte.
- No necesitan quedarse.

Gitmek zorunda değiliz.

No tenemos que ir.

Durmak zorunda kaldık.

Tuvimos que parar.

Denemek zorunda kaldım.

Tuve que darle una oportunidad.

Saklanmak zorunda kaldım.

Yo me tuve que esconder.

Gitmek zorunda kaldım.

Tuve que ir.

Ödemek zorunda kalacaksın.

Tendrás que pagar.

Su içmek zorunda.

Él debe tomar agua.

Biri ödemek zorunda.

Alguien tiene que pagar.

O yapılmak zorunda.

Hay que hacerlo.

Tom kalmak zorunda.

- Tom se debe quedar.
- Tom tiene que quedarse.

Tom gitmek zorunda.

Tom tiene que ir.

Öğrenci ilerlemek zorunda.

El alumno tiene que mejorar.

Hayır, zorunda değilsin.

No, no tienes por qué.

Çalışmak zorunda değilsin.

No tienes que estudiar.

Deney başlamak zorunda.

El experimento debe comenzar.

Onlar gelmek zorunda.

Ellos tienen que venir.

- Keşke gitmek zorunda olmasaydın.
- Keşke gitmek zorunda olmasan.

Ojalá no tuvieras que irte.

- Pil şarj edilmek zorunda.
- Akü şarj edilmek zorunda.

Hay que cargar la batería.

- Cevap vermek zorunda değilsin.
- Cevap vermek zorunda değilsiniz.

- No tenés que responder.
- No hace falta que respondas.
- No hace falta que responda.

- Özür dilemek zorunda değilsin.
- Özür dilemek zorunda değilsiniz.

No hace falta que te disculpes.

- Bunu yapmak zorunda değildin.
- Bunu yapmak zorunda değilsiniz.

No tenías que hacer esto.

- Tom artık gitmek zorunda.
- Tom şimdi gitmek zorunda.

- Tom tiene que irse ya.
- Tom tiene que ir ya.

- Siz oraya gitmek zorunda değilsiniz.
- Oraya gitmek zorunda değilsin.

No necesitas ir ahí.

- Gerçekten yatmak zorunda mıyım?
- Gerçekten yatağa gitmek zorunda mıyım?

¿Realmente tengo que ir a la cama?

Gücünü göstermek zorunda değilsin.

no te sientes obligado a mostrar tu poder.

Açıklamak zorunda kalana kadar.

a alguien que nunca antes había estado aquí.

Bunu kuramlaştırmak zorunda değilsiniz.

Y no es necesario teorizar sobre ello.

Gerçekten konuşmak zorunda değilim

Y no tengo que hablar realmente,

Topluluklarından ayrılmak zorunda değiller.

sin que tengan que viajar fuera de sus propias comunidades.

Işçilerin çalışmak zorunda kaldığı

los trabajadores tuvieron que trabajar

İstemedikçe gitmek zorunda değilsin.

No tienes que ir a menos que quieras.

Acele etmek zorunda değilsiniz.

- No tienes que darte prisa.
- No hace falta que te des prisa.

Planımızdan vazgeçmek zorunda kaldık.

Fuimos obligados a abandonar nuestro plan.

Ne yemek zorunda kaldın?

¿Qué comiste?

Borcu silmek zorunda kaldık.

Él tuvo que cancelar la deuda.

Belgeyi imzalamak zorunda kaldı.

Le obligaron a firmar el documento.

O derhal kalkmak zorunda.

Él tiene que levantarse de inmediato.

Otobüse binmek zorunda mıyız?

¿Tenemos que tomar el autobús?

Amerika'ya gitmek zorunda kaldım.

Tuve que ir a América.

Geri dönmek zorunda kalacağız.

Tendremos que regresar.

Ben gitmek zorunda kaldım.

Fui forzado a ir.

Bununla yüzleşmek zorunda kalacaksın.

Tendrás que aceptarlo.

Bunu kabullenmek zorunda kalacaksın.

Tendrás que aceptarlo.

Tom diyet yapmak zorunda.

Tom tiene que hacer dieta.

Tom kendini korumak zorunda.

Tom tiene que protegerse.

Ken hızlı koşmak zorunda.

Ken debe correr rápido.

Eve yürümek zorunda kaldım.

Tuve que irme a la casa a pie.

Beni uyandırmak zorunda değildin.

No hacía falta que me despertaras.

Ölmek zorunda olduğunu unutma.

- Recuerda que debes morir.
- Acordate que tenés que morir.

Keşke çalışmak zorunda olmasam.

Ojalá no tuviera que trabajar.

Mektup yazmak zorunda mıyım?

¿Tengo que escribir una carta?

Bunu yapmak zorunda değilsin.

No hace falta que hagas eso.

Japonca çalışmak zorunda değilim.

No tengo que estudiar japonés.

İstemiyorsan yemek zorunda değilsin.

No tienes que comer si no quieres.

İstifa etmek zorunda kaldım.

Tuve que renunciar.

Böyle olmak zorunda değil.

No hay que ser así.

O bilmek zorunda değil.

Ella no tiene por qué saberlo.

Toplantıya katılmak zorunda değiliz.

No estamos obligados a asistir a la junta.

Tom beklemek zorunda kalacak.

Tom tendrá que esperar.

Şimdi gitmek zorunda mısın?

¿Debes marcharte ahora?

İstemiyorsan kalmak zorunda değilsin.

No tenés que quedarte si no querés.

İstemiyorsan evlenmek zorunda değilsin.

- No tenés que casarte si no querés.
- No tienes que casarte si no quieres.

Dikkatli olmak zorunda olacağız.

Tendremos que tener cuidado.

Onu yapmak zorunda kaldım.

Tuve que hacerlo.

O çok çalışmak zorunda.

Tiene que estudiar mucho.

Bugün çalışmak zorunda değilsin.

Hoy no tienes que trabajar.

Bunu yapmak zorunda değiliz.

No hay para qué hacer esto.

Çabucak ayrılmak zorunda kaldık.

- Tuvimos que marcharnos enseguida.
- Tuvimos que irnos corriendo.

Tom hastaneye gitmek zorunda.

- Tom debe ir al hospital.
- Tom tiene que ir al hospital.

İstasyona gitmek zorunda kalacak.

Él tendrá que ir a la estación.

Çok çalışmak zorunda kalacaksın.

Tendrás que trabajar mucho.

Dün çalışmak zorunda değildim.

Ayer no tuve que estudiar.

Yarın oraya gitmek zorunda.

Él debe ir allá mañana.

Yarın gelmek zorunda değilsin.

- No tienes que venir mañana.
- No tiene que venir mañana.

O saati onarmak zorunda.

Él tiene que reparar el reloj.

O İngilizce konuşmak zorunda.

Él tiene que hablar inglés.

Konuşma yapmak zorunda mıyım?

¿Debo dar un discurso?

O, çalışmak zorunda değildir.

Él no necesita trabajar.

Tom bilmek zorunda değil.

Tom no necesita saber.