Translation of "Yalnızca" in Dutch

0.012 sec.

Examples of using "Yalnızca" in a sentence and their dutch translations:

Yalnızca örnekleme adına

Puur ter illustratie

Yalnızca Tanrı mükemmeldir.

Alleen God is perfect.

Basitçe, nüfusumuz yalnızca büyümüyor,

Simpel gezegd neemt niet alleen onze wereldwijde bevolking toe,

Yalnızca 146 milyon dolar.

slechts 146 miljoen dollar.

Bu yalnızca finansal açı.

Maar dit is alleen het financiële plaatje, toch?

Ancak yalnızca sabit değil.

Het is niet statisch.

Politika yalnızca enflasyonu hızlandıracak.

Het beleid zal inflatie alleen maar versnellen.

O yalnızca dikkat istiyor.

Hij wil gewoon aandacht.

Yalnızca birkaç saatim var.

Ik heb maar een paar uur.

Panda yalnızca Çin'de yaşar.

Reuzenpanda's leven alleen in China.

Fransızca yalnızca Fransa'da konuşulmaz.

Frans wordt niet alleen in Frankrijk gesproken.

Sen yalnızca bir korkaksın.

Je bent gewoon een lafaard.

Hayır, teşekkürler. Yalnızca bakıyorum.

- Neen dank u, ik kijk maar wat.
- Nee, dank u. Ik kijk wat rond.

Yalnızca iki olasılık var.

Er zijn maar twee mogelijkheden.

Burada yalnızca ben kaldım.

Ik ben de enige die nog hier is.

Ben yalnızca İtalyanca konuşurum.

Ik spreek alleen Italiaans.

Eve yalnızca kahve içer.

Eve drinkt alleen koffie.

Yorgun olan yalnızca ben değilim.

Ik ben niet de enige die moe is.

Yalnızca Dünya ve Ay ikizlerdir.

Alleen de Aarde en de Maan zijn tweelingen.

Cesur olan yalnızca siz değilsiniz.

Jij bent niet de enige die dapper is.

Çizimler yalnızca görsellerin iletişimi sağlamıyor,

En tekeningen kunnen niet alleen beelden overbrengen,

Yalnızca beni kabul etmeni istedim.

Ik wou gewoon dat je me aanvaardde.

Bu şeyler yalnızca İsveç'te olur.

Deze dingen gebeuren alleen in Zweden.

Yalnızca dört tane at yarıştaydı.

Er deden maar vier paarden mee aan de race.

Biz yalnızca olgun meyve topladık.

Wij hebben enkel rijp fruit verzameld.

Neden yalnızca iki araban var?

Waarom heb je maar twee auto’s?

Yalnızca bir kız kardeşim var.

Ik heb maar één zus.

Yalnızca sana yardım etmeye çalışıyorum.

Ik wil jullie alleen maar helpen.

Yalnızca okumak için gözlük takıyorum.

Ik draag alleen bij het lezen een bril.

Tom yalnızca beyaz et yer.

Tom eet enkel wit vlees.

Yalnızca Hindistan'da yılda 5.000 ölümden sorumlu.

...alleen al in India 5000 per jaar.

Ne yaptığımızı düşünürken yalnızca bunu hatırlayın.

Vergeet dat niet als we nadenken over waar we mee bezig zijn.

Amaç yalnızca bir soruya yanıt bulmak:

Je wil één vraag kunnen beantwoorden:

Yalnızca popülasyonlarının sağlıklı olmasıyla devam edebilir,

zullen alleen voortduren als de populaties gezond zijn.

Ama atmosferde kalan karbondioksit yoğunluğu yalnızca

Maar de concentratie van het kooldioxide dat in de atmosfeer blijft,

Yalnızca Fransızca değil, İspanyolca da konuşuyor.

Hij spreekt niet alleen Frans, maar ook Spaans.

Kabul ediyorum ama yalnızca tek şartla.

- Ik accepteer, maar op één voorwaarde.
- Ik ga akkoord, maar op één voorwaarde.

Tom yalnızca doğru şeyi yapmaya çalışıyordu.

Tom probeerde gewoon het juiste te doen.

Tom yalnızca iyi görünümlü kızlarla ilgileniyor.

Tom is alleen geïnteresseerd in knappe meiden.

Bu kural yalnızca yabancılar için uygulanır.

Die regel wordt alleen op buitenlanders toegepast.

Bu yalnızca erkeklerin kadınlar üzerindeki casusluğu değildi.

Het gaat dus niet enkel om mannen die vrouwen bespioneren.

Bazıları İsveç'in yalnızca küçük bir ülke olduğunu

Sommigen zeggen dat Zweden maar een klein land is

İşte orada! Yorgun olan yalnızca ben değilim.

Daar is hij. Hij is niet de enige die moe is.

Avrupalıların yalnızca %15'i okuma yazma biliyordu.

kon niet meer dan 15% van de Europeanen lezen of schrijven.

Bunun yalnızca %0,05'i sanat için ayrılsa

slechts 0,05 procent toebedeeld zou worden aan kunst,

Yalnızca sivil nüfusu kazanarak olduğunu fark etti

door de burgerbevolking voor zich te winnen .

Gerçeği, yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?

Zweert u de waarheid te zeggen, de hele waarheid, niets dan de waarheid?

Diplomasını yalnızca sosyolojiden değil felsefeden de aldı.

Hij behaalde zijn diploma niet alleen in sociologie maar ook in filosofie.

İtalyanlar makarna yemek için yalnızca çatallarını kullanırlar.

Italianen gebruiken alleen hun vork om spaghetti te eten.

Hiç Japonca bilmiyorum, yalnızca biliyormuş gibi yapıyorum.

- Ik weet niets van Japans; ik doe maar alsof.
- Ik kan helemaal geen Japans, ik doe maar alsof.

Bu türlerden yalnızca birine bir şey olsa bile

als er iets gebeurt met slechts één van die rassen

Batı medenıyeti ise yalnızca birkaç saniye yaşamış olurdu.

De westerse beschaving is dan een paar seconden oud.

- Yalnızca bir kez yaşarsın.
- Sadece bir kez yaşarsın.

Je leeft maar één keer.

- Sadece on beş dakika.
- Yalnızca on beş dakika.

- Slechts een kwartier.
- Slechts vijftien minuten.

- Sanırım yalnızca ben farkındayım.
- Sanırım sadece ben uyanığım.

Ik denk dat ik de enige ben die wakker is.

Ona merhaba dediğimde asla yanıtlamaz; yalnızca başını eğer.

Wanneer ik hem begroet, zegt hij nooit iets terug; hij knikt alleen met zijn hoofd.

Ama bu yalnızca, hepimiz ciddiye alırsa işe yarar.

Maar dat werkt alleen als iedereen het serieus neemt.

Ben bütün bunların yalnızca bir oyun olduğunu biliyorum.

Ik weet dat dit allemaal maar een spel is.

Bu otelde yalnızca sigara içmeyenler için odalar vardır.

In dit hotel zijn er enkel kamers voor niet-rokers.

Tom otuz dilde "Ben yalnızca Fransızca konuşabilirim." diyebilir.

Tom kan in dertig talen "Ik spreek alleen Frans" zeggen.

- Hayat sadece bir hayaldir.
- Yaşam yalnızca bir rüyadır.

Het leven is maar een droom.

Modern gemilerin yalnızca küçük bir mürettebata ihtiyacı var.

Moderne schepen hebben maar een kleine bemanning nodig.

O yalnızca mavi-yeşil gözlü Polonya kızlarını sever.

Hij houdt alleen van Poolse meisjes met blauwgroene ogen.

Yalnızca kendisi için yaşayan kimse, başkaları için ölüdür.

Hij die alleen voor zichzelf leeft, is dood voor anderen.

Ve bizim bu konu üzerine olacak çalışmalarımızın yalnızca başı.

en het is nog maar het begin van ons onderzoek naar dit onderwerp.

Yalnızca bir kişinin galip çıkacağı bir kriter oluşturmaktan kaçındım.

maar ik bepaalde criteria voor een lead.

- Hayır, teşekkür ederim. Sadece bakıyorum.
- Hayır, teşekkürler. Yalnızca bakıyorum.

Nee, dank u. Ik kijk wat rond.

Tom o zaman yalnızca 13 ya da 14 yaşındaydı.

Tom was toen nog maar dertien of veertien jaar oud.

Sen bana yalnızca bir şey için söz vermek zorundasın.

Je moet me alleen één ding beloven.

- Kitap rafında yalnızca kitaplar var.
- Kitaplıkta sadece kitaplar var.

- Op de boekenplank staan alleen boeken.
- Er zijn alleen boeken op het boekenrek.

- Sadece iki elim var.
- Benim yalnızca iki elim var.

Ik heb maar twee handen.

- Sadece beş dakika gecikmiştim.
- Yalnızca 5 dk. geç kalmıştım.

Ik was maar vijf minuten te laat.

Yalnızca altı kilometre batıda ama bu bizim için kolay olmayacak.

Ze is maar zes km naar het Westen... ...maar dit is geen simpele wandeling.

2011'de Dünya Sağlık Örgütü, yalnızca üye Batı Avrupa devletlerinde

In 2011 schatte de WHO

Yalnızca bu tür bir iddiayla kendimi okyanus biliminin içinde buldum.

Oceanografie trok me aan door precies dit soort uitdagingen.

Belçikalı diye bir şey yok, yalnızca Valonlar ve Flamanlar var.

Er zijn geen Belgen. Er zijn enkel Walen en Vlamingen.

Soğuk nedeniyle yalnızca bir çalışma günümü kaçırdım ve masam kağıtlarla dolu.

Ik ben maar één werkdag weggeweest vanwege een verkoudheid en er liggen stapels papier op mijn bureau.

- Sadece iki kişi depremi atlattı.
- Depremden yalnızca iki kişi sağ kurtuldu.

Slechts twee mensen overleefden de aardbeving.

George Bush'un fazlasıyla gösterdiği gibi, ABD başkanı olmak yalnızca bir nebze zeka gerektirir.

Zoals George Bush uitvoerig heeft bewezen, vereist president van de Verenigde Staten te zijn maar een beperkte intelligentie.

O güzel, bu doğru ama o ağzını bir defa açtı mı sen yalnızca kaçmak isteyeceksin.

Ze is knap, dat klopt, maar wanneer ze haar mond opendoet dan wil je alleen maar weg!

- Marko yalnızca İngilizce değil Almanca da okudu.
- Mariko sadece İngilizce değil aynı zamanda Almanca eğitimi de aldı.

Mariko heeft niet alleen Engels maar ook Duits geleerd.

Avrupa Birliği'nin teorik olarak aynı haklara sahip 23 resmi dili var ama uygulamada yalnızca üç dil işliyor: İngilizce, Fransızca ve Almanca.

De Europese Unie heeft 23 officiële talen die in theorie gelijke rechten hebben, maar in de praktijk slechts 3 werktalen: Engels, Frans en Duits.

"Esperanto: Avrupa veya Asya dili" denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

In zijn essay "Esperanto: een Europese of een Aziatische taal" toonde Claude Piron de gelijkenis aan tussen het Esperanto en het Chinees, en ontkrachtte zo het denkbeeld dat het Esperanto enkel een op Europa gerichte taal zou zijn.

Roma dünyasında hüküm süren muhtelif ibadet şekillerinin tümü, insanlar tarafından mütesaviyen doğru, düşünürü tarafından yanlış, yargıcı tarafından da faydalı olarak görüldü. Ve böylelikle müsamaha yalnızca karşılıklı müsamahayı değil, aynı zamanda dinsel uyumu da ortaya koydu.

De verschillende vormen van aanbidding die in de Romeinse wereld heersten, werden door het volk gezien als even waar; door de filosoof als even onwaar; en door de magistraat als even nuttig. En zo leidde de tolerantie niet alleen tot wederzijdse toegeeflijkheid, maar zelfs tot religieuze eensgezindheid.