Translation of "Veren" in Arabic

0.007 sec.

Examples of using "Veren" in a sentence and their arabic translations:

Tekrar insanlara önem veren

نحتاج دليلًا جديدًا ينظر إلى الأشخاص من جديد.

Bir sohbete ilham veren dünyalar.

حوارًا بيننا.

Bana her şeyi veren kişi.

التي منحتني كل شيء ببساطة.

Topluma zorluk veren sorunların üstüne giden

فهم يهتمون بالقضايا التي تؤرق المجتمع،

Mutluluğumuz ve mutsuzluğumuza karar veren şey

كيف تكون حالة العقل

Özellikle bekârete değer veren bir kültürde,

إنه مشكل حضاري

Yani aslında kutba ismini veren şey

ما اسم القطب بالفعل

Ve Christopher Jarvis bu gösteriye ilham veren

دانيل سيمونز وكريستوفر جارفيس، أجريا تجربة مدهشة

O, ısırdığında acı veren korkunç bir katil,

‫إنه قاتل شرير مع لدغة مؤلمة،‬

Her türlü toplum hizmeti veren servisler bulunmakta.

التي تجعل وظيفتها هذه كأي مدينة ضخمة.

Kamu hizmeti veren şirket en sonunda yıktı,

وأخيراً مُزقت شركة المرافق،

Bunu tarihimize şekil veren ırkçılık ve seksizmin

في الأنماط التاريخية للعنصرية و التميز الجنساني

Sana bu su tabancasını veren kişi Tom'muydu?

هل توم هو من اعطاك مسدس الماء هذا ؟

Alçaltıcı, kendine zarar veren, şiddet yanlısı olduğunu söylüyor.

هو أمر ضد التعليم، وأمر مهين ومدمر للنفس وأمر عنيف،

Aramızda bir bağ yaratan bir şeye ilham veren,

قد خلقت شيئًا داخله فأصبح رابطًا بيننا،

Biz aynı zamanda bu kültüre yön veren kişileriz,

أننا نحن من يشكل تلك الثقافة

Eğitim ve öğretime önem veren bir müdür yardımcısı

مساعد مدير يهتم بالتعليم والتدريب

Ve bu sanata olan ilgime hayat veren bir düşünce.

وفكرة تجسد إعجابي بهذا الفن.

Artık masumiyetlerini muhafaza etmelerine izin veren koruyucular hâline gelirler.

فيصبحون الحامي، السماح لهم الاحتفاظ ببراءتهم.

Sıradaki şey ise Kazıklı Voyvodaya adını veren olay olacaktı

وما تلاها بعد اشتعلت اسطورة فلاد الخازوق

Yavru hayvanlarda nikotin iyi yapılanmış, sinirlere zarar veren bir toksin.

في الحيوانات الناضجة، من المتفق عليه أن النيكوتين نوعٌ من السموم العصبية،

O eserlerin Türkiye'ye getirilmesinde büyük mücadele veren Uşak Müze Müdürü

يعطي نضالا كبيرا في الأعمال التي جلبت إلى تركيا مدير متحف Usak

Ney'in beş Mareşali, ölüm cezasına oy veren büyük çoğunluk arasındaydı.

كان خمسة من زملائه مارشال من بين الغالبية العظمى الذين صوتوا لصالح عقوبة الإعدام.

Dünya bir altın kuralı takip eder: Parayı veren düdüğü çalar.

يحترم عالمنا قانوناً ذهبياً واحداً: من يملك الذهب يضع القانون.

'Evet, pazartesi gününü kötü geçirmek istiyorum' diye cevap veren oldu mu?

"أجل أريد بأن يكون يوم الاثنين سيء"؟

Ama ilaçlara zarar veren o değil. Bu muhtemelen bir maymunun işi.

‫ولكنها لم تعبث بهذه الأدوية.‬ ‫على الأرجح أن قرداً فعل ذلك.‬

, ancak zaferi kazanmaya yardımcı olarak cesurca karşılık veren genç askerlerinden etkilendi.

هجوم Blucher المفاجئ ، لكنهم قاتلوا بشجاعة ، مما ساعد على تحقيق النصر.

Yalnız olduğu bilgisini veren insanların oranı iki kat artarak %40'a çıktı.

تضاعفت نسبة من أبلغوا عن شعورهم بالوحدة إلى 40%.

Birçok ülkede besleyici gıda yetiştirmeye çok az imkân veren veya hiç imkân vermeyen

كما أن هناك صحارى غذائية في الكثير من البلدان

Saldırı ve zaferlere daha önem veren, her zaman saldırılarda bulunan olan bir ordu olacaktı.

عوض حكم الأراضي المحتلة.

Düştü. Ünlü Viking'e korkunç bir ölüm vermeye karar veren Hıristiyan kralı Ella tarafından esir alındı

تم أسره من قبل ملكها المسيحي ، إيلا ، الذي قرر أن يتسبب في وفاة