Translation of "Frog" in Turkish

Poisonous dart frog.

Zehirli sarı kurbağa.

Those frog eggs.

Yediğim kurbağa yumurtaları...

The frog croaks.

Kurbağa vraklar.

Mary kissed the frog.

Mary kurbağayı öptü.

This is a frog.

- Bu kurbağadır.
- Bu kurbağa.

Tom kissed the frog.

Tom kurbağayı öptü.

I'm not a frog.

Ben bir kurbağa değilim.

The snake swallowed a frog.

Yılan bir kurbağayı yuttu.

The frog in the well.

Kurbağa kuyuda.

I have a pet frog.

Evcil bir kurbağam var.

Layla swallowed the frog alive.

Leyla kurbağa canlı canlı yuttu.

I'll have the frog legs.

Kurbağa bacaklarına sahip olacağım.

Tom doesn't like frog legs.

Tom kurbağa bacağını sevmiyor.

Tom had to swallow the frog.

Tom kurbağayı yutmak zorunda kaldı.

Before, only "frog" is written here.

Burada önce sadece "kurbağa" yazılıdır.

I've never heard a frog croak.

Hiç kurbağa vıraklaması duymadım.

Did Tom actually eat a frog?

Tom gerçekten kurbağa yedi mi?

- I can't distinguish a frog from a toad.
- I cannot distinguish a frog from a toad.

Kurbağayı kara kurbağasından ayırt edemem.

The prince was changed into a frog.

Prens bir kurbağaya dönüştü.

I've got a frog in my throat.

Boğazımda gıcık var.

The French like to eat frog legs.

Fransızlar kurbağa bacakları yemeyi severler.

Who put a frog in my bed?

Kim yatağıma bir kurbağa koydu?

A frog came out of the water.

Sudan bir kurbağa çıktı.

I have a frog in my throat.

Boğazımda gıcık var.

Tom forced Mary to eat a frog.

Tom Mary'yi bir kurbağayı yemesi için zorladı.

You cannot order just one frog leg.

Sadece tek kurbağa bacağı sipariş edemezsin.

Tom threw a rock at the frog.

Tom kurbağaya bir taş attı.

Check that out. Oh look. That's frog spawn.

Şuna bakın. Baksanıza. Bunlar kurbağa yumurtaları.

The boy threw a stone at the frog.

Çocuk kurbağaya bir taş fırlattı.

The witch turned her boyfriend into a frog.

Cadı, onun erkek arkadaşını bir kurbağaya dönüştürdü.

A housecat will even eat a small frog.

Ev kedisi küçük bir kurbağayı bile yiyecek.

I can't tell a frog from a toad.

Bir kurbağayı bir kara kurbağasından ayırt edemem.

He is like a frog in a well.

O bir kuyudaki bir kurbağa gibi.

This is the most northerly frog in the world.

...dünyanın en kuzeyinde yaşayan kurbağa olmuştur.

We dissected a frog to examine its internal organs.

İç organlarını incelemek için bir kurbağayı parçaladık.

A frog in a well doesn't know the ocean.

Kuyudaki bir kurbağa okyanusu bilmez.

It was Tom who made Mary eat a frog.

Mary'ye bir kurbağa yediren Tom'du.

I'm the one who made Tom eat a frog.

Ben, Tom'a bir kurbağa yediren kişiyim.

The boy put a frog in the teacher's purse.

Çocuk, öğretmenin çantasına bir kurbağa koydu.

The frog jumps, because it doesn't know how to walk.

Kurbağa yürümeyi bilmediği için sıçrar.

Tom is the one who made Mary eat a frog.

- Tom, Mary'ye kurbağayı yediren kişidir.
- Mary'ye kurbağa yediren kişi Tom'dur.

I'll use magic on him and turn him into a frog.

Ona büyü yapacağım ve bir kurbağaya çevireceğim.

The only word written on the page was the word "frog."

Sayfada yazılı tek kelime "kurbağa" kelimesiydi.

I found a tree frog on the wall in my bathroom.

Banyomun duvarında bir ağaç kurbağası buldum.

This tiny, male túngara frog is only the size of a thimble,

Bu ufak, erkek tungara kurbağası sadece bir yüksük boyutunda.

No sooner had I opened the box than a frog jumped out.

Kutuyu açar açmaz bir kurbağa dışarı zıpladı.

We study a species of poisonous frog very similar to a stone.

Biz bir taşa çok benzeyen bir tür zehirli kurbağa inceliyoruz.

Mary kissed the frog, hoping that it would transform into a prince.

Mary bir prense dönüşeceğini umarak kurbağayı öptü.

- An old pond. A frog jumps in. The sound of water.
- There is an old pond. There was a frog that jumped in. I could hear the splash.

Eski bir havuz var. Kurbağa içine atlar ve sudan ses çıkar.

Eat a live frog every morning, and nothing worse will happen to you the rest of the day.

Her sabah canlı bir kurbağa ye ve günün geri kalan kısmında sana daha kötü bir şey olmayacak.