Translation of "Kırk" in German

0.086 sec.

Examples of using "Kırk" in a sentence and their german translations:

Kırk yaşındayım.

Ich bin vierzig Jahre alt.

Kırk yaşın üzerindedir.

Er ist über vierzig.

Kırk kişi katıldı.

- Vierzig Leute kamen.
- Vierzig Leute waren anwesend.

Kırk yıl geçti.

- Vierzig Jahre sind vergangen.
- Vierzig Jahre sind vorbei.

Kırk kişi mevcuttu.

- Vierzig Leute waren anwesend.
- Vierzig Leute waren da.

Ben kırk beş yaşındayım.

- Ich bin fünfundvierzig Jahre alt.
- Ich bin 45 Jahre alt.

Kafamda kırk tilki dolaşıyordu.

Mein Herz raste.

Başkente kırk kilometre uzaklıktayız.

Wir sind vierzig Kilometer von der Hauptstadt entfernt.

Sanırım o kırk yaşında.

Ich denke, dass sie vierzig ist.

Ben kılı kırk yaranım.

Ich bin pingelig.

Sınıfımızda kırk öğrenci vardır.

In unserer Klasse sind vierzig Schüler.

Kırk yılda bir çalışırım.

Ich lerne alle heiligen Zeiten mal.

Fadıl henüz kırk yaşındaydı.

Fadil war erst vierzig Jahre alt.

- Kırk satırla kırk katır arasında.
- Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.

Zwischen Scylla und Charybdis.

- Sanırım o, kırk yaşında.
- Sanırım o kırk yaşında.
- Bence 40 yaşında.

- Ich glaube, dass sie 40 ist.
- Ich denke, dass sie vierzig ist.
- Ich glaube, sie ist 40 Jahre alt.

Kılı kırk yaran annenizi seviyorsunuz.

Du liebst deine wählerische Mutter.

Muhtemelen o kırk yaşının üstünde.

Ich würde sagen, sie ist über vierzig.

Kırk dakika önce sipariş verdik.

- Wir bestellten vor 40 Minuten.
- Wir haben vor 40 Minuten bestellt.

Babam kırk dokuz yaşında öldü.

Mein Vater starb im Alter von neunundvierzig.

Nadiren, kırk yılda bir, güler.

- Er lacht, wenn überhaupt, nur selten.
- Er lacht selten, wenn nicht nie.
- Er lacht praktisch niemals.

Sırtımda kırk sekiz yılım var.

Ich habe achtundvierzig Jahre auf dem Buckel.

Yedi gün için kırk dolar.

40 Dollar für sieben Tage.

Babam yakında kırk yaşında olacak.

Mein Vater wird bald 40 sein.

Bu sınıfta kırk öğrenci var.

In dieser Klasse sind vierzig Schüler.

O, kırk yaşını biraz geçti.

Er ist knapp über 40.

O, kırk yılda bir haklı.

Er hat alle Jubeljahre mal recht.

Sınıfımızda kırk bir öğrenci var.

In unserer Klasse sind einundvierzig Schüler.

Urumqi'de kırk bin kamera var.

In Urumqi gibt es vierzigtausend Kameras.

Sınıfında kırk civarında öğrenci var.

In ihrer Klasse sind etwa vierzig Schüler.

Haftada kırk beş saat çalışıyorum.

Ich arbeite 45 Stunden in der Woche.

"Kaç yaşındasın?" - "Kırk ve on."

„Wie alt bist du?“ - „Zehnundvierzig.“

Sıcaklık sıfırın altında kırk derece.

Die Temperatur beträgt minus vierzig Grad.

Bu kitap kırk fotoğraf içerir.

Dieses Buch enthält vierzig Fotografien.

Bugün kırk dolarlık benzin aldım.

- Ich habe heute um vierzig Dollar getankt.
- Ich habe heute für vierzig Dollar getankt.

O, kesinlikle kırk yaşın üzerindedir.

Sie ist mit Sicherheit über vierzig.

Tom'un giyinmesi kırk saat sürdü.

Tom brauchte ewig, um sich anzuziehen.

- O yaklaşık kırk olmalı.
- O, yaklaşık kırk olmalı.
- O 40 civarında olmalı.

- Er muss ungefähr 40 sein.
- Er muss fast vierzig sein.

- O, nadiren, kırk yılda bir, sinemaya gider.
- Nadiren, kırk yılda bir, sinemaya gider.

- Er geht selten oder fast nie ins Kino.
- Er geht selten ins Kino, wenn überhaupt.
- Er geht praktisch niemals ins Kino.

Babam mayıs ayında kırk beş olacak.

- Mein Vater wird im Mai fünfundvierzig.
- Im Mai wird mein Vater sein fünfundvierzigstes Lebensjahr vollenden.

O zaten kırk sekiz saattir uyumadı.

Sie haben schon seit achtundvierzig Stunden nicht geschlafen.

O nadiren, kırk yılda bir, gelir.

- Er kommt nur selten.
- Wenn überhaupt, kommt er nur selten.
- Er kommt ausgesprochen selten.
- Er kommt praktisch niemals.

Nadiren, kırk yılda bir, Fransızca konuşurlar.

- Sie sprechen selten auf Französisch, wenn überhaupt.
- Sie sprechen praktisch niemals Französisch.

Bu cümle kırk beş harften kurulmuştur.

Dieser Satz besteht aus fünfundvierzig Buchstaben.

Neredeyse kırk yaşındayım ve hâlâ bekârım.

- Ich bin fast vierzig Jahre alt und immer noch solo.
- Ich bin fast vierzig Jahre alt und immer noch allein.

Yüz kırk dördün karekökü on ikidir.

Die Quadratwurzel von hundertvierundvierzig ist zwölf.

Japonca okumaya başlayalı kırk yıl oldu.

Es ist vierzig Jahre her, seit ich anfing, Japanisch zu lernen.

Japonca çalışmaya başlayalı kırk yıl oldu.

Es ist vierzig Jahre her, seit ich angefangen habe, Japanisch zu lernen.

Yirmi dolar yüz kırk yuan eder.

Zwanzig Dollar sind umgerechnet hundertvierzig Yuan.

Çocukluğun ilk kırk yılı en zorudur.

Die ersten vierzig Jahre der Kindheit sind die schwierigsten.

Profesör Kay kırk yıldır böcekleri araştırmaktadır.

Professor Kay hat Insekten 40 Jahre lang untersucht.

Kırk yıllık evliliklerinin ardından ayrılmak istiyorlar.

Sie wollen sich nach 40-jähriger Ehe trennen.

Nadiren, kırk yılda bir, berbere gider.

Er geht selten, wenn überhaupt, zum Barbier.

Tom kırk yılda bir geç kalır.

Tom kommt praktisch niemals zu spät.

Onlar nadiren, kırk yılda bir, birbirleriyle tartışırlar.

Sie streiten sich praktisch nie.

Nadiren, kırk yılda bir, bir kitap okur.

- Er liest selten, wenn überhaupt.
- Er liest praktisch niemals ein Buch.

Çok nadir, kırk yılda bir, kiliseye gider.

- Er geht selten in die Kirche, wenn überhaupt.
- Er geht praktisch niemals in die Kirche.

Randevularına nadiren, kırk yılda bir, geç kalır.

- Er kommt selten, wenn überhaupt je, zu spät zu Besprechungen.
- Er ist selten, wenn nicht nie, bei Besprechungen zu spät.
- Er verpasst praktisch niemals einen Termin.
- Er kommt zu einem Termin praktisch niemals zu spät.

Burada kırk kişi için yeterli yer yok.

Es ist hier nicht genug Platz für vierzig Leute.

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.

Eine Tasse Kaffee verpflichtet einen zu vierzig Jahren Freundschaft.

O, nadiren, kırk yılda bir sinemaya gider.

Er geht praktisch niemals ins Kino.

Mavi yüzgeçli orkinos kırk yıla kadar yaşayabilir.

Blauflossenthunfische können bis zu vierzig Jahre alt werden.

Nadiren, kırk yılda bir, şehrin dışına çıkar.

Sie verlässt praktisch niemals die Stadt.

Ben Hyogo Üniversitesi'nde kırk yaşındaki bir öğrenciyim.

Ich bin ein vierzigjähriger Student an der Hyogo-Universität.

Ben kırk yılda bir kez kiliseye giderim.

- Ich gehe alle Jubeljahre in die Kirche.
- Ich gehe alle heiligen Zeiten mal in die Kirche.

Ben kırk yılda bir kez restorana giderim.

Ich gehe alle Jubeljahre einmal ins Restaurant.

Tom kırk yılda bir Tanrı'ya dua eder.

Tom betet nur alle heiligen Zeiten.

Bu kitap serisi kırk sekiz ciltten oluşuyor.

Diese Buchserie besteht aus achtundvierzig Bänden.

Onun babası mı? O yaklaşık kırk yaşında.

Sein Vater? Der ist um die vierzig Jahre alt.

Kral kırk yıl boyunca halkı üzerinde hüküm sürdü.

- Der König herrschte vierzig Jahre über sein Volk.
- Der König hat vierzig Jahre sein Volk regiert.

- O, yaklaşık kırk olmalı.
- Yaşı kırka yakın olmalı.

Er muss fast vierzig sein.

O nadiren, kırk yılda bir, film seyretmeye gider.

Er schaut sich praktisch niemals einen Film im Kino an.

O, genç görünüyor ama aslında kırk yaşın üstünde.

Sie sieht jung aus, ist in Wirklichkeit jedoch über vierzig.

Gün batımından yaklaşık kırk beş dakika sonra vardık.

Wir kamen etwa eine Dreiviertelstunde nach Sonnenuntergang an.

George Bush, Amerika Birleşik Devletlerinin kırk birinci başkanıdır.

George Bush ist der einundvierzigste Präsident der Vereinigten Staaten von Amerika.

Her gün bir bin dört yüz kırk dakikadır.

Jeder Tag hat tausendvierhundertvierzig Minuten.

Bay Smith bu okulu kırk yıl önce kurdu.

Herr Schmidt gründete diese Schule vor vierzig Jahren.

- Sekize çeyrek var.
- Saat şimdi yedi kırk beş.

- Es ist jetzt Viertel vor acht.
- Es ist 7:45 Uhr.

Erkek kardeşim nadiren, kırk yılda bir, kiliseye gider.

- Mein Bruder geht selten, wenn überhaupt, in die Kirche.
- Mein Bruder geht praktisch niemals in die Kirche.

Yazın, sıcaklık otuzla kırk santigrat arasında değişkenlik gösterir.

Im Sommer schwankt die Temperatur zwischen dreißig und vierzig Grad Celsius.

Böyle bir fırsat ancak kırk yılda bir gelir.

So eine Chance bietet sich nur alle Jubeljahre einmal.

Ben yaklaşık kırk yaşındayım ve hâlâ evli değilim.

Ich bin fast vierzig und immer noch nicht verheiratet.

Tom kırk yılda bir saçını tarama zahmetine katlanır.

Tom macht sich selten die Mühe, sich das Haar zu kämmen.

Nadiren, kırk yılda bir, kendi başına sinemaya gider.

- Sie geht selten, wenn überhaupt je, allein ins Kino.
- Sie geht praktisch niemals allein ins Kino.

- O, nadiren, kırk yılda bir, karanlık çöktükten sonra dışarı çıkar.
- Karanlıktan sonra nadiren, kırk yılda bir, dışarı çıkar.

Sie verlässt nach Einbruch der Dunkelheit praktisch niemals das Haus.

Babam nadiren, kırk yılda bir, Pazar günleri dışarı çıkar.

Sonntags verlässt mein Vater praktisch niemals das Haus.

Nadiren, kırk yılda bir, on birden önce yatmaya gider.

- Sie geht selten, möglicherweise nie, vor Elf ins Bett.
- Sie geht praktisch nie vor elf zu Bett.

Bugün hava sıcak. Sıcaklık kırk beş santigrat dereceye ulaşıyor.

Heute ist es heiß. Die Temperatur erreichte fünfundvierzig Grad Celsius.

Bu yapılar nadiren, kırk yılda bir, konuşma İngilizcesinde olurlar.

Diese Strukturen würden in gesprochenem Englisch praktisch niemals vorkommen.

Tom doktorda kırk beş dakika bekledikten sonra gittikçe sabırsızlandı.

Nachdem er eine Dreiviertelstunde beim Arzt gewartet hatte, wurde Tom immer ungeduldiger.

Nadiren, kırk yılda bir, gece geç saatlere kadar telefonda konuşurum.

Ich telefoniere praktisch niemals bis in die Nacht hinein.

- O kırk ya da yaklaşık olmalı.
- Yaşı kırkın üstünde olmalı.

- Sie muss ungefähr 40 sein.
- Sie muss um die Vierzig sein.

İyi haber! Bu, Klingon dilindeki dört yüz kırk dördüncü cümle.

Gute Neuigkeiten! Dies ist der vierhundertvierundvierzigste Satz auf Klingonisch.

- Bizim sınıfın 41 öğrencisi var.
- Sınıfımızda kırk bir öğrenci var.

- Unsere Klasse hat 41 Schüler.
- In unserer Klasse sind einundvierzig Schüler.
- In unserem Seminar sind einundvierzig Studenten.

On, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş, seksen, doksan, yüz.

Zehn, zwanzig, dreißig, vierzig, fünfzig, sechzig, siebzig, achtzig, neunzig, hundert.

- Bu sınıfta kırk öğrenci var.
- Bu sınıfta 40 öğrenci var.

In dieser Klasse sind vierzig Schüler.