Translation of "Yaşamaya" in Spanish

0.005 sec.

Examples of using "Yaşamaya" in a sentence and their spanish translations:

- Tek yaşamaya katlanamam.
- Yalnız yaşamaya dayanamıyorum.

No soporto vivir solo.

- Yalnız yaşamaya alışkınım.
- Tek başıma yaşamaya alışığım.

- Me he acostumbrado a vivir solo.
- Estoy acostumbrado a vivir solo.
- Estoy acostumbrada a vivir sola.

Yalnız yaşamaya alıştım.

Me he acostumbrado a vivir solo.

Tek yaşamaya katlanamam.

No puedo vivir solo.

Yalnız yaşamaya alışkınım.

- Estoy acostumbrado a vivir solo.
- Estoy acostumbrada a vivir sola.

- Boston'da yaşamaya alıştın mı?
- Boston'da yaşamaya alıştınız mı?

¿Ya te acostumbraste a vivir en Boston?

Yakında burada yaşamaya alışacaksın.

Pronto te acostumbrarás a vivir aquí.

Tek başıma yaşamaya başladım.

Empecé a vivir solo.

Yurtta yaşamaya alıştın mı?

¿Te has acostumbrado a vivir en la residencia?

Mayuko yalnız yaşamaya dayanamaz.

Mayuko no soporta vivir sola.

İncelenmemiş hayat yaşamaya değmez.

Una vida no examinada no vale la pena vivirse.

Tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm.

Está condenado a vivir en una silla de ruedas.

Tom Boston'da yaşamaya istekli.

Tom está impaciente por vivir en Boston.

Tom bizimle yaşamaya gelecek.

Tom vendrá para vivir con nosotros.

- Tek başına yaşıyordu.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
- O yalnız yaşamaya alışkındır.

Ella está acostumbrada a vivir sola.

- Bir treylerde yaşamaya alışkın olduğunuzu düşünüyordum.
- Bir karavanda yaşamaya alıştığınızı düşünüyordum.

Pensé que estabas acostumbrado a vivir en un remolque.

Sebebi bilinmeyen düşmeler yaşamaya başladım.

empecé a sufrir una serie de caídas inexplicables.

Onunla yaşamaya devam etmek istiyorum.

Quiero seguir viviendo con él.

Ben burada yaşamaya alışmaya başlıyorum.

Estoy empezando a acostumbrarme a vivir acá.

- Yaşamaya çalışıyorum.
- Maçı idare ediyoruz.

Intento vivir.

Haklısın. Yaşamaya devam etmek zorundayım.

Tienes razón. Tengo que continuar viviendo.

Yerinde olsam onunla yaşamaya gitmem.

Si yo fuera tú, no me iría a vivir con él.

Yakında kendi başına yaşamaya alışacaksın.

Pronto te acostumbrarás a vivir por tu cuenta.

Hayatı yaşamaya değer hale getir.

Haces que valga la pena vivir.

Sokakta yaşamaya başladıklarında, hiç yiyecekleri yoktu.

Cuando se fueron a vivir en las calles, no había comida.

Yine aynı şekilde yaşamaya devam etmesi.

pero se continúa como antes.

Karakterlerimin gözünden o dünyada yaşamaya çalışmak

es ver el mundo a través de los ojos de mis personajes,

Böyle yaşamaya devam etmek ister misin?

¿Querés seguir viviendo así?

Kırsalda yaşamayı şehirde yaşamaya tercih ediyorum.

Prefiero vivir en el campo a vivir en la ciudad.

Yakında büyük bir şehirde yaşamaya alışacaksın.

Pronto te acostumbrarás a la vida en la ciudad.

Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor.

Tom comenzó a sentir que no valía la pena vivir su vida.

Tom sürekli olarak Japonya'da yaşamaya niyetleniyor.

Tom tiene intención de vivir de modo permanente en Japón.

Google çağında sihir yaşamaya böyle devam ediyor

Así es cómo sobrevive la magia en la era de Google

Ama arka arkaya kötü buluşmalar yaşamaya başladı.

Pero tenía una mala experiencia tras otra.

Ailesini terk etti ve Tahiti'de yaşamaya gitti.

Dejó a su familia y se fue a vivir a Tahití.

Bütün kinleri unut ve özgürce yaşamaya başla.

Olvide todos los rencores y comience a vivir libre de ataduras.

Kabaca ifade edersek, ödüller hayatı yaşamaya değer kılan

recompensas, dicho de un modo sencillo, son todas las cosas que queremos

Nasıl tıpkı eski biçimde yaşamaya devam ederdik ki?

¿cómo podríamos continuar como antes?

Hızlı bir şekilde dönüş yaşamaya, izole olmaya başladım.

Y comencé a venirme abajo, sola, rápidamente.

Bahara sağ çıkarlarsa tek başlarına yaşamaya hazır olacaklar.

Si llegan a la primavera, estarán listos para salir solos.

O, ailesini terk etti ve Tahiti'de yaşamaya gitti.

Abandonó a su familia y se fue a vivir a Tahití.

Tom şehirde yaşamaya yetecek kadar para kazanıyor mu?

¿Gana Tom suficiente dinero para vivir en la ciudad?

Tom on altı yaşında tek başına yaşamaya başladı.

Tom comenzó a vivir por su cuenta a los dieciséis años.

Trans kadın kimliğimle yaşamaya başladım ve bütün işlerimden oldum.

Así que me declaré transgénero y perdí todos mis trabajos.

İlk başta onun, yeni evinde yaşamaya alışma sorunu vardı.

En un comienzo, él tuvo problemas acostumbrándose a vivir en su nueva casa.

Londra'da birkaç yıl kaldıktan sonra tekrardan Seul'da yaşamaya başladı.

Después de varios años residiendo en Londres, él volvió a vivir a Seúl.

- Tom bir yıldan daha fazla bir süre Boston'da yaşamaya niyetli.
- Tom'un bir yıldan daha fazla bir süre Boston'da yaşamaya niyeti var.

Tom tiene intención de vivir en Boston durante más de un año.

Yepyeni bir gelişme yaşamaya başladım. Güzel, sakin, berrak bir gündü.

para conocer su mundo aún más. Era un día agradable, tranquilo y despejado.

Benim başından beri büyük bir şehirde yaşamaya hiç niyetim yoktu.

- Desde un principio yo no tenía la intención de vivir en una gran ciudad.
- Desde un principio no tuve la intención de vivir en una gran ciudad.

Bill, annesi bir hemşire olmak için eğitim alırken, büyükanne ve büyükbabası ile birlikte yaşamaya gönderildi.

Bill fue enviado a vivir con sus abuelos mientras su madre estudiaba enfermería.

Tom Mary'ye gitmemesi için yalvarmasına rağmen, o, çocuklarla birlikte ayrıldı ve annesiyle birlikte yaşamaya gitti.

- Aunque Tom le rogó a Mary que no se vaya, ella se fue con los hijos a vivir con su madre.
- Aunque Tom le rogó a Mary que no se fuera, ella se fue con los niños a vivir con su madre.

- Tom Mary'yi terk etti ve başka bir kadınla yaşamak için gitti.
- Tom Meryem'i terk edip başka bir kadına gitti.
- Tom Meryem'den ayrılıp başka bir kadınla yaşamaya başladı.

Tom dejó a Mary y se fue a vivir con otra mujer.

Paris sendromu bir tür kültür şokudur. Şehrin moda merkezi imgesine kapılıp Paris'te yaşamaya başlayan, sonrasında yerel adetlere ve kültüre iyi uyum sağlayamayıp, zihinsel dengesini yitiren ve depresyona yakın belirtiler gösteren yabancıları tanımlamak için kullanılan psikiyatrik bir terimdir.

El síndrome de París es una clase de choque cultural. Es un término psiquiátrico usado para describir a los extranjeros que empiezan a vivir en París seducidos por la imagen de la ciudad como centro de la moda, no se adaptan bien a las costumbres locales ni culturales, pierden su equilibrio mental y muestran síntomas parecidos a los de la depresión.