Translation of "Yaşamaya" in French

0.013 sec.

Examples of using "Yaşamaya" in a sentence and their french translations:

- Yalnız yaşamaya alışkınım.
- Tek başıma yaşamaya alışığım.

- Je me suis habitué à vivre seul.
- Je suis habitué à vivre seul.
- Je suis habituée à vivre seule.

Yalnız yaşamaya alışkınım.

- Je suis habitué à vivre seul.
- Je suis habituée à vivre seule.

Teyzesiyle yaşamaya geldi.

Elle est venue vivre avec sa tante.

Yalnız yaşamaya alıştım.

- Je me suis habitué à vivre seul.
- Je me suis habituée à vivre seule.

Tek başıma yaşamaya başladım.

J'ai commencé à vivre seul.

Mayuko yalnız yaşamaya katlanamıyor.

Mayuko ne supporte pas de vivre seule.

O, Avustralya'da yaşamaya isteklidir.

Elle a envie d'aller vivre en Australie.

Yakında kırsalda yaşamaya alışırsın.

Tu t'habitueras vite à vivre à la campagne.

Yurtta yaşamaya alıştın mı?

T'es-tu habitué à la vie en dortoir ?

Beklentilerinize uygun yaşamaya çalışacağım.

J'essaierai d'être à la hauteur de vos attentes.

İncelenmemiş hayat yaşamaya değmez.

Une vie ennuyeuse ne vaut pas la peine d'être vécue.

Köyde yaşamaya hızlıca alıştı.

- Elle s'est vite adaptée à la vie à la campagne.
- Elle s'est rapidement habituée à vivre au village.

Burada yaşamaya alışabildiğimi düşünüyorum.

Je pense que je pourrais m'habituer à vivre ici.

Tom Boston'da yaşamaya istekli.

Tom est impatient de vivre à Boston.

Tom burada yaşamaya alıştı.

Tom s'est habitué à vivre ici.

Tek başıma yaşamaya alışığım.

Je suis habitué à vivre tout seul.

- Tek başına yaşıyordu.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
- O yalnız yaşamaya alışkındır.

Elle est habituée à vivre seule.

Sebebi bilinmeyen düşmeler yaşamaya başladım.

j'ai commencé à subir une série de chutes inexplicables.

Onunla yaşamaya devam etmek istiyorum.

Je veux continuer à vivre avec lui.

Bu şekilde yaşamaya devam edemem.

Je ne peux pas continuer à vivre de la manière dont je vis.

Bir gün, İzlanda'ya yaşamaya gideceğim.

Un jour j'irai vivre en Islande.

Hiçbir zaman burada yaşamaya alışamayacaksın.

Tu t'habitueras rapidement à vivre ici.

Ben burada yaşamaya alışmaya başlıyorum.

Je commence à m'habituer à vivre ici.

Haklısın. Yaşamaya devam etmek zorundayım.

Tu as raison. Je dois continuer à vivre.

Yine aynı şekilde yaşamaya devam etmesi.

et pourtant continue de se comporter comme si de rien n'était.

Karakterlerimin gözünden o dünyada yaşamaya çalışmak

j'essaie de vivre dans ce monde à travers les yeux de mes personnages

Tom sürekli olarak Japonya'da yaşamaya niyetleniyor.

Tom a l'intention de s'établir à demeure au Japon.

Ben biraz bir çadırda yaşamaya alıştım.

Je me suis plus ou moins habitué à vivre dans une tente.

Kırsalda yaşamayı şehirde yaşamaya tercih ediyorum.

Je préfère vivre à la campagne qu'en ville.

O, küçük bir gelirle yaşamaya alışkındı.

Elle était habituée à vivre d'un petit revenu.

Burada yaşamaya alışmak biraz zaman alacak.

Ça prendra un peu de temps pour s'habituer à vivre ici.

Ben henüz burada yaşamaya alışkın değilim.

- Je ne suis pas encore habitué à vivre ici.
- Je ne suis pas encore habituée à vivre ici.

Yabancı bir kültürde yaşamaya uymak genellikle zordur.

Il est d'ordinaire difficile de s'adapter à la vie dans une culture étrangère.

Fransız kültürü büyük prestiji yaşamaya devam ediyor.

La culture française continue de jouir d'un grand prestige.

Nasıl tıpkı eski biçimde yaşamaya devam ederdik ki?

comment pouvions-nous continuer à le faire ?

Hızlı bir şekilde dönüş yaşamaya, izole olmaya başladım.

Isolée, j'ai entamé une chute rapide.

Bahara sağ çıkarlarsa tek başlarına yaşamaya hazır olacaklar.

S'ils tiennent jusqu'au printemps, ils seront prêts à vivre seuls.

O, ailesini terk etti ve Tahiti'de yaşamaya gitti.

Il a abandonné sa famille et il est parti vivre à Tahiti.

Onun sıkı bir bütçeyle yaşamaya alışkın olmadığı açıktır.

Il est évident qu'il n'est pas habitué à vivre d'un budget serré.

Ben kırsal alanda yaşamayı şehirde yaşamaya tercih ederim.

Je préfère vivre à la campagne qu'en ville.

Japonya'da yaşamaya gelince, şikâyet edecek bir şeyim yok.

Quant à ma vie au Japon, je n'ai pas de raisons de m'en plaindre.

Tom on altı yaşında tek başına yaşamaya başladı.

Tom a commencé à vivre seul à l'âge de seize ans.

Trans kadın kimliğimle yaşamaya başladım ve bütün işlerimden oldum.

Ainsi je me suis affirmé transgenre et j'ai perdu tous mes emplois.

Bu balıklar yüksek basınç ve ışık varlığında yaşamaya alışkındırlar.

Ces poissons sont habitués aux hautes pressions et à la présence de lumière.

- Tom bir yıldan daha fazla bir süre Boston'da yaşamaya niyetli.
- Tom'un bir yıldan daha fazla bir süre Boston'da yaşamaya niyeti var.

- Tom a l'intention de rester à Boston pendant plus d'un an.
- Tom a l'intention de vivre à Boston pendant plus d'un an.

Yepyeni bir gelişme yaşamaya başladım. Güzel, sakin, berrak bir gündü.

durant laquelle j'ai pu davantage explorer son monde. C'était une belle et calme journée.

Benim başından beri büyük bir şehirde yaşamaya hiç niyetim yoktu.

Dès le départ, je n'ai jamais eu l'intention d'habiter dans une grande ville.

"İdeallerin için ölmeye hazır mısın?" "Sadece ölmeye değil, onlar için yaşamaya da hazırım!"

« Êtes-vous prêt à mourir pour vos idéaux ? » « Plus que ça ! Je suis prêt à vivre pour eux. »

Bir yabancı dili öğrenmenin en iyi yolu onun konuşulduğu bir ülkede yaşamaya gitmektir.

La meilleure façon d'apprendre une langue étrangère est d'aller vivre dans un pays où elle est parlée.

Bir kere yaşamaya başlayın ve her bir ayrı günü ayrı bir yaşam olarak sayın.

Hâte-toi de bien vivre et songe que chaque jour est à lui seul une vie.

Issız bir adada yaşamaya gitmek zorunda olsan ve yanında sadece bir kitap alabilsen, hangisini seçersin?

Si vous deviez aller vivre sur une île déserte et ne pouviez emmener qu'un seul livre avec vous, lequel choisiriez-vous ?

Henüz bir yaşındayken Roger Miller'ın babası öldü ve hemen ardından annesi hasta oldu, o bu nedenle Oklahoma'daki amcası Erick'le yaşamaya gönderildi.

Le père de Roger Miller est décédé lorsqu'il avait un an et sa mère est tombée malade peu après. Il a donc été envoyé vivre avec son oncle à Erick, dans l'Oklahoma.

Paris sendromu bir tür kültür şokudur. Şehrin moda merkezi imgesine kapılıp Paris'te yaşamaya başlayan, sonrasında yerel adetlere ve kültüre iyi uyum sağlayamayıp, zihinsel dengesini yitiren ve depresyona yakın belirtiler gösteren yabancıları tanımlamak için kullanılan psikiyatrik bir terimdir.

Le syndrome de Paris est une sorte de choc culturel. C'est un terme psychiatrique employé pour décrire les étrangers qui commencent à vivre à Paris, séduits par l'image de la ville comme étant le centre de la mode, et qui ne s'adaptent pas bien aux coutumes locales et culturelles, ils perdent leur équilibre mental et montrent des symptômes identiques à ceux de la dépression.