Translation of "كلّ" in Turkish

0.019 sec.

Examples of using "كلّ" in a sentence and their turkish translations:

كلّ شهر.

Her ay.

وفوق كلّ شيء،

Ama her şeyden çok,

كلّ شيء يؤلم.

Her şey can yakar.

- لماذا تعتقد أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين؟
- لماذا تعتقدين أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين؟
- لماذا تعتقدان أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين؟
- لماذا تعتقدون أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين؟
- لماذا تعتقدن أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين؟

Neden tüm Müslümanların terörist olduğuna inanıyorsun?

تكلّمنا عن كلّ شيء.

Biz her şey hakkında konuştuk.

ليس كلّ المسلمين عرب.

Bütün Müslümanlar Arap değildir.

كلّ النّساء يعشقن الألماس.

Bütün kadınlar elmastan hoşlanırlar.

أرادت ليلى كلّ المال.

- Leyla tüm parayı istedi.
- Leyla bütün parayı istedi.
- Leyla bütün parayı istiyordu.

سيفقد سامي كلّ شيء.

Sami her şeyi kaybedecek.

صدّق سامي كلّ شيء.

- Sami her şeye inandı.
- Sami her şeye inanıyordu.

انسى كلّ ما قلته!

Söylediğim her şey unut!

فسّر سامي كلّ شيء.

Sami her şeyi açıkladı.

كلّ المدرّسين كانوا هنا.

Bütün öğretmenler buradaydı.

- أريد أن تروي لي كلّ ما حدث.
- أريد أن ترويا لي كلّ ما حدث.
- أريد أن ترووا لي كلّ ما حدث.
- أريد أن تروين لي كلّ ما حدث.

Olan her şeyi bana söylemeni istiyorum.

انظروا إلى كلّ شيء فيكم،

her şeyinizi görün,

كلّ يوم شعرت فيه بالوحشة

kendimi yalnız hissettiğimde bana yoldaşlık ettiğin için

وكنّا نفعل كلّ شيء معاً.

Ve her zaman, her yerde birlikteydik.

نعرف كلّ السجون في البلاد.

Ülkemizin tüm hapishanelerini biliriz.

من هناك، انتشر كلّ شيء.

Her şey bununla başladı.

- ما الذي... - لإفساد كلّ شيء.

-Sen ne... -Futbol için.

افعل كلّ ما يقولهُ لك.

- O sana her ne söylerse yap.
- O sana ne söylerse yap.

أودّ أن أنسى كلّ شيء.

Her şeyi unutmak istiyorum.

توم يتناول الفطور كلّ يوم.

Tom her sabah kahvaltı yapar.

لم تأخذ كلّ هذا الوقت؟

Neden bu kadar uzun sürüyor?

"أين تتألّم؟" "في كلّ مكان."

"Neresi ağrıyor?" "Her yerim."

لم تصدر كلّ هذا الضّجيج؟

Neden bu kadar gürültülü davranıyorsun?

آمل أن تتحقّق كلّ أحلامك.

Umarım tüm hayallerin gerçekleşir.

كلّ ما فعلتُ كان لِتوم.

Yaptığım her şeyi Tom için yaptım.

أذهب إلى مطعم كلّ يومين.

- İki günde bir restorana giderim.
- Ben günaşırı bir restorana giderim.

أخذ سامي كلّ الصّابون معه.

Sami bütün sabunları yanında götürdü.

علّمني كلّ ما أردته عن الكتابة.

bana yazmak hakkında bilmem gereken her şeyi öğretti

لذا أنا أتحدّى كلّ شخص منكم،

Her birinize meydan okuyorum,

لكرّست كلّ واحدة منهما لخوض معارككم.

ikisini de senin uğruna mücadele etmeye adardım

ففي هذا العالم، كلّ شيء ينمو.

Çünkü bu dünyada her şey yetişir.

كنت أحاول أن أنسَ كلّ شيء.

Her şeyi unutmaya çalışıyordum.

أخذ فاضل كلّ لوحاته و أحرقها.

Fadıl tüm tablolarını aldı ve onları yaktı.

بإمكان فاضل أن يفقد كلّ شيء.

Fadıl her şeyi kaybedebilir.

كانت ليلى تعرف كلّ عاهرات الحيّ.

Leyla mahallenin bütün fahişelerini biliyordu.

انظروا إلى كلّ شيء جميل في تكوينكم،

kucakladığınız bütün güzelliklere bakın,

ويقوم بدورةٍ حول الأرض كلّ 90 دقيقة،

her 90 dk'da bir gezegeni tam dolaşarak

لكن كلّ هؤلاء لا يلاحَظون من قبَلنا.

Ancak bunların büyük bölümü çoğunlukla bize görünmezdir.

حدث كلّ ذلك في فترة عصيبة أيضاً.

O sırada... Oldukça zor bir dönemdi.

في كلّ مرّة أخرج، أنسى شيئا. دائما!

Her zaman dışarı çıkarım, bir şey unuturum. Her zaman!

استجوبت الشّرطة كلّ صاحب منزل في الحيّ.

Polis bölgedeki her ev sahibi ile görüştü.

لم أشترِ كلّ ما طلبه منّي سامي.

Sami'nin satın almamı istediği her şeyi satın almadım.

طالع سامي كلّ واحد من هذه الكتب.

Sami o kitapların her birini okuyor.

كانت ليلى تخرج كلابها للتّجوّل كلّ يوم.

Leyla köpeklerini her gün yürütüyordu.

كان سامي يعتقد أنّ كلّ المسلمين إرهابيّون.

Sami bütün Müslümanların terörist olduğunu düşünüyordu.

كان ساني يعتقد أنّ كلّ المسلمين إرهابيّون.

Sami bütün Müslümanların terörist olduğuna inanıyordu.

كانت لدى سامي أقراص في كلّ مكان.

Sami'nin her yerde hapları vardı.

كان سامي يذهب إلى المسجد كلّ يوم.

Sami her gün camiye gidiyordu.

- كان الدّم المرشوش في كلّ مكان من الغرفة.
- كانت هناك لطخات دم في كلّ مكان من الغرفة.

Odada her yerde kan sıçraması vardı.

وهذه أنانية صحيّة تتشاطرها كلّ الكائنات في الطبيعة.

Bu, doğanın tüm canlıları donattığı sağlıklı bir bencillik.

ويوجد في المطبخ أناسٌ من كلّ أرجاءِ العالم

tabii bir de tüm dünyadan insanlar var.

هو الأصغر من بين كلّ إخواني و أخواتي.

- O, tüm erkek kardeşlerim ve kız kardeşlerimin en küçüğüdür.
- En küçük kardeşim o.

متأكّد بأنّ توم سيقدّر كلّ ما فعلته له.

Tom'un onun için yaptığın her şeyi takdir ettiğinden eminim.

أراد فاضل أن يعرف كلّ شيء عن الإسلام.

Fadıl, İslam hakkındaki her şeyi öğrenmek istedi.

كان بإمكانك أن ترى الدّم في كلّ مكان.

Her yerde kan görebilirsin.

كان سامي يعتقد أنّ كلّ المسلمين يضربون النّساء.

Sami bütün Müslümanların kadınlara şiddet uyguladığını düşünüyordu.

قالا والدي سامي لابنهما أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين.

Sami'nin anne babası ona bütün Müslümanların terörist olduğunu söyledi.

لقد شاهد سامي كلّ حصّة طبيّة على التّلفاز.

Sami, televizyondaki her sağlık programını izledi.

يسجد سامي في كلّ مرّة يسجّل فيها هدف.

Sami gol attıktan sonra secde ediyor.

كلّ ما تحاول تلك النسوة فعله هو المضي قُدمًا.

O kadınlar sadece iyi olmaya çalışıyorlar.

- تغيّر كلّ شيء كثيراً. - صباح الخير يا سيّدي الرئيس.

-Çok değişmiş. -Merhaba başkanım.

يُوصف المسلمون كمتطرّفين يريدون قتل كلّ النّاس غير المسلمين.

- Müslümanlar, tüm gayrimüslimleri öldürmek isteyen aşırılık yanlıları gibi canlandırılıyor.
- Müslümanlar kendilerinden olmayan herkesi öldürmek isteyen radikal kimselermiş gibi lanse ediliyor.

كلّ شيء أكبر في تيكساس بما فيه نظّارات ليلى.

Leyla'nın gözlükleri dahil Teksas'ta her şey daha büyüktür.

نشأ سامي و هو يعتقد أنّ كلّ المسلمين إرهابيّين.

Sami tüm Müslümanları terörist gören bir anlayışla büyüdü.

وفي كلّ عام، يتم إنفاق أكثر من 42 مليار دولار

ve her yıl bu ruhsal bozukluğu tedavi etmek için

ننظر إلى الأشخاص الجميلين ونفكّر بأنّهم قد وُهِبوا كلّ شيء.

Güzel insanlara bakıyoruz ve "vay canına, her şeyleri var!" diyoruz.

من بين كلّ أعضاء الحكومة، الكلب هو الأكثر وفاءً لي.

Hükümetimin en sadık üyesi bu köpek.

لا خيار أمامي سوى فعل كلّ ما طلبوا منّي فعله.

Bana yapmamı söyledikleri he şeyi yapmaktan başka seçeneğim yoktu.

كلّ المال الذي تربحه دانية يذهب مباشرة إلى جيب فاضل.

Dania'nın kazandığı her kuruş doğrudan Fadıl'ın cebine gider.

- روى فاضل للشرطة كلّ شيء.
- أخبر فاضل الشّرطة بكلّ شيء.

Fadıl her şeyi polise anlattı.

وأجبرني بشكل أساسي أن أتمرن على الغناء ساعاتٍ وساعات كلّ يوم.

Ve beni her gün dört saat alıştırma yapmaya zorladı

- على المرء أن يجتهد.
- على المرء أن يفعل كلّ ما بوسعه.

Bir insan elinden geleni yapmalıdır.

ان كنت ستشكّك في كلّ شيء، فشكّك في شكّك على الأقل.

Her şeyden şüpheleneceksen, en azından şüphenden şüphelen.

يمكنك القول أن كلّ واحدة من هاتين الكرتين لها نفس وزن الأخرى.

Siz bu topların her ikisinin de aynı ağırlıkta olduğunu söyleyebilirsiniz.

كلّ من اليهود و المسيحيّين و المسلمين يتّفقون أنّ القدس مدينة مقدّسة.

Museviler, Hristiyanlar ve Müslümanlar Kudüs'ün kutsal bir şehir olduğu konusunda hemfikir.

ويمكنني أن أحصل على كلّ ذلك أيضًا فقط لو كان لديّ ...، فقط لو غيّرت ...

Eğer ben de... Değişseydim... Ben de öyle olabilirdim.

في كلّ شهر رمضان، يذهب إسحاق لزيارة صديقه سامي في قرية صغيرة في الضّفّة الغربيّة.

İzak her ramazan Batı Şeria'daki küçük bir köye Sami'yi ziyaret etmeye gidiyor.

- طعن سامي في إدانته ثلاث مرّات لكنّ كلّ طعونه رُفِضت.
- قدم سامي ثلاث طعون ضد إدانته لكنها كلها قوبلت بالرفض.

Sami, mahkumiyetine karşı üç itirazda bulundu. Her biri reddedildi.