Translation of "Bulaşıcı" in English

0.004 sec.

Examples of using "Bulaşıcı" in a sentence and their english translations:

Tüm bulaşıcı hastalıklar bulaşıcı değildir.

Not all the infectious diseases are contagious.

Süper bulaşıcı.

Super contagious.

Bu bulaşıcı.

It's contagious.

Bulaşıcı mı?

Is it contagious?

Hastalığın bulaşıcı mı?

Is what you have contagious?

Bulaşıcı bir hâl aldı.

It's contagious.

Tifüs, bulaşıcı bir hastalıktır.

Typhus is a contagious disease.

- Ben bulaşıcıyım.
- Hastalığım bulaşıcı.

I'm contagious.

Kabakulak bulaşıcı bir hastalıktır.

Mumps is an infectious disease.

Yeni koronavirüs çok bulaşıcı.

The new coronavirus is very infectious.

Bunun bulaşıcı olmadığını söylediğini düşündüm.

- I thought that you said it wasn't contagious.
- I thought you said it wasn't contagious.
- I thought you said that it wasn't contagious.

Onun bulaşıcı olmadığını söylediğini düşündüm.

- I thought that you said it wasn't contagious.
- I thought you said it wasn't contagious.
- I thought that you said that it wasn't contagious.
- I thought you said that it wasn't contagious.

Tom'un bulaşıcı bir hastalığı var.

Tom has a contagious disease.

Senin bir bulaşıcı hastalığın var.

You have an infectious disease.

Onların bulaşıcı bir hastalığı var.

They have an infectious disease.

Biz bulaşıcı bir hastalık bahsediyoruz.

We're talking about a contagious disease.

Fadıl'ın bulaşıcı bir gülüşü vardı.

Fadil had a contagious smile.

Korkma. O hastalık bulaşıcı değildir.

Don't be afraid. That disease isn't contagious.

Saygının güzel tarafı ise bulaşıcı olmasıdır.

And the good thing about respect is that it's contagious.

Tom'un bulaşıcı bir hastalığı olduğunu bilmiyordum.

I didn't know Tom had a contagious disease.

Kızamık bildiğimiz en bulaşıcı hastalıklardan biridir.

Measles is one of the most contagious diseases we know.

Grip ve soğuk algınlığı çok bulaşıcı.

The flu and the common cold are very contagious.

Doktor Tom'un hastalığının bulaşıcı olmadığını söyledi.

The doctor told us that what Tom has isn't contagious.

Doktor Tom'un sahip olduğu şeyin bulaşıcı olmadığını söyledi.

The doctor said that what Tom has isn't contagious.

Louis Pasteur mikropların en bulaşıcı hastalıklara neden olduklarını keşfetti.

Louis Pasteur discovered that germs cause most infectious diseases.

Bilim adamları bunu, bir hastalığın ne kadar bulaşıcı olduğunu tanımlamak için kullanıyor.

Scientists use it to describe how contagious a disease is.

Otomatik kapıların kesin bir avantajı, insanlar kapı kollarına dokunarak bulaşıcı hastalıklarını yayamayacaklarıdır.

A definite advantage of automatic doors is that people can't spread their contagious diseases by touching door handles.

Bu şarkıyı severim. Bunun bulaşıcı bir ritmi var ve dans etmek için iyidir.

I like this song. It has an infectious rhythm and it's good to dance to.