Translation of "Elden" in English

0.007 sec.

Examples of using "Elden" in a sentence and their english translations:

Ilk elden

elite can

Tedbiri elden bıraktım.

I let my guard down.

Onları elden çıkarın.

Obliterate them!

- Tedbiri elden bırakma.
- Gardını düşürme.
- Tedbiri elden bırakmayın.

Don't let your guard down.

Eski arabamı elden çıkardım.

I parted with my old car.

Tom tedbiri elden bıraktı.

Tom threw caution to the wind.

Bilgiyi ilk elden aldım.

I got the information at first hand.

Gitarları genellikle elden çıkarmam.

I don't give guitars away often.

Onu ilk elden yaşadım.

I experienced it firsthand.

Fotoğraf elden ele geçirildi.

The photograph was passed from hand to hand.

- Arabayı düzenleyebiliriz.
- Arabayı elden çıkarabiliriz.

We can dispose the car.

Lütfen notu elden ele gezdirin.

Please pass the note around.

Benim eski paltoyu elden çıkardım.

I disposed of my old coat.

Tom tedbiri hiç elden bırakmaz.

Tom always plays it safe.

Sanırım elden bir şey gelmez.

I suppose it can't be helped.

Sanırım elden bir şey gelmezdi.

I suppose it couldn't be helped.

O, arazisini elden çıkarmak istiyor.

He wants to dispose of his land.

Tom eski bilgisayarını elden çıkardı.

Tom got rid of his old computer.

Şu an elden satış yapmıyoruz.

We are not accepting walk-in orders at this time.

Ödevlerini pazartesiye kadar elden teslim edeceksin.

You are to hand in your assignments by Monday.

Muhabir savaş hakkında ilk elden öğrendi.

The reporter learned about war first hand.

O kürk ceketini elden çıkarmak zorundaydı.

She had to part with her fur coat.

Bunu elden çıkarmak istediğinden emin misin?

Are you sure you want to part with that?

- İşi sağlama alacağım.
- Tedbiri elden bırakmayacağım.

I'll play it safe.

Ben bu bilgiyi birinci elden aldım.

I got this information firsthand.

Tom parayı elden çıkarmak için zaman kaybetmedi.

Tom lost no time in parting with the money.

Onun mücevher kutusunu elden çıkarmak zorunda kaldı.

She had to part with her jewelry box.

-Ya sen Uruguay'da ne yapıyorsun? -Elden ne geliyorsa.

-[man] And you, in Uruguay? -We do what we can.

O borca batmıştı ve evini elden çıkarmak zorundaydı.

- He was deep in debt, and had to part with his house.
- He was deep in debt and had to part with his house.

- Ben elden ağıza yaşıyorum.
- Ben zar zor geçiniyorum.

I live from hand to mouth.

Kötü bir anlaşmayı elden geldiği kadar düzeltmek zorundaydık.

We had to make the best of a bad deal.

- Erken uyarılan erken önlem alır.
- Tedbiri elden bırakma.

Forewarned is forearmed.

Bana inanabilirsin, çünkü bu haberi ilk elden duydum.

You can believe me, because I heard this news first hand.

Bunu yapmaktan nefret etmeme rağmen arabamı elden çıkardım.

I parted with my old car, though I hated to do so.

üzücü bir durum ama elden gelir bir şey yok

a sad situation but nothing is available

- O kitaplarını elden çıkarmak istiyor.
- O, kitaplarını satmak istiyor.

- He wants to dispose of his books.
- He wants to get rid of his books.

Tom polise ne olduğuna dair ilk elden bilgiler verdi.

Tom gave police a firsthand account of what had happened.

- Vermek almaktan daha iyidir.
- Veren el alan elden üstündür.

It is better to give than to receive.

O borç batağına saplanmıştı ve evini elden çıkarmak zorunda kaldı.

He was deep in debt, and had to part with his house.

- Üzgünüm o yardımcı olamaz.
- Kusura bakma, elden bir şey gelmez.

Sorry, it can't be helped.

O, mobilyasını elden çıkardı. Bu şekilde, o kendini ve köpeğini besleyebilecek.

She sold off her furniture. In this way, she will be able to feed herself and her dog.

Bu ilk elden referansların bazılarına kontrol edin. Mümkün olduğunca objektif olmalıyım.

Check out some of these first-hand testimonials. I have to be as objective as possible.

Ve Hristiyanlık dinine bir saygısızlık olmasın diye elden gelen bütün imkanlar yapılmıştı

and all the possibilities were made so that there was no disrespect to the Christian religion.

- O yaşlılığında çelimsiz oldu.
- Yaşlanınca elden ayaktan düştü.
- Yaşlılığında düşkünleşti.
- İhtiyarlığında güçten kuvvetten kesildi.

- Because he is old, he, too, has grown weak.
- He's become frail in his old age.

- O elden ayaktan düştü.
- Onun bir ayağı çukurda.
- Onun bir gözü toprağa bakıyor.
- Onun bir ayağı mezarda.
- O, ölüme yaklaştı.

He's got one foot in the grave.