Translation of "Bulunduğu" in English

Bulunduğu yere uygun olmayanlar.

the round pegs in the square holes.

Partilerin en çok bulunduğu

of the local

Onun bulunduğu yeri bilmiyorum.

I don't know his whereabouts.

Bu, cesedin bulunduğu oda.

This is the room where the body was found.

Onun bulunduğu yeri belirleyemedik.

We weren't able to determine her whereabouts.

Tom'un bulunduğu uçak düştü.

The plane Tom was on crashed.

Tom bulunduğu yerde kalmalıydı.

- Tom should've stayed where he was.
- Tom should have stayed where he was.

Bir insan bulunduğu mevkiyle yargılanmamalıdır.

A man should not be judged by his station in life.

O bulunduğu duruma kendini alıştıramaz.

He can't accommodate himself to his circumstances.

Onun içinde bulunduğu evi sevmiyorum.

- I don't like the house in which he lives.
- I don't like the house which he lives in.
- I don't like that house that he lives in.
- I dislike the house he is in.

Tom'un içinde bulunduğu aynı sıkıntıdayız.

We're in the same trouble that Tom is in.

Onun nerede bulunduğu kimin umurunda?

Who cares where it's located?

Tom bulunduğu için çok mutluyum.

I'm so glad Tom was found.

İçinde bulunduğu durumu gördün mü?

Did you see the state she was in?

Tom aniden bulunduğu yerde durdu.

Tom suddenly stopped in his tracks.

Ve sık ormanların bulunduğu bir yerdir.

and dense forests.

Içerisinde bulunduğu gezegenlerin çekim kuvvetinden kaynaklı

caused by the gravitational force of the planets it is in.

Temasta bulunduğu herkeste karantina altına alınacak

The contact will be quarantined for everyone

Sıkı çalışma onu bulunduğu yere getirdi.

Hard work has brought him where he is.

Tom Mary'ye bulunduğu yerde kalmasını söyledi.

Tom told Mary to stay where she was.

Sami, içinde bulunduğu tehlikeyi fark etti.

Sami realized the peril he was in.

- Şirketi bugün bulunduğu duruma Tom Jackson getirdi.
- Şirketi bugün bulunduğu konuma Tom Jackson getirdi.

Tom Jackson has made the company what it is today.

Onun bulunduğu yer hakkında hiçbir fikrimiz yok.

- We have no clue where he is.
- We have no idea about his whereabouts.

Anne ve babalar, çocuklarının bulunduğu yerleri izlemelidir.

Parents should monitor their children's whereabouts.

Bulunduğu yerden hiçbir şey demeden hızlıca ayrıldı.

He took off at full speed without saying where he was going.

Tom onların onu suçlamada bulunduğu suçu işlemedi.

Tom didn't commit the crime they've accused him of.

Onun bulunduğu yerde sana ondan bahsetmemeni söyledim.

I told you not to mention that in her presence.

Kurtlar av hayvanlarının çokça bulunduğu bölgelerde yaşar.

Wolves live in areas where game is plentiful.

Dolapta Tom'un eşyalarının bulunduğu bir kutu buldum.

I found a box of Tom's things in the closet.

Bilginin nasıl bulunduğu konusundaki bu düşünceyi anlamaya çalışmaktır.

try to work through this idea of how knowledge is housed.

- Onun nerede olduğunu bulamadık.
- Onun bulunduğu yeri bulamadık.

We couldn't find out her whereabouts.

Yönde ve bulunduğu yerde değiş tokuşu beraberinde getirir.

shape, distance, direction and land area.

- Onların nerede olduğu bilinmiyor.
- Onların bulunduğu yer bilinmiyor.

Their whereabouts are unknown.

İçinde çok değerli eşyaların bulunduğu bir sandık getirdi.

He brought a chest, in which there were very valuable goods.

Sami, Leyla'nın cesedinin bulunduğu yerin çok yakınında yaşıyordu.

Sami lived very close to the location where Layla's body was found.

Bunun öldüren mantarlardan olmadığını, içinde bulunduğu çevre sayesinde biliyorum.

[Bear] And I know this isn't one of the deadly ones, based on the environment I found it in.

Su evleri arabaları ve bulunduğu her şeyi sürükleyerek götürüyor

water houses drag cars and everything they find

Sığır geğirme ve yem üretiminin küresel ısınmaya katkıda bulunduğu

livestock breeding , waste treatment, coal and oil industries, so that

- Tom Mary'yi bulunduğu yerden göremiyor.
- Tom Merry'yi mekanından göremez.

Tom can't see Mary from where he is.

Tom cesedin bulunduğu odanın kapı kolunda parmak izleri bıraktı.

Tom left fingerprints on the doorknob of the room where the body was found.

Tom, Mary'ye bulunduğu yerde kalacağını ve onu bekleyeceğini söyledi.

Tom told Mary he'd stay where he was and wait for her.

Ve ayrıca ülkenin altyapısının içinde bulunduğu korkunç durum da var.

The devastating condition of the country’s infrastructure does not help either.

- Şüphelinin nerede olduğu hâlâ bilinmiyor.
- Şüphelinin bulunduğu yer hala bilinmiyor.

The whereabouts of the suspect is still unknown.

Bayan Tanaka yıllardır Amerika'da bulunduğu için çok iyi İngilizce konuşur.

Having been in America for many years, Miss Tanaka is a very good speaker of English.

- Tom'un nerede olduğunu sana söylemeyeceğim.
- Tom'un bulunduğu yeri sana söylemeyeceğim.

I won't tell you where Tom is.

Ekip, Khumbu Buz Çağlayanı ile kamp alanının bulunduğu yere ulaşana kadar...

By the time we reached base camp and the Khumbu Icefall...

- Dan bulunduğu yer hakkında yalan söyledi.
- Dan nerede olduğu hakkında yalan söyledi.

Dan lied about his whereabouts.

Longus bu fikre katılmayıp, Scipio'nun bulunduğu konumdan bir kaç kilometre kuzeyde kampını kuruyor.

Longus disagrees and sets up camp a few kilometres north from Scipio's position.

- Onun nerede olduğu hakkında bir fikrimiz yok.
- Onun bulunduğu yer hakkında hiçbir fikrimiz yok.

- We have no clue where he is.
- We have no idea where he is.
- We have no idea about his whereabouts.

- Tom'un nerede olduğunu bilmek istiyorum.
- Tom'un semtini bilmek istiyorum.
- Tom'un bulunduğu yeri bilmek istiyorum

I'd like to know Tom's whereabouts.

Tom dudaklarını yapay olarak boyayan ve kulak memelerini delen kadınların bulunduğu bir kültürden geliyor.

Tom comes from a culture where women artificially color their lips and put holes in their earlobes.

Tom Mary ile ilgilenmediğini söyledi fakat o her zaman onun bulunduğu odanın tarafına doğru bakıyor gibi görünüyordu.

- Tom said he wasn't interested in Mary, but he seemed to always be looking towards the side of the room where she was.
- Tom said that he wasn't interested in Mary, but he seemed to always be looking towards the side of the room where she was.

İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.

So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.

Polis cinayetlerin bulunduğu yere yakın bir çöp kutusunda ezilmiş iki cep telefonu buldu ve onların içerdikleri veriyi kullanmaya çalışıyor.

The police found two crushed mobile phones in a trash can near the site of the killings and are attempting to exploit the data contained in them.

Bu sabah işten kovuldum. Geldiği zaman da hep üst üste gelir ya, ofisin bulunduğu binadan çıkmamla beraber arabamın da çalınmış olduğunu gördüm.

I got fired from my job this morning. But, when it rains it pours, and upon coming out of the office building I found that someone had stolen my car.