Translation of "Olmanın" in Polish

0.003 sec.

Examples of using "Olmanın" in a sentence and their polish translations:

çünkü matematikte iyi olmanın

bo mógłbym przekupić uczniów,

- Bir manken olmanın hayalini kurardım.
- Bir model olmanın hayalini görürdüm.

- Kiedyś marzyłem o karierze modela.
- Kiedyś marzyłam o karierze modelki.

Veya aç olmanın acısından kaçınmak.

albo unikamy bólu brzucha z głodu.

Burada olmanın gerçek sebebi nedir?

Jakie jest prawdziwy powód, dla którego tu jesteś?

Bir astronot olmanın hayalini kurardım.

- Kiedyś chciałem zostać kosmonautą.
- Kiedyś chciałem zostać astronautą.

Çok zengin olmanın hayalini kurardım.

Kiedyś marzyłem, by zostać bardzo bogaty.

Bir balerin olmanın hayalini kurardım.

Kiedyś marzyłam o zostaniu baleriną.

Bir milyoner olmanın hayalini kurardım.

Kiedyś marzyłem, że będę milionerem.

Hissiyatları hissetmek insan olmanın bir parçası.

Odczuwanie ich to element człowieczeństwa.

Senin saç tıraşı olmanın zamanı geldi.

Najwyższy czas, żebyś poszedł do fryzjera.

Ama hızlı olmanın da bir bedeli var.

Bycie szybkim kosztuje.

Artık bir gezegen olmanın bütün kurallarını yıkmıştır.

Wszelkie prawa, którym podlega planeta, zostają złamane.

Fakir olmanın utanılacak bir şey olduğunu sanmıyorum.

Nie sądzę, że bycie biednym jest czymkolwiek, czego można się wstydzić.

Kel olmanın avantajı, çorbada saç teli bulmamaktır.

Zaletą łysych jest, że nie można znaleźć włosa w zupie.

Tom burada olmanın önemli olduğunu düşünmeseydi gelmezdi.

Tom nie przyszedłby, gdyby nie uważał, że to ważne, aby tu być.

Bir yarış arabası sürücüsü olmanın hayalini kurardım.

Kiedyś chciałem zostać kierowcą rajdowym.

Başarılı bir iş adamı olmanın hayalini kurardım.

Kiedyś marzyłem, że będę bogatym przedsiębiorcą.

Kel olmanın en az bir avantajı var - şampuanla ilgili çok tasarruf yaparsın.

Bycie łysym ma przynajmniej jedną zaletę - można dużo oszczędzić na szamponie.

Ben her zaman kardeşlere sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu hep merak ettim.

Zawsze zastanawiałem się, jak to jest mieć rodzeństwo.

Mary iyi Esperanto bilgisine sahip olmanın yanı sıra bir Portekizce anadil konuşuru ve İngilizce ve İspanyolcada akıcıdır.

Językiem ojczystym Mary jest portugalski, mówi też płynnie po angielsku i hiszpańsku, a w dodatku dobrze zna esperanto.