Translation of "Solo" in Turkish

0.008 sec.

Examples of using "Solo" in a sentence and their turkish translations:

- O solo está úmido.
- Este solo é úmido.

Bu toprak nemli.

Ele molhou o solo.

O, toprağı suladı.

Estou arando o solo.

Toprağı sürüyorum.

Mas no solo está tão escuro...

Ama yeryüzü o kadar karanlıktır ki...

Esperado para integrar com o solo

toprakla bütünleşmesi beklenir

Detecta automaticamente a altura do solo

Yerle yüksekliğini otomatik olarak algılayıp

As raízes ligam a árvore ao solo.

Kökler ağacı toprağa bağlarlar.

Formigas mordem o solo, amolecendo-o com saliva

karıncalar toprağı ısırarak toprağı tükürüğüyle yumuşatıyorlar

O ar é leve e o solo, úmido.

Hava yumuşak ve toprak nemli.

O show começou com um solo de piano.

Konser bir solo piyano ile başladı.

Agora vamos dividir a casca do solo em duas

şimdi yer kabuğunu ikiye ayıralım

Em ambientes agrestes como este,  o solo pode ser impiedoso.

Burası gibi zorlu ortamlarda arazi çok zalim olabilir.

Muitas vezes, a água do solo acumula-se nas minas subterrâneas

Çoğu zaman yer altı suları terk edilmiş madenlerde toplanabilir

- O chão estava coberto de neve.
- O solo estava coberto de neve.

Zemin karla kaplıydı.

Ao anoitecer, o grupo vai para as árvores para evitar predadores no solo.

Küme, gün batımında ağaçlara tırmanarak zemindeki avcılardan kaçınıyor.

Os meninos fizeram um pequeno buraco no solo para o jogo de gude.

- Çocuklar meşe oyunları için yerde küçük bir oyuk açtılar.
- Çocuklar bilye oyunları için yerde küçük bir oyuk açtılar.

Mas este brilho ténue de pouco adianta aos animais que procuram alimento no solo.

Fakat bu soluk ışık yerde yemek arayan hayvanlara pek fayda etmez.

Mas não está destinado a um fim pacífico. Há um predador noturno no solo.

Ama kaderinde huzurlu bir son da yok. Buralarda bir gece suikastçısı dolanıyor.

A eliminação da radiação no solo, ar e água tornou-se possível no século XXIII.

Topraktaki, havadaki ve sudaki radyasyonu temizlemek 23.yüzyılda mümkün oldu.

A neve dificulta a tarefa de encontrar alimento no solo da floresta. Tem de procurar noutro local.

Kar yüzünden ormanın zemininde yiyecek bulmak pek mümkün değil. Başka yerlere bakmalı.

A luz do luar passa pelas copas, mas só dois por cento atinge o solo da floresta.

Ağaç örtüsünün altındaki ormanın zeminine ay ışığının sadece yüzde ikisi ulaşıyor.

- O solo estava molhado com água.
- O chão estava molhado com água.
- O chão estava molhado d'água.

Zemin suyla ıslanmıştı.

A sua luz é um sinal para as fêmeas não aladas no solo. A fêmea é do tamanho de um bago de arroz.

Işıkları, zemindeki kanatsız dişilere işaret göndermektedir. Dişi, pirinç tanesi kadardır.