Translation of "Güçlükle" in German

0.008 sec.

Examples of using "Güçlükle" in a sentence and their german translations:

Güçlükle yürüyebiliyorum.

Ich kann kaum laufen.

Siz güçlükle duyabiliyorum.

- Ich kann dich kaum verstehen.
- Ich kann Sie kaum verstehen.
- Ich höre dich kaum.
- Ich kann Sie kaum hören.
- Ich kann euch kaum hören.

Onlar güçlükle görebiliyordu.

Sie konnten kaum etwas sehen.

Onlar güçlükle geçiniyorlar.

Sie leben von der Hand in den Mund.

Acıya güçlükle katlandım.

Ich konnte den Schmerz kaum ertragen.

O güçlükle okuyabiliyor.

Er kann kaum lesen.

O, güçlükle konuşabiliyor.

Sie kann kaum sprechen.

Birçok güçlükle karşılaşıyor.

- Er steht vielen Schwierigkeiten gegenüber.
- Er sieht sich vielen Schwierigkeiten gegenüber.

Seni güçlükle duyabiliyorum.

Ich kann Sie kaum hören.

Güçlükle nefes alabiliyorum.

Ich kann kaum atmen.

Güçlükle ayağa kalkabilirim.

Ich kann kaum aufstehen.

Trene güçlükle yetişebildim.

Ich habe den Zug gerade noch bekommen.

Tom'u güçlükle tanıdım.

Ich habe Tom kaum wieder erkannt.

Onu güçlükle tanıyorum.

Ich kenne sie kaum.

Valizi güçlükle kapatabildim.

Ich konnte den Koffer kaum schließen.

Seni güçlükle tanıyorum.

- Ich kenne dich kaum.
- Ich kenne euch kaum.
- Ich kenne Sie kaum.

Söylediklerini güçlükle anlayabiliyorum.

Ich kann kaum verstehen, was er sagt.

Tom güçlükle yürüyebiliyordu.

Tom konnte kaum gehen.

Yaz tatilini güçlükle bekleyebilir.

Sie kann die Sommerferien kaum erwarten.

Onun davranışına güçlükle katlanıyorum.

Ich kann sein Benehmen nur schwer ertragen.

Tom güçlükle Mary'yi tanıdı.

Tom erkannte Maria kaum wieder.

Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.

- Ich konnte kaum stehen.
- Ich konnte mich kaum auf den Beinen halten.

Yaralı asker güçlükle yürüyebiliyordu.

Der verwundete Soldat konnte kaum laufen.

O adını güçlükle yazabiliyor.

Er kann kaum seinen Namen schreiben.

Tom yemeğine güçlükle dokundu.

Tom hat sein Essen kaum angerührt.

Tom buna güçlükle inanabildi.

Tom konnte es kaum glauben.

Onun yazısını güçlükle okuyabilirim.

Ich kann seine Schrift kaum lesen.

Tom güçlükle testi geçti.

Tom wäre bei der Prüfung beinahe durchgefallen.

Tom gülümsemesini güçlükle gizleyebildi.

Tom konnte sein Grinsen kaum verstecken.

Tom'un sorununu güçlükle reddedebildim.

Ich konnte Toms Herausforderung schwerlich ablehnen.

Tom güçlükle uyanık kalabildi.

Es gelingt Tom kaum, wach zu bleiben.

Tom gözlerine güçlükle inanabiliyordu.

Tom konnte kaum seinen Augen trauen.

Proje sadece güçlükle başlayabilir.

Das Projekt kommt nur schwer in Gang.

Yaşlı kadın merdivenlere güçlükle tırmandı.

Die betagte Dame schleppte sich mühsam die Treppe hinauf.

Haberi duymak için güçlükle bekleyebildi.

Er konnte es kaum erwarten die Neuigkeiten zu hören.

Tom güçlükle Mary'ye ayak uydurabildi.

Tom konnte kaum mit Maria Schritt halten.

O, yeniden yakalandığında güçlükle kaçmıştı.

Er war kaum entkommen, als man ihn wieder einfing.

Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.

Die alte Dame hatte Schwierigkeiten, die Treppe zu steigen.

Tom Mary'nin söylediklerini güçlükle anlayabiliyordu.

Tom konnte kaum verstehen, was Mary sagte.

Bir kamyon tarafından çarpılmaktan güçlükle kaçtım.

Ich wäre beinahe von dem Lastwagen überfahren worden.

O kadar yorgundu ki güçlükle yürüyebiliyordu.

Er war so erschöpft, dass er kaum noch laufen konnte.

Onlar öğretmenlerinin sorusuna güçlükle cevap verdi.

- Sie beantworteten die Frage ihres Lehrers nur mit Mühe.
- Sie beantworteten die Frage ihrer Lehrerin nur mit Mühe.

- Neredeyse onu duyamıyordum.
- Onu güçlükle duyabiliyordum.

Ich konnte ihn kaum hören.

Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.

Manche Sterne sind mit bloßem Auge kaum zu sehen.

O kadar yorgunum ki güçlükle yürüyebiliyorum.

Ich bin so müde, dass ich kaum gehen kann.

- Güçlükle yürüyebiliyorum.
- Hemen hemen hiç yürüyemiyorum.

- Ich kann kaum laufen.
- Ich kann kaum gehen.

Çok yorgunum, gözlerimi güçlükle açık tutabiliyorum.

Ich falle gleich um, so müde bin ich.

Tom geçinmek için güçlükle yeterince kazanıyor.

Tom verdient kaum genug, um davon zu leben.

Tom haberi duymak için güçlükle sabrediyordu.

Tom konnte es kaum erwarten die Neuigkeiten zu hören.

Tom Mary'nin ne söylediğini güçlükle duyabiliyordu.

Tom konnte kaum hören, was Mary sagte.

- Ben gözlerime güçlükle inandım.
- Neredeyse gözlerime inanamıyordum.

Ich konnte kaum meinen Augen trauen.

O kadar karanlıktı ki onlar güçlükle görebiliyorlardı.

Es war so dunkel, dass sie kaum etwas sehen konnten.

O kadar yorgundu ki güçlükle ayakta durabiliyordu

Er war so müde, dass er kaum stehen konnte.

Ben ona büyük güçlükle bir yanıt verdim.

Ich konnte ihm mit Müh und Not antworten.

Tom Mary'nin ne söylemeye çalıştığını güçlükle işitebiliyordu.

Tom konnte kaum hören, was Mary versuchte zu sagen.

Tom geçen yıl aldığı pantolona güçlükle sığabildi.

Tom passen kaum die Jeans, die er letztes Jahr gekauft hatte.

- Testi güçlükle geçmeyi başardı.
- Testi ucu ucuna geçebildi.

- Er hat die Prüfung gerade noch bestanden.
- Er hat den Test gerade noch bestanden.
- Er hat die Klausur gerade noch bestanden.

Tom yirmili yaşlarının başında iken geçimini güçlükle sağlıyabiliyordu.

Tom kam kaum über die Runden als er Anfang zwanzig war.

Tom'un güçlükle trafiğe çıkabilecek ikici el bir arabası vardı.

Tom fuhr einen gebrauchten Wagen, der kaum verkehrstüchtig war.

- Ben zar zor sınavı geçtim.
- Ben sınavı güçlükle geçtim.

- Ich habe die Prüfung mit Ach und Krach bestanden.
- Ich habe die Prüfung mit knapper Not bestanden.
- Ich hätte die Prüfung fast nicht bestanden.

- Gözlüğüm olmadan neredeyse hiç doğru dürüst göremiyorum.
- Gözlüğüm olmadan güçlükle görebiliyorum.

- Ohne meine Brille kann ich praktisch nicht sehen.
- Ohne meine Brille kann ich fast nichts erkennen.

Tom Mary'nin kalmak için eve geri döndüğünü duyduğunda kulaklarına güçlükle inandı.

Tom traute kaum seinen Ohren, als er hörte, dass Maria nach Hause käme, um wieder dort zu wohnen.

Tom Mary'yi top cambazlığı yapmaya çalışırken gördüğünde gülmemek için kendini güçlükle frenledi.

Tom konnte sich kaum das Lachen verkneifen, als er sah, wie Mary versuchte, mit ein paar Bällen zu jonglieren.