Translation of "Mène" in Turkish

0.017 sec.

Examples of using "Mène" in a sentence and their turkish translations:

- Tom mène une enquête.
- Tom mène l'enquête.
- Tom enquête.

Tom araştırıyor.

- Qu'est-ce qui te mène ?
- Qu'est-ce qui vous mène ?

Seni motive eden ne?

L'amour mène le monde.

Dünyayı yöneten aşktır.

Où mène cette rue ?

O yol nereye gidiyor?

Voyons où celui-là mène.

Bakalım bu nereye çıkıyor.

Je mène bien les gens.

İnsanlara yol gösteririm.

Je mène une vie prenante.

Ben meşgul bir hayat sürdürüyorum.

Elle mène une vie solitaire.

- O yalnız bir hayat sürdü.
- Yalnız bir hayat sürdü.

Tom mène une vie paisible.

Tom sakin bir hayat sürüyor.

Elle mène une vie saine.

O sağlıklı bir yaşam tarzına sahiptir.

Je mène une vie simple.

Basit bir hayat yaşıyorum.

Cette porte mène au bureau.

Bu kapı çalışma odasına götürür.

Il mène une vie trépidante.

O telaşlı bir hayat sürüyor.

Mène ces chèvres à la montagne.

Bu keçileri dağa götür.

La pauvreté mène à la ruse.

- Yoksulluk kurnazlık öğretir.
- Yoksul geçimini düzeltmek için her yolu dener.

Cette route mène à la ville.

Bu yol şehre gider.

Cette route mène à Hong Kong.

Bu yol Hong Kong'a gider.

Ce chemin mène à la rivière.

Bu yol nehre gider.

Cette porte mène à la cuisine.

Bu kapı mutfağa götürür.

Alors, où cette technologie nous mène-t-elle ?

Peki bu teknoloji bizi nereye götürüyor?

Et Mark mène le combat pour corriger Facebook.

Ve Mark Facebook'u düzeltme konusundaki suçlamaları üzerine alıyor.

La grande rue qui mène au centre-ville.

Doğruca şehir merkezine çıkan ana yol.

La rue qui mène à l'hôtel est étroite.

Otele giden yol dar.

La réponse nous mène à un cercle vicieux.

- Cevap bizi kısır bir döngüye götürür.
- Cevap bizi bir döngüye götürür.

- Où mène cette rue ?
- Où conduit cette rue ?

Bu cadde nereye götürür?

Je mène une vie tout à fait normale.

Ben tamamen normal bir hayat yaşıyorum.

La solitude nous mène à nous connecter aux autres,

Yalnızlık bizi diğer insanlarla iletişime geçmeye iter,

Cela ne mène qu'à des rassemblements ternes et répétitifs,

Bu da toplantıları sadece sıkıcı ve benzer yapmıyor,

Il mène une série d'opérations audacieuses contre les Autrichiens,

Yakın bir arkadaş olan General Desaix'in övgüsünü kazanarak

Sa femme le mène par le bout du nez.

Onun karısı onu parmağında oynatır.

Cette ligne d'autobus mène en dehors de la ville.

Bu otobüs hattı şehir dışına gider.

Je vais vous montrer le chemin qui y mène.

Size oraya nasıl gideceğinizi göstereceğim.

Il s'est trompé, ce chemin ne mène pas au château.

O hatalıydı, bu yol kaleye çıkmaz.

- Cette route conduit au parc.
- Cette route mène au parc.

Bu yol parka gider.

Il est certainement possible que le stress mène à des habitudes malsaines,

Stresin sağlıksız alışkanlıklara yol açması kesinlikle mümkün

Et la Chine qui mène dans le domaine de mise en œuvre,

Çin de uygulama çağına öncülük ettiği

- La police enquête.
- La police y regarde.
- La police mène son enquête.

Polisler onu araştırıyorlar.

Mais il y a une route qui mène à la maison tout droit.

ancak eve doğrudan giden bir yol vardı.

Elle se comporte comme une adolescente. Elle mène une vie folle et fantastique

bir genç gibi davranıyor. Çılgınca, fantastik bir hayat sürüyor

Agressif et brillant que jamais. A Saalfeld, il mène le premier grand combat de la guerre,

gibi aktif, saldırgan ve zekiydi. Saalfeld'de, Prens Louis Ferdinand'ın komuta ettiği bir Prusya tümenini bozguna uğratarak

- Le fils du président mène les forces spéciales.
- Le fils du président commande les forces spéciales.

Başkanın oğlu özel kuvvetlere başkanlık ediyor.