Translation of "الغابة" in Turkish

0.008 sec.

Examples of using "الغابة" in a sentence and their turkish translations:

الأسد ملك الغابة.

Aslan ormanın kralıdır.

مشينا في الغابة

Parkta koştuk.

‫حسناً، إذن سنتجه صوب الغابة.‬

Pekâlâ, ormana doğru ilerleyeceğiz.

‫إنه حبيس هذه الغابة الألاسكية.‬

Alaska ormanlarında mahsur kalır.

‫أسرة من الفيلة مرتادة الغابة.‬

Ormanda yaşayan bir fil ailesi.

‫الأمر أشبه بعقل الغابة تقريبًا.‬

Neredeyse ormanın zihni gibi.

لبست هناك كجزء من الغابة

Durup ormanla bütünleştim

سوف تقطع اشجار نصف الغابة لبناء فنادق تستضيف السياح الذين جائوا لزيارة الغابة .

Ormanın yarısı ormanı ziyaret etmeye gelen turistleri barındıracak oteller yapmak için kesilecek.

‫حريشة الغابة الأسيوية هي مخلوق مرعب‬

Asya orman kırkayağı, korkutucu bir üne ve yüzyıllar boyu

‫إلى قرية نائية‬ ‫في قلب الغابة.‬

bulunan bir köye götürmek.

‫وفي الغابة يُعتبر هذا...‬ ‫خسارة كبيرة.‬

Ve bu, ormanda büyük bir kayıp.

‫النجاة من الغابة ليس بالأمر السهل.‬

Ormanda hayatta kalmak kolay değil.

‫ما تفعله قردة الربّاح وإنسان الغابة،‬

Tıpkı babunların ve orangutanların yaptığı gibi.

‫ما تفعله قردة الربابيح وإنسان الغابة،‬

Tıpkı babunların ve orangutanların yaptığı gibi.

ويوجد في الوسط دير في الغابة.

Ortada, ormandaki bir manastır var.

‫في الغابة، لا تضيع حياة هباءً.‬

Yağmur ormanlarında hayat asla boşa harcanmaz.

‫الفطريات هي معيدات التدوير في الغابة.‬

Mantarlar ormanın geri dönüşümcüleridir.

حيث حياة الغابة الحافلة والنابضة بالحياة

Hayat dolu bu ormanın bereketli yaşamı

‫إنسان الغابة هو حيوان انعزالي، شبه انعزالي‬

Orangutanlar yarı münferit hayvanlar,

‫"مشروع إنسان الغابة" يكافح مع جميع شركاءه‬

Orangutan Projesi, ortaklarıyla birlikte orangutanların tükenmesini

‫ويمكنه التزلّج لـ150 مترًا عبر مظلات الغابة.‬

Üstelik ağaçlar arasında 150 metreye kadar süzülebiliyor.

الغابة، وكانت حريصة على مطاردة فويفود الأفلاق.

ormanda dar bir boşluk yaratarak Eflak seferini ele geçirmek istediler.

‫تتوطّد علاقتي مع الغابة البحرية‬ ‫ومخلوقاتها أكثر...‬

Haftalar, aylar ve yıllar geçtikçe, deniz ormanındaki hayvanlarla olan ilişkim

‫صادف حريشة الغابة الأسيوية‬ ‫وسيكون يومك سيئاً للغاية.‬

Asya orman kırkayağına bulaşırsanız doğduğunuza pişman olursunuz.

‫كان الأمر‬ ‫أشبه بسحبي لثلاجة خلفي عبر الغابة.‬

Sanki arkamda buzdolabı sürüklüyorum gibiydi.

‫من يدري أي مصاعب ستفاجئنا بها الغابة غداً.‬

Yarın ormanın bize sunacağı maceraları kim bilir?

‫إن كانت هناك ذئاب في الغابة...‬ ‫فسلح نفسك!‬

Ormanda kurtlar varsa silahlanın!

‫أنك ستتدخّل في طبيعة الحياة‬ ‫في الغابة بأكملها.‬

bunu yaparsan ormanın tüm sürecine müdahale etmiş oluyorsun.

‫كانت خارج الوكر،‬ ‫تتحرّك بالقرب من حافة الغابة.‬

Yuvasından çıkmış, ormanın kenarında dolaşıyordu.

أتذكر أني انبهرت بجمال تناغم الألون في الغابة

Ormandaki renk harmonisine hayran kaldığımı hatırlıyorum

‫الذي يريد معرفة‬ ‫محتويات حقيبة ظهر زائر الغابة هذا.‬

eşyaları kullanmayı amaçlayan bu orangutan gibi meraklılar.

‫التنقل في الغابة من دون المنجل‬ ‫ليس بالأمر الممتع.‬

Ormanda pala olmadan ilerlemek eğlenceli değil.

‫ونفعل مثلما يفعل إنسان الغابة،‬ ‫ونخيّم في أعلى الشجرة،‬

orangutanlar gibi yaparız. Ağaçta kamp kurarız

‫قبل أن يتم إطلاقه في الغابة.‬ ‫بالنسبة لـ"جوبي"...‬

ve ormana bırakılıyor. Gubbi'ye gelince...

‫ليلًا،‬ ‫يمكنها أخذ ما تشاء من فاكهة الغابة كلها.‬

Geceleyin, ormanın meyveleri tamamen onlara kalır.

‫يواجه ضوء القمر صعوبة‬ ‫في اختراق هذه الغابة المتشابكة.‬

Ay ışığı, iç içe geçmiş ormandan içeri sızmakta zorlanıyor.

تخلّص سامي من جثّة ليلى الدّامية برميها في الغابة.

Sami, Leyla'nın kanlı cesedini ormana attı.

‫ما الطريقة المثلى للتأكد‬ ‫من عدم لفت انتباه فهود الغابة؟‬

Orman jaguarlarının dikkatini dağıtmanın en iyi yolu sizce nedir?

‫إن كانت هناك بيئة تحتاج فيها إلى قوتك،‬ ‫فهي الغابة.‬

Doğada gücünüze ihtiyaç duyduğunuz bir yer varsa orası kesinlikle ormandır.

‫يمكنني قطع جزء من اللحم المتعفن‬ ‫لأصنع فخاً في الغابة...‬

Ya çürüyen etin bir kısmını alıp ormanda tuzak kurar

دفعته شرائح إلى اليسار ، وفي الغابة ، تبدو وكأنها خطأ كبير.

Sürücüsü sola ve ormana doğru büyük bir hata gibi göründü.

‫كبير ومفتول العضلات وذو لون برتقالي متقد،‬ ‫إنسان الغابة الأسيوي المميز.‬

Büyük, kuvvetli ve ateş turuncusu. Asya'nın simge hâline gelmiş orangutanı.

‫لن يصمد الدواء طويلاً في حرّ هذه الغابة.‬ ‫لذا فالوقت حيوي.‬

İlaçlar bu orman sıcağında uzun süre dayanmaz. Yani, vakit çok önemli.

‫ما أشك فيه هو أن إنسان الغابة تم اصطياده‬ ‫باعتباره آفة زراعية،‬

Bence insanlar orangutanları tarımsal bir böcek olarak görülüp avlıyor,

‫يعتقد العديد من مناصري الحفاظ على البيئة‬ ‫أن عدوانية إنسان الغابة النادرة‬

Birçok çevreci, ender orangutan saldırılarını

‫عادة ما يكون هذا أفضل كثيراً من محاولة صيد‬ ‫فرائس كبيرة في الغابة.‬

Ormanda büyük avların peşinde koşmaktan çoğu zaman iyidir.

‫المحمية بمساحة كبيرة من غابة عشب البحر.‬ ‫لأن الغابة نفسها تخمّد قوة الموجة.‬

çok özel bir yer buldum. Çünkü orman, dalgaların etkisini azaltıyor.

‫وعلى ما أعتقد، هذا واحد من الأسباب‬ ‫أن إنسان الغابة لم يقتل إنساناً قط.‬

tarihte orangutan kaynaklı hiç insan ölümü olmamasının sebebi bence bu.

‫يُصعب الثلج عملية العثور على الطعام‬ ‫على أرض الغابة.‬ ‫عليها البحث في مكان آخر.‬

Kar yüzünden ormanın zemininde yiyecek bulmak pek mümkün değil. Başka yerlere bakmalı.

‫كان ذلك حين قرر أضخم حيوان في الغابة‬ ‫أنه حان الوقت ليري الدخيلين‬ ‫باب الغابة، وانطلقت المطاردة.‬

Sonra mahallenin muhtarı, davetsiz misafirleri bölgesinden çıkarmaya karar verdi ve kovalama başladı.

‫قد تكون حريشة الغابة الأسيوية سيئة،‬ ‫لكنها ليست شريرة تماماً.‬ ‫يُستخدم سمها في الطب الصيني‬ ‫لعلاج النويات وتقرحات الجلد.‬

Asya orman kırkayağı zararlı olabilir, ama hepten kötü değildir. Zehri, Çin tıbbında nöbetleri ve cilt yaralarını iyileştirmek için kullanılır.

اضرمت النار في الغابة، واشتعلت النيران، وكومة من فتات الرماد هو كل ما تبقى من السيدة أسكيو وزملائها الشهداء.

Koru yakıldı, alevler yükseldi, ve kısa sürede bayan Askew ve arkadaş şehitleriyle ilgili geriye kalan bütün şey dökülen bir küller yığınıydı.