Translation of "أنّ" in Turkish

0.014 sec.

Examples of using "أنّ" in a sentence and their turkish translations:

- لماذا تعتقد أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين؟
- لماذا تعتقدين أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين؟
- لماذا تعتقدان أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين؟
- لماذا تعتقدون أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين؟
- لماذا تعتقدن أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين؟

Neden tüm Müslümanların terörist olduğuna inanıyorsun?

أعتقد أنّ معركة الثقافة

Bana kalırsa bizim yapmadığımız mücadele

أظنّ أنّ اسمها دانية.

Sanırım onun adı Dania.

نجد أنّ المعايير العالمية للجمال

küresel güzellik standardının hızla

تعرف أنّ جون كان يحبها.

O, John'un onu sevdiğini biliyor.

أتظنّ أنّ توم رأى ماري؟

- Tom'un Mary'yi gördüğünü düşünüyor musun?
- Sence Tom Mary'yi gördü mü?

أنا متأكّد أنّ الجميع ينتظر.

Herkesin bekliyor olduğuna bahse girerim.

- لا يعتقد سامي أنّ ليلى تعرّفت عليه.
- لا يظنّ سامي أنّ ليلى تعرّفت عليه.

Sami, Leyla'nın onu tanıdığını düşünmez.

تخيل أنّ لديك صديق يشير باستمرار

Yanlış yaptığınız her şeyi ve hayatınızda yanlış olan her şeyi

علّمنا التاريخ أنّ الأمر أصعب بكثير.

Tarih bize bunun sandığımızdan çok daha zor olduğunu gösterdi.

هل ظنّوا أنّ توم قبّل ماري؟

Onlar Tom'un Mary'yi öptüğünü düşünüyor mu?

علم سامي أنّ ليلى كانت حيّة.

Fadıl, Leyla'nın hala hayatta olduğunu fark etti.

ظنّ سامي أنّ ليلى كانت تستمع.

Fadıl, Leyla'nın dinliyor olduğunu düşündü.

علمت ليلى أنّ سامي كان حيّا.

Leyla, Sami'nin hayatta olduğunu fark etti.

أظنّ أنّ لأمّي علاقة غير شرعيّة.

Sanırım annem bir ilişki yaşıyor olabilir.

ظنّ سامي أنّ ليلي كانت تستمع.

Sami, Leyla'nın dinliyor olduğunu düşündü.

قال سامي أنّ الإسلام دين سلام.

Sami İslam'ın barış dini olduğunu söyledi.

اعتقد سامي أنّ ليلى كانت مسلمة.

Sami Leyla'nın Müslüman olduğunu düşündü.

من المحتمل أنّ سامي كان يموت.

Sami muhtemelen ölüyordu.

علم سامي أنّ ليلى قد ماتت.

Sami, Leyla'nın ölü olduğunu fark etti.

اكتشف سامي أنّ المال قد اختفى.

Sami kayıp parayı keşfetti.

من الممكن أنّ سامي سيتحدّاه أبناؤه.

Sami'nin çocukları ona meydan okuyacaktı.

لننسى أنّ شيئا كهذا قد حصل.

Bütün bu şeyin olduğunu unutalım.

- يؤمن المسلمون أنّ عيسى واحد من رسل الله.
- يؤمن المسلمون أنّ يسوع واحد من رسل الله.

Müslümanlar İsa'nın Allah'ın elçilerinden biri olduğuna inanır.

أنّ جمالنا ومظهرنا هو الأهمّ على الإطلاق.

en önemli olduğu fikrine hâlâ kapılıyoruz.

التي تؤيّد فكرة أنّ للجمال قالب محدد.

güzelliğin doğrusal olduğu fikriyle desteklenmesinden anlıyorum.

لكنني كنت أعرف أنّ هذا ليس ممكناً.

Ama bunun mümkün olmadığını biliyordum.

يُخيّل إليّ أنّ هذا هو همّه الرئيسي.

Bana kalırsa onun en büyük derdi bu olmalı.

تصوّرتُ أنّ الألمانيّين والروسيين كانوا يحاربون الأمريكيّين،

Amerikalılarla kavga eden Almanlar ve Rusları düşünüyorum.

وكنا نعلم أنّ هذا سيكون أمرًا مؤقتًا.

ve bunun geçici olacağını biliyorduk.

أنّ كل التكنولوجيا الحديثة لديها مميزات وعيوب.

yeni teknolojilerin artıları ve eksileri var

قصد بذلك أنّ النضال يستمرّ، والالتزام يستمرّ.

Yani mücadele ve kendini adama devam ediyor demek istedi.

أظنّ أنّ هذا الفلم يستحقّ المشاهدة مرّتين.

Bence bu filmi iki kez görmeye değer.

لا شكّ أنّ اللّعب هناك أمر خطير.

Orada oynamak tehlikeli olmalı.

ظنّ فاضل أنّ ذلك الدّواء كان سمّا.

Fadıl, ilacın zehir olduğunu düşündü.

لم يكن سامي يعلم أنّ ليلى مسلمة.

Sami Leyla'nın Müslüman olduğunu bilmiyordu.

لم يعلم سامي أبدا أنّ ليلى مسلمة.

Sami Leyla'nın Müslüman olduğunu hiç bilmiyordu.

كان سامي يعتقد أنّ كلّ المسلمين إرهابيّون.

Sami bütün Müslümanların terörist olduğunu düşünüyordu.

كان ساني يعتقد أنّ كلّ المسلمين إرهابيّون.

Sami bütün Müslümanların terörist olduğuna inanıyordu.

كان سامي يعلم أنّ المسلمين أناس عاديّون.

Sami Müslümanların senin benim gibi insanlar olduğunu biliyordu.

كان سامي يعتقد أنّ الإسلام دين إرهاب.

Sami İslam'ın bir terör dini olduğuna inanıyordu.

لم يكن سامي يؤمن أنّ عيسي صُلِّبَ.

Sami, İsa'nın çarmıha gerildiğine inanmadı.

لا بدّ من أنّ سامي كان مفزوعا.

Sami dehşete düşmüş olmalı.

لا بدّ من أنّ سامي كان خائفا.

Sami korkmuş olmalı.

من المحتمل أنّ سامي نجح في الأمر.

Onu muhtemelen Sami yaptı.

علم سامي أنّ ليلى لم تكن تحبّه.

Sami, Leyla'nın onu sevmediğini fark etti.

كل ما عرفته هو أنّ الأمر الآر ممل.

Tüm bildiğim diğer şeyler sıkıcıydı.

لدرجة أنّ من لا يعرفهم قد يخالهم نساءً.

erkek olduğunu bilmeyene kadın olduğunu inandırabilirdiniz.

وبما أنّ العالم أصبح مترابطًا أكثر مما مضى،

Dünya her zamankinden daha fazla birbirine bağlı hale gelirken,

على الرغم أنّ تبييض الجلد قد يسبب السرطان.

bunu yaptıklarını duymak beni şaşırtmıyor.

لقد اعتقدت اعتقادًا قويًا أنّ تلك فكرة مستقبلية،

Gerçekten etkileyici, fütüristik bir fikir olduğunu sanmıştım

لوعده الجريء جداً أنّ الله يريدك أن تزدهر.

cüretkâr bir vaadinden dolayı: Tanrı senin mutlu olmanı ister.

أعني، أنّ ذلك يُعد ميزتك الفريدة من نوعها.

Demek istediğim bu size has bir avantaj.

الأمر الشائك هو، أنّ في الولايات المتحدة حاليًا

İşin aldatıcı tarafı şu ki, Şu anda ABD'de

أنّ الرؤساء يميلون إلى التصرّف كالملوك. بساط أحمر...

Başkanlık, monarşiye benzeme eğiliminde. Kırmızı halı...

لكنّني لا أعتقد أنّ "الأوروغواي" ستصبح وجهة للسياح

Ama Uruguay'ın, turistlerin kafayı bulmak için ziyaret edeceği

لا بدّ أنّ هناك طريقة أفضل لفعل هذا.

Bunu yapmak için daha iyi bir yol olmalı.

ألا تظنّ أنّ عليك أخذ قسطٍ من الراحة؟

Biraz dinlenmen gerektiğini düşünmüyor musun?

فهمت ليلى أنّ صديقها كان في خطر محتمل.

Leyla erkek arkadaşının potansiyel olarak tehlikeli olduğunu anladı.

ظنّت ليلى أنّ فاضل كان يتحدّث مع فتاة.

Leyla, Fadıl'ın bir kızla konuşuyor olduğunu düşündü.

اقتنع فاضل أنّ ليلى لم تعد تريد قتله.

Fadıl, Leyla'nın artık onu öldürmek istemediğine ikna olmuştu.

أنا متأكّد أنّ سامي لا يستطيع تكلّم العربيّة.

Sami'nin Arapça konuşamayacağına oldukça eminim.

تعتقد ليلى أنّ كلاب الدّينغو هي وحوش ضخمة.

Leyla dingoların devasa canavarlar olduğunu düşünüyor.

كان سامي يعتقد أنّ كلّ المسلمين يضربون النّساء.

Sami bütün Müslümanların kadınlara şiddet uyguladığını düşünüyordu.

قالا والدي سامي لابنهما أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين.

Sami'nin anne babası ona bütün Müslümanların terörist olduğunu söyledi.

كان سامي يعلم أنّ تلك النّافذة لا تُقفل.

Sami pencerenin kilitli olmadığını biliyordu.

لا بدّ أنّ سامي حاول أن يغتصب ليلى.

Sami muhtemelen Leyla'ya tecavüz etmeye çalıştı.

اعتقد سامي أنّ ليلى هي من هجمت عليه.

Sami, Leyla'nın ona saldırdığına inanıyordu.

كنتم لتقولوا، "أعتقد ربّما أنّ كلاهما على حد سواء."

"Sanırım belki de ikisi." derdiniz.

الكل وافق على أنّ الأمور على خير ما يرام.

Herkes durumun normal olduğuna karar kılmıştı.

أعني، أنّ هذه القصة تبدو مستحيلة، ولكنها تحققت بالفعل.

Demek istediğim bu asla olmayacak bir hikâyeydi ama yine de başardı.

أعتقد أنّ هذا الرّجل الصّينيّ مسلم، فهو يستمع للقرآن.

Bu Çinli adam Müslüman galiba. Kuran dinliyor.

كانت ليلى تعلم أنّ فاضل رجل ودود و كريم.

Leyla, Fadıl'ın sıcak kalpli cömert bir insan olduğunu biliyordu.

نشأ سامي و هو يعتقد أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين.

Sami tüm Müslümanları terörist gören bir anlayışla büyüdü.

بدأ سامي يشكّ أنّ ليلى كانت تواعد رجالا آخرين.

Sami, Leyla'nın başka erkeklerle görüşüyor olduğundan şüphelenmeye başladı.

كان سامي يعلم أنّ ليلى لم تكن في خطر.

Sami, Leyla'nın tehlikede olmadığını biliyordu.

وقد اتضح أنّ هذه الطريقة كانت أفضل في ارضاء الناس

Ve bu insanları daha fazla memnun etti,

كان من السهل تخيل أنّ نظام الحلول الحسابية في نيتفليكس،

oldukları hakkında bir konuşma yaptık. Netflix algoritmalarının,

أعلم أنّ لا شيء من هذه الأمور يمكنه تغيير العالم،

Biliyorum ki bu şeylerin hiçbiri tek başına dünyayı değiştirmez.

كان فاضل يعلم أنّ الشّرطة ستكون في الطّريق إلى هناك.

Fadil polisin yolda olacağını biliyordu.

كان أمرا معروفا في الحيّ أنّ أمّ فاضل كانت عاهرة.

Mahalle'de Fadıl'ın annesinin bir fahişe olduğu iyi biliniyordu.

كانت ليلى تعتقد أنّ سامي هو أفضل شيء في حياتها.

Leyla, Sami'nin hayatındaki en iyi şey olduğunu düşünüyordu.

فيكتور: أعتقدُ أنّ الجميعَ على درايةٍ بتطوّراتِ السنين ال10-15 الماضية،

VV: Bence herkes son 10-15 sene içindeki gelişimin farkındadır.

واستنتجوا أنّ واحدا من هذه التساؤلات هو حتما أهمّ من البقيّة.

bu sorulardan birinin diğerlerinden daha önemli olduğunu söylerler.

باستثناء أنّ الأكثرية العظمى من الفنانين لا يعلمون بشأن هذه الفرص.

ancak sanatçıların büyük çoğunluğu bundan habersiz.

بالرّغم من أنّ هذا الفيلم سيّء، سأستمتع بمشاهدته لأنّي مع أصدقائي.

Film kötü olmasına rağmen arkadaşlarımla olduğum için iyi geçireceğim.

- أضمن لك أنّ هذه المعلومات صحيحة.
- أؤكد لك صحة هذه المعلومات.

Bu bilginin doğru olduğuna garanti veririm.

- لا شكّ أنّ فاضل يحبّ دانية.
- إنّ فاضل حقّا يحبّ دانية.

Fadıl gerçekten Dania'yı sever.

بما أنّ فاضل لم يكن قادرا على تكلّم العربيّة، تكلّم التّركيّة.

Fadıl hiç Arapça konuşamıyordu, bu yüzden Türkçe konuştu.

لم يلبث سامي و أن علم أنّ فريد شخص خطير جدّا.

Sami çok geçmeden Ferit'in çok tehlikeli olduğunu öğrendi.

و أنا أظن أنّ ما يجب علينا فعله هو الأخذ بتلك الكلمتين،

Bence yapmamız gereken şey bu iki sözü almak

لذلك أعتقد أنّ هذا المزيج من القدرة على التواصل، واستخدام لغة بسيطة،

Dolayısıyla, bence iletişim becerileri, sade bir dil,

بالرّغم من أنّ ليلى درست في الجامعة، تحصّلت على منصب شغل كخادمة.

Leyla üniversite eğitimli olmasına rağmen hizmetçi olarak işe başladı.

كلّ من اليهود و المسيحيّين و المسلمين يتّفقون أنّ القدس مدينة مقدّسة.

Museviler, Hristiyanlar ve Müslümanlar Kudüs'ün kutsal bir şehir olduğu konusunda hemfikir.

بما أنّ فاضل كان صبيّا، كان لا يزال صغيرا لإجراء عمليّة جراحيّة كهذه.

Bir bebek olarak, Fadıl böyle bir ameliyat için fazla güçsüzdü.

اعتقد سامي أنّ عمّاله المسلمين أناس طيّبون و أنّه كان بإمكانه الثّقة بهم.

Sami Müslüman çalışanların iyi insanlar olduğunu ve onlara güvenebileceğini düşünüyordu.

لربما تمتعض من وجهة نظري، إلا أنّ لي الحقّ في قول ما أشاء.

Görüşlerimi beğenmeyebilirsiniz, ama düşündüklerimi söyleme hakkım var.

لم يلبث فاضل و أن علِم أنّ الإجابة على ذلك السّؤال لن يكون أمرا سهلا.

Fadıl o soruyu cevaplamanın basit bir görev olmayacağını çabucak fark etti.

- من المحتمل أن تكون ليلى قد فرّت من المنزل مرّة أخرى.
- من المحتمل أنّ ليلى قد فرّت عن أسرتها مرّة أخرى.

Leyla muhtemelen yine kaçtı.

لذلك فإنّنا بعزل هذا المكان أعقنا الاتصالات بشكل كبير. أكثر ما كان مؤثّراً في الأمر، هو أنّ بعض رجال الشرطة جاؤوا معنا.

Telefon hattını keserek iletişimi yeterince sekteye uğratmış olduk. En dramatik tarafı da birkaç polis memurunun bizimle gelmesiydi.