Translation of "Parar" in Turkish

0.011 sec.

Examples of using "Parar" in a sentence and their turkish translations:

- Tenés que parar.
- Tienes que parar.

Durmalısın.

- No podría parar.
- No pude parar.

Duramadım.

- Tú puedes parar esto.
- Podrías parar esto.

Bunu durdurabilirsin.

- Esto tiene que parar.
- Esto debe parar.

- Bu durmalı.
- Bunun durması gerekiyor.

¡No podía parar!

Duramadım, yani ...

Llovió sin parar.

Aralıksız yağmur yağdı.

Tengo que parar.

Durdurmalıyım.

Tiene que parar.

Bu sona ermeli.

Tuvimos que parar.

Durmak zorunda kaldık.

No puedo parar.

Duramıyorum.

Debemos parar esto.

Bunu durdurmak zorundayız.

Tuve que parar.

- Durdurmak zorunda kaldım.
- Durmam gerekiyordu.

Esto debe parar.

Bu durmalı.

Dime cuándo parar.

Ne zaman duracağımı bana söyle.

- No podíamos parar de reír.
- No pudimos parar de reír.

Kıkır kıkır gülmeyi durduramadık.

- No veo motivo para parar.
- No encuentro motivo para parar.

Durdurmak için bir sebep görmüyorum.

Esto tiene que parar.

Bu durmalı.

¿Podría parar, por favor?

Lütfen durur musun?

No podemos parar ahora.

Şimdi duramayız.

No te puedo parar.

Seni durduramam.

No puedes parar ahora.

Şimdi durabilirsin.

No lo puedes parar.

Onu durduramazsın.

No nos puedes parar.

Bizi durduramazsın.

¿Podría parar por favor?

Lütfen durur musun?

Tom no quiere parar.

Tom durmak istemiyor.

Ella llora sin parar.

O sürekli olarak ağlıyor.

Puedo parar cuando quiera.

Ben istediğim zaman durabilirim.

- No podía parar de sonreír.
- Ella no podía parar de sonreír.

O, gülümsemeyi durduramadı.

No puedo parar de toser.

Ben öksürüğü durduramıyorum.

No puedo parar de mirarla.

Gözlerimi ondan alamıyorum.

¿Vas a parar de hablar?

Konuşmayı keser misin?

¿Puedes parar eso, por favor?

Bunu keser misin, lütfen?

Tom hizo parar a Mary.

Tom, Mary'yi durdurdu.

No podían parar de sonreír.

Onlar gülümsemeyi durduramadı.

Te puedes parar si quieres.

İstersen ayağa kalkabilirsin.

Tienes que parar a Tom.

Tom'u durdurmak zorundasın.

Creo que ahora deberíamos parar.

Sanırım şimdi durmalıyız.

Tengo que parar a Tom.

Tom'u durdurmalıyım.

¿Puedes parar de llamarme así?

Bana öyle demeyi keser misin?

No me hagas parar aquí.

Beni burada durdurma.

Yo no lo podía parar.

Onu durduramadım.

No puedo parar de estornudar.

Hapşırmayı durduramıyorum.

Las mujeres hablan sin parar.

Kadınlar durmaksızın konuşur.

Que pudimos parar, quitarme el casco

mola verip kaskımı çıkardık

Entonces debemos parar con las emisiones.

emisyonları durdurmalıyız.

Es ilegal parar el carro ahí.

Orada araba park etmek yasal değildir.

Él no puede parar de reírse.

O gülmeyi bırakamaz.

- Deberías parar eso.
- Deberías dejar eso.

Onu durdurmalısın.

¿Puedo parar en Sevilla de camino?

Ben yolda Sevilla'da durabilir miyim?

Tienes que parar de hacer eso.

Bunu yapmayı durdurmalısın.

Tom no podía parar de llorar.

Tom ağlamayı durduramadı.

Tom no podía parar de toser.

Tom öksürüğünü tutamadı.

Tom no puede parar de traducir.

Tom çeviri yapmayı bırakamaz.

Porque si las emisiones tienen que parar,

çünkü emisyonların durdurulması gerekiyorsa

Estuvo lloviendo todo el día sin parar.

Ara vermeden bütün gün boyunca yağmur yağıyordu.

No puedo parar de pensar en ello.

Onun hakkında düşünmeden edemiyorum.

¡Hoy el teléfono está sonando sin parar!

Bugün telefon durmadan çalıyor!

Habló tres horas sin parar, es imbancable.

O durmaksızın üç saat konuştu. O katlanılmaz.

- Les dije que pararan.
- Les ordené parar.

Ben onlara durdurmalarını söyledim.

Tom no puede parar de comer chocolate.

Tom çikolata yemeyi durduramaz.

El profesor habló sin parar por dos horas.

Öğretmen iki saat boyunca konuşmaya devam etti.

Ellos hablaron sin parar hasta después de medianoche.

Gece yarısı sonrasına kadar sürekli konuştular.

- ¿Podés dejar de gritar?
- ¿Puedes parar de gritar?

Bağırmayı durdurabilir misin?

No puedo parar mi sangrado por la nariz.

Burun kanamamı durduramıyorum.

Quiero que sepas que podemos parar de preocuparnos.

Endişelenmeyi durdurabileceğimizi bilmenizi istiyorum.

Debes parar de decirle que no a Tom.

Tom'a hayır demekten vazgeçmelisin.

En junio llueve día tras día sin parar.

Haziran ayında her gün durmadan yağmur yağar.

Tom no podía parar de hablar con Mary.

Tom Mary ile konuşmayı bırakamadı.

Llamó parar decir que no iba a venir.

Gelmeyeceğini söylemek için aramış.

Había pasado los 10 años previos trabajando sin parar,

Son 10 yılı hiç durmadan

Él levantó la mano para parar a un taxi.

O bir taksi durdurmak için elini kaldırdı.

El árbitro de hockey intervino para parar la pelea.

Hokey hakemi dövüşü durdurmak için müdahale etti.

Tienes que parar si el semáforo está en rojo.

- Eğer kırmızı ışıktaysan durmak zorundasın.
- Eğer trafik lambası kırmızı yanıyorsa durmak zorundasın.

Bien, ¿opinan que debemos parar e intentar hacer una fogata?

Pekâlâ, durup ateş yakmayı denememizi istediniz demek?

La función del freno es la de parar el coche.

Frenin işlevi arabayı durdurmaktır.

Tomás trató de parar la pelea entre María y Juan.

Tom, Mary ve John arasındaki kavgayı ayırmaya çalıştı.

El policía sopló su silbato para hacer parar al auto.

Polis arabayı durdurmak için ıslık çaldı.

Traté de parar la pelea, pero eso no era fácil.

Onların tartışmasını durdurmaya çalıştım ama bu kolay değildi.

- ¿Cómo se puede detener esto?
- ¿Cómo se puede parar esto?

Bu nasıl durdurulabilir?

- Voy a parar a Tom.
- Voy a detener a Tom.

Tom'u durduracağım.

- No puedo parar de reírme.
- No puedo dejar de reír.

Gülmemek elimde değil.

Entrenemos sin parar la mente inconsciente con una intención en concreto,

"Ön yargılı olduğum birini görürsem o zaman bu karşı hareketi uyguluyorum"

El camión tuvo que parar porque su carga se había caído.

Yükü düştüğü için kamyon mecburen durdu.

No tienes que parar de leer sólo porque yo esté aquí.

Burada olduğum için okumayı bırakmak zorunda değilsin.

Mientras que otros solo titilan, estos brillan sin parar durante un minuto.

Diğer türler sadece yanıp söner. Bunlar ise bir dakikaya kadar hiç durmadan parlayabilirler.

- ¿Dónde quedó todo el pan?
- ¿Dónde fue a parar todo el pan?

Bütün ekmek nereye gitti?

- Yo sé cuándo renunciar.
- Yo sé cuándo parar.
- Yo sé cuándo abandonar.

- Ne zaman istifa edeceğimi biliyorum.
- Ne zaman duracağımı biliyorum.

Las personas pertenecen al momento en el que querrían parar el tiempo.

İnsan zamanı durdurmak istediği yere aittir.

Tienes que parar de quejarte todo el rato por cosas que no pueden cambiarse.

Değiştirilemeyen şeyler hakkında sürekli şikayet etmekten vazgeçmelisin.

- Le dije que tenía que parar.
- Le dije que parara.
- Le dije que se detuviera.

Ona durmasını söyledim.

- Acaba de dejar de llover, así que vámonos.
- La lluvia acaba de parar, así que vámonos.

Yağmur henüz durdu, bu yüzden gidelim.

- Paremos y comamos algo antes del concierto.
- Vamos a parar y comer algo antes del concierto.

Konserden önce durup yiyecek bir şey alalım.

- El policía pitó al coche para que parara.
- El policía sopló su silbato para hacer parar al auto.

Polis arabanın durması için düdük çaldı.

- ¿Puede parar de cantar, por favor?
- ¿Podéis dejar de cantar, por favor?
- ¿Puedes dejar de cantar, por favor?

Lütfen şarkı söylemeyi keser misin?