Translation of "Llevan" in Turkish

0.009 sec.

Examples of using "Llevan" in a sentence and their turkish translations:

Llevan años peleados.

- Yıllardır savaşıyorlar.
- Yıllardır mücadele ediyorlar.

Lo llevan al nido

onu da yuvaya taşıyorlar

Ellos también lo llevan

onuda götürüyorlar

Ellos se llevan bien.

Onlar birbirleriyle iyi geçinirler.

¿Cuánto tiempo llevan caminando?

Onlar ne kadar süredir yürüyor?

¿Llevan aquéllas faldas blancas?

O kızlar beyaz etek mi giyiyor?

Se llevan a matar.

Onlar gerçekten birbirlerinden nefret ediyorlar.

Los dos llevan uniforme.

- Her ikisi de üniforma giyiyorlar.
- Her ikisi de üniforma giyiyor.

Lo llevan a su nido

yuvalarına taşıyorlar

Los cosmonautas llevan trajes espaciales.

Kozmonotlar uzay giysileri giyerler.

Algunas mujeres no llevan sujetador.

Bazı kadınlar sutyen giymez.

Los astronautas llevan trajes espaciales.

Astronotlar uzay kıyafetleri giyerler.

Algunos hombres asiáticos llevan maquillaje.

Bazı Asyalı erkekler makyaj yaparlar.

Ellos llevan diez años casados.

Onlar on yıldır evliler.

Llevan diez años viviendo aquí.

Onlar on yıldır burada yaşıyorlar.

Ellos llevan aquí desde 1989.

Onlar 1989'dan beri buradalar.

- ¿Cómo se llevan por estos días?
- ¿Qué tal se llevan estos últimos días?

Bu günlerde aranız nasıl?

Llevan caminando más de cuatro horas.

Dört saati aşkın süredir yürüyorlar.

Aprendimos por qué llevan virus fáciles

neden kolay virüs taşıdıklarını öğrendik

Se llevan bien con sus vecinos.

Onların komşularıyla arası iyi.

Ellos no se llevan bien juntos.

Onlar birlikte geçinemezler.

Todos los caminos llevan a Roma.

Tüm yollar Roma'ya çıkar.

Todos los caminos llevan a Elsinor.

Bütün yollar Elsinore'a çıkar.

Esos dos no se llevan bien.

O ikisi geçinemezler.

Creo que llevan casados cinco años.

Sanırım onlar beş yıldır evli.

Tom y Mary se llevan bien.

Tom ve Mary birbirleri ile iyi geçinirler.

Estos murciélagos llevan el virus muy fácilmente

virüsü ise çok kolay taşır bu yarasalar

Las muchachas llevan faldas cortas estos días.

Kızlar bugünlerde kısa etek giyiyor.

Ellos llevan viendo esa película por horas.

Onlar uzun yıllardır o filmi izliyorlar.

Tom y Mary no se llevan bien.

Tom'un Mary ile arası açık.

Tom y Mary llevan ambos sombreros cafés.

- Tom ve Mary her ikisi de kahverengi şapka giyiyorlar.
- Hem Tom hem de Mary kahverengi şapka giyiyorlar.

Tom y Mary llevan tres años casados.

Tom ve Mary üç yıldır evliler.

Buenos estudiantes llevan un registro de sus calificaciones,

iyi öğrenciler notlarını takip eder,

Pensó: "Bueno, las ofiuras se llevan mi comida",

"Yılan yıldızları yemeğimi çalıyor." diye düşündü

- ¿A dónde nos llevas?
- ¿A dónde nos llevan?

Bizi nereye götürüyorsun?

- Creo que llevan razón.
- Creo que tienen razón.

Sanırım onlar haklı.

Las personas de aquí llevan una vida tranquila.

Buradaki insanlar huzurlu bir hayat yaşar.

Tom y Mary simplemente no se llevan bien.

Tom ve Mary sadece onu taklit etmezler.

¿Sabes cuántos años llevan casados Tom y Mary?

Tom ve Mary'nin kaç yıldır evli olduğunu biliyor musun?

Mi perro y mi gato se llevan bien.

Köpeğim ve kedim iyi geçinir.

Aunque estas prácticas ya no se llevan a cabo,

Şimdi, günümüzde bu uygulamalar artık kullanılmıyor,

Llevan las cicatrices y las evidencias de guerras, migraciones,

Savaş, göç, ekonomik çalkantı

Me temo que ellos no se llevan muy bien.

Korkarım ki onlar çok iyi geçinmiyor.

Un montón de niños llevan esa clase de gorro.

Birçok çocuk o tür şapkayı giyer.

- Todos ellos están vistiendo uniformes.
- Todos ellos llevan uniformes.

Hepsi üniforma giyiyor.

Los llevan a cazar a altas horas de la noche.

Avlanmaları gerek. Gecenin geç saatlerine kadar.

Pero usan un lenguaje sorprendentemente amable y se llevan bien.

Fakat şaşırtıcı ölçüde nazik bir dil kullanarak geçinmeyi başarıyorlar.

Parte de Uds. llevan encima parte de esa solución hoy:

Bir kısmınız çözümü bugün yanınızda taşıyorsunuz:

El señor y la señora Murai llevan diez años casados.

Murai çifti on yıldır evli.

Los que están enfermos lo llevan a esa área para sanar

hastası olanlar iyileştirmek için o bölgeye götürüyor

Lo cortan en pedazos pequeños y lo llevan a su casa

onuda küçücük parçalara ayırıp yuvalarına taşıyorlar

Los helicópteros médicos llevan a personas muy enfermas a los hospitales.

Tıbbi helikopterler çok hasta insanları hastanelere götürürler.

Los estudiantes desean que sepamos cuán complicada es la vida que llevan.

Görüyorsunuz, öğrencilerimiz hayatlarının karmaşıklıklarını bilmenizi istiyor.

- Se llevan como perro y gato.
- Ellos pelean como gato y perro.

Onlar kedi ve köpek gibi kavga ediyorlar.

- Tom y Mary se llevan muy bien.
- Tom y Mary congenian muy bien.

Tom ve Mary çok iyi anlaşırlar.

Tom y Mary no se llevan bien. Ellos no tienen nada en común.

Tom ve Mary birbiriyle geçinmiyor. Onların ortak bir şeyi yok.

Los libros son las abejas que llevan el polen de una inteligencia a otra.

Kitaplar bir akıldan diğerine polen taşıyan arılardır.

Tom y Mary no se llevan muy bien el uno con el otro estos días.

Tom ve Mary bugünlerde birbirleriyle çok iyi geçinemiyorlar.

- Sé paciente y persistente. Estas cosas llevan tiempo.
- Sé paciente y persistente. Estas cosas toman tiempo.

Sabırlı ve ısrarcı ol. Bu şeyler zaman alır.

Cuando llevan la cabeza atrás y se enroscan, tienen el poder de saltar hacia adelante y atacar.

Sarmal hâline gelip kafalarını öyle geriye çekmeleri, saldırıya ve ileri atılmaya hazır oldukları anlamına gelir.

Grupos de enfrantamientos se llevan a cabo ya que ningún bando es capaz de apuntalar sus filas.

Bu küçük çatışmalar her iki tarafında düzenli mevzi oluşturamadığı bir hal alıyor.

- Todos los caminos llevan a Roma.
- Muchos caminos conducen a Roma.
- Todos los caminos conducen a Roma.

Tüm yollar Roma'ya çıkar.

- Creo que llevas razón.
- Creo que tienes razón.
- Creo que tenéis razón.
- Pienso que tienes razón.
- Creo que llevan razón.

Sanırım sen haklısın.

- Creo que llevas razón.
- Creo que tienes razón.
- Creo que tenéis razón.
- Pienso que tienes razón.
- Creo que usted tiene razón.
- Creo que llevan razón.

Sanırım sen haklısın.