Translation of "Yaşamayı" in German

0.018 sec.

Examples of using "Yaşamayı" in a sentence and their german translations:

Yaşamayı sürdürmelisin.

Du musst weiterleben.

- Yaşamayı hak etmiyorsun.
- Yaşamayı hak etmiyorsunuz.

- Du verdienst nicht zu leben.
- Du hast dein Leben verwirkt.

Burada yaşamayı seviyorum.

Ich lebe gern hier.

Burada yaşamayı seveceksin.

Es wird dir gefallen, hier zu wohnen.

Burada yaşamayı sevmiyorum.

Ich lebe hier nicht gerne.

Onsuz yaşamayı öğrendim.

Ich habe gelernt, ohne sie zu leben.

Kırsalda yaşamayı sevmiyorum.

Ich lebe nicht gern auf dem Land.

Yaşamayı hak etmiyorum.

- Ich bin es nicht wert zu leben.
- Ich verdiene es nicht zu leben.
- Ich habe es nicht verdient zu leben.

Onsuz yaşamayı düşünemiyorum.

Ich kann mir nicht vorstellen, ohne ihn zu leben.

Boston'da yaşamayı özleyeceğiz.

Wir werden es vermissen, in Boston zu leben.

Avustralya'da yaşamayı seviyorum.

Ich lebe gerne in Australien.

O Tokyo'da yaşamayı seviyor.

Er lebt gerne in Tokyo.

Sırtımdaki ağrıyla yaşamayı öğrendim.

Ich habe gelernt, mit meinen Rückenschmerzen zu leben.

Tom Boston'da yaşamayı seviyor.

Tom lebt gerne in Boston.

Tom'la birlikte yaşamayı seviyorum.

Ich lebe gerne mit Tom.

Boston'da yaşamayı seviyor musun?

Lebst du gerne in Boston?

Burada yaşamayı seviyor musun?

Lebst du hier gerne?

Tom burada yaşamayı sevecek.

Tom wird es lieben, hier zu leben.

Tom köyde yaşamayı sevmiyordu.

Tom lebte nicht gerne auf dem Land.

Tom Boston'da yaşamayı sevmiyordu.

Tom gefiel das Leben in Boston nicht.

- Hayatı seviyorum.
- Yaşamayı seviyorum.

Ich liebe das Leben.

çoğunluk gibi yaşamayı denemen gerekir.

muss man versuchen, wie die Mehrheit zu leben.

Balık bu nehirde yaşamayı bıraktı.

In diesem Fluss leben keine Fische mehr.

Tek başına yaşamayı nasıl buluyorsun?

Wie gefällt es dir, allein zu leben?

O kadar uzun yaşamayı beklemiyordu.

Er hat nicht damit gerechnet, dass er so lange leben würde.

Onlar Boston'da yaşamayı planladıklarını duyurdular.

Sie gaben bekannt, dass sie in Boston leben wollen.

Kırsalda yalnız yaşamayı tercih ederim.

Ich würde lieber allein auf dem Land leben.

Böyle yaşamayı hayal bile edemiyorum.

Ich kann mir nicht vorstellen, so zu leben.

Osaka yerine Tokyo'da yaşamayı seçti.

Er entschied sich in Tokio und nicht in Osaka zu wohnen.

Artık burada yaşamayı göze alamıyorum.

Ich kann es mir nicht mehr leisten, hier zu leben.

Doğayla uyum içinde yaşamayı öğrenmeliyiz.

Wir müssen lernen, im Einklang mit der Natur zu leben.

Korkarım acıyla yaşamayı öğrenmen gerekecek.

Ich fürchte, du musst lernen, diesen Schmerz zu ertragen.

Yüz yaşına kadar yaşamayı planlıyorum.

Ich habe vor, hundert Jahre alt zu werden.

Tom'un burada yaşamayı sevdiğini biliyorum.

- Ich weiß, dass Tom hier gerne lebt.
- Ich weiß, dass Tom hier sehr gerne wohnt.

Ahşap bir evde yaşamayı tercih ederim.

Ich möchte lieber in einem Holzhaus wohnen.

Yoko artık yalnız yaşamayı imkansız buluyor.

Yoko fand es unmöglich, noch weiter allein zu leben.

Daha anlamlı bir hayat yaşamayı öğrendim.

Ich lernte ein sinnvolleres Leben zu leben.

Ebeveynlerinle birlikte yaşamayı sevmiyorsun, değil mi?

Es gefällt dir nicht, bei deinen Eltern zu wohnen, stimmt’s?

Böyle gürültülü bir yerde yaşamayı sevmiyorum.

Mir missfällt, an so einem lauten Ort zu wohnen.

Litvanya'ya gitmeyi ve yaşamayı hayal ediyorum.

Ich träume davon, mich in Litauen niederzulassen.

Tom yanında Mary olmadan yaşamayı düşünemiyor.

Tom kann sich ein Leben ohne Maria an seiner Seite nicht vorstellen.

Ve genellikle bununla beraber yaşamayı tercih ederiz.

und oft entscheiden wir uns, uns damit abzufinden.

O zaman biz bu depremle yaşamayı öğrenmeliyiz

dann müssen wir lernen, mit diesem Erdbeben zu leben

Nancy tek başına yurt dışında yaşamayı istemiyordu.

Es machte Anna nichts aus, allein im Ausland zu leben.

Her zaman yurt dışında yaşamayı hayal ettim.

Ich habe schon immer davon geträumt, im Ausland zu leben.

Yaşamayı sürdürmek için onu her gün yapmak zorundayım.

Das muss ich jeden Tag tun, um am Leben zu bleiben.

Tom ve Mary herkese Boston'da yaşamayı planladıklarını söylediler.

Tom und Maria berichteten allen, dass sie vorhätten, nach Boston zu ziehen.

- Boston'da yaşamayı gerçekten ister misin?
- Gerçekten Boston'da yaşamak ister misin?

Willst du wirklich in Boston leben?

Büyük bir şehirde yaşamaktansa küçük bir kasabada yaşamayı tercih ederim.

Ich würde lieber in einer Klein- als in einer Großstadt leben.

- Tom tek başına yaşamayı umursamadı.
- Tom yalnız yaşamaktan rahatsız değildi.

Es machte Tom nichts aus, allein zu leben.

Bu ülkeyi keşfetmeyi ve bir sürü macera yaşamayı sabırsızlıkla bekliyorum.

Ich freue mich, dieses Land zu erkunden und viele Abenteuer zu erleben.

Kardeş gibi birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz, yoksa aptal gibi birlikte yok olacağız.

Wir müssen lernen, als Brüder zusammen zu leben, oder wir werden als Narren zusammen untergehen.

Ben zenginlik ve korku içinde yaşamaktansa huzurlu yoksulluk içinde yaşamayı tercih ederim.

Ich würde eher in friedvoller Armut leben als in Wohlstand und Furcht.

Sana yüz yaşına kadar yaşamayı isteten her şeyden vazgeçersen yüz yaşına kadar yaşayabilirsin.

Man kann hundert Jahre alt werden, wenn man all das aufgibt, weswegen man gerne hundert Jahre alt würde.