Translation of "وضع" in Turkish

0.021 sec.

Examples of using "وضع" in a sentence and their turkish translations:

وضع الكتاب جانبا.

O, kitabı bir kenara bıraktı.

- وضع سامي سيّارته في المستودع.
- وضع سامي سيّارته في المرآب.

Sami arabasını garaja koydu.

‫انتهينا.‬ ‫سأعيد وضع الطبقات‬

Bitti. Katmanlı giysilerimizi giyelim.

هذا وضع خطر جدا

işte bu çok tehlikeli bir durum

ووضعها في وضع رأسي

ve bunu dikey pozisyona getirip

من وضع هذه الخطة؟

Bu planı kim yaptı?

وضع يديه على كتفي.

Elini omzuma koydu.

الآن قارنْ وضع الانشغال بجنون

Deli Meşgul Mod'un aksine

‫وضع الجرح في ماء دافئ‬

Yarayı sıcak suya tutmak.

لأن المستهلك في وضع قوة.

çünkü güç tüketicinin elinde.

وضع ستيف جوبز نفسه دائرة

Steve Jobs'da kendine bir çevre belirledi

من وضع الطفل في مؤسسة.

bir kuruma yerleştirmekten iyidir.

وضع توم السلاح على الأرض.

Tom silahı yere koydu.

كانت ليلى في وضع خطير.

Leyla tehlikeli bir durumdaydı.

وضع سامي المفتاح في جيبه.

Sami anahtarı cebine koydu.

كيف يمكنك وضع هذين الأمرين معًا؟

Nasıl ikisini bir araya getirirsiniz?

‫وبمجرد وضع هذه بالداخل،‬ ‫عليك بملئها.‬

Bunlar girdikten sonra, içini dolduracaksınız.

فجأة تم وضع العنوان في الصحف

Birden gazetelerde şu manşet atıldı

وضع طبق بلاستيكي فوق حوض السباحة

havuzun üzerine bir plastik tabak koyun

1066 وضع نصب عينيه العرش الإنجليزي.

1066'da gözünü İngiliz tahtına dikti.

وضع فلاد المغتصب على عرش الأفلاق،

Vlad Eflak'ı tahta oturduğu ve

وضع بعض النقود المعدنية في الصندوق.

O, kutusuna birkaç bozuk para koydu.

وضع الملح في فنجان قهوته بالخطأ.

- Yanlışlıkla kahve fincanına tuz koydu.
- Kahve fincanına kazara tuz attı.

وضع فاضل جثة دانية في مزبلة.

Fadıl, Dania'nın cesedini bir çöp kutusuna doldurdu.

وضع سامي حدّا لحياته في السّجن.

- Sami hapiste kendi canına kıydı.
- Sami hapiste intihar etti.

وضع توم الزبدة على خبزه المحمص.

Tom tostuna tereyağı sürdü.

وضع سامي الصّورة في جيبه الصّدري.

Sami fotoğrafı göğüs cebine koydu.

قلق سامي وضع ضغطاُ على عائلته.

Sami'nin endişesi ailesine daha fazla stres katıyor.

وضع سامي القطعة النّقديّة في جيبه.

Sami bozuk parayı cebine koydu.

وجد كاتبوغا نفسه الآن في وضع خطير

Şimdi ise Kitbuqa kendini tehlikeli bir pozisyonda buldu.

خطر لأحدهم وضع كاميرا في الهواتف النقّالة.

Birinin aklına cep telefonlarına kamera koymak gelmiş.

ولا تكن خائفًا من وضع نفسك هناك.

Ayrıca kendinizi göstermekten çekinmeyin.

وضع محزن ولكن لا يوجد شيء متاح

üzücü bir durum ama elden gelir bir şey yok

نيل أرمسترونج ، الذي وضع قدمه على القمر

Ay'a ilk ayak basan Neil Armstrong

إنه وضع غير شائع في الحيوانات الأخرى.

bu diğer hayvanlarda çokta rastlanılmayan bir durum aslında

أنا لستُ في وضع يسمح بأن أقبلها.

Onu kabul edecek bir konumda değilim.

وضع سامي جثة ليلى في قعر القارب

Sami, Leyla'nın cesedini teknenin altına yerleştirdi.

ولن نتمكن من وضع آثار الذاكرة الجديدة بفعالية.

Bu yeni bellek izlerini etkin bir şekilde ortaya koyamayız.

يبدأ ببساطة عند وضع علامة (صح) في مربع.

Bu duygu bir kutucuğu onaylamakla başlar.

تخليت عن قدرتي في تقييم أي وضع بجدية

Bir olayı gerçek hâliyle görme yeteneğimi kapatıyorum.

وضع العمل لحالات الاختلاف كما هو الوضع اليوم،

İşyerlerinde çeşitlilik, bugün görüldüğü üzere

حدثنا قليلا عن فكرة وضع الجير في المحيطات.

Okyanusa kireç koyma fikrini biraz açabilir misin?

في نفس الوقت ، يتم وضع الكوارتز في القاع

aynı zamanda alt kısma kuartz döşenmiş

هناك وضع مماثل في الأتراك في آسيا الوسطى.

Orta Asya Türkler'inde yine buna benzer bir durum var ortada

من خلال وضع النباتات المعمرة ذات الجذور العميقة،

köklü çok yıllık bitkiler yerleştirerek,

والذي وضع استراتيجية التوسع العثماني الأول في أوروبا

ve ilk Osmanlı arazilerini Avrupa`ya taşımış Sultan I Murat da

حوالي 95% من حياتنا نمضيها في وضع الطيار الآلي.

Hayatımızın %95'inden fazlasını otomatik pilotta geçiririz.

إليكم الآتي، إذا كان دماغكم على وضع الطيار الآلي،

Şöyle bir şey var, eğer beyniniz otomatik pilottaysa,

‫عادة ما أتوتر قليلاً من وضع يدي في حفرة.‬

Elimi bir deliğe sokarken her zaman biraz gerilirim.

وضع على رأسها محمد المنفي رئيساً للمجلس الرئاسي. وعبد

oylama yoluyla ülke için geçici bir hükümet . Ve Abdul

الجانب الذي يخص هذه الأشياء كأنه في وضع الانتظار.

Bunlarla ilgili olan taraf sanki stand-by modunda.

العديد منكم الآن يستمعون إلى وهم في وضع الطيار الآلي.

şu anda birçoğunuz beni otomatik pilotta dinliyorsunuz.

‫يجب أن أحاول وضع الحبل...‬ ‫فوق أحد هذه الغصون العالية.‬

Halatı yüksekteki dalların üzerine atmayı denemeliyim.

‫سنستخدم بعض حبال المظلات كذلك،‬ ‫للمساعدة في وضع هذا الحبل.‬

Halatı atmaya yardımcı olması için paraşüt kordonunu da kullanacağız.

وضع عوالم حول نجم ما للحصول على أشعة شمس مجانية،

Mesela güneş ışığından faydalanmak için bir yıldızın çevresine bir obje koymak,

وتم وضع حد للإمبراطورية العباسية التي كانت مجيدة ذات يوم

ve böylece bir zamanlar şanlı ve güçlü olan Abbasi İmparatorluğunu yıktılar.

يمكننا أن نعيد وضع إطارٍ للمناخ وكأنه يتعلق بصحة الإنسان،

iklimin aslında insan sağlığıyla ilgili olduğunu yeni bir çerçeveye oturtabiliriz

بالطبع ، لا أقصد الجميع ، فهناك عائلات في وضع صعب للغاية.

tabi herkesi kastetmiyorum çok zor durumda olan aileler de var

نحن نفكر فيها لذا فإن هذا وضع مؤلم للغاية وسيئ

Bunları düşünüyoruz yani bu çok yaralayıcı ve kötü bir durum aslında

تم وضع المارشال بيسيير منافس لانز القديم تحت قيادته المؤقتة.

Lannes'ın eski rakibi Mareşal Bessières geçici komutası altına alındı.

وضع شيرا وطاقمه مركبة أبولو الفضائية في خطواتها لأول مرة.

Schirra ve ekibi, Apollo uzay aracını ilk kez adım adım ilerledi.

أصبحت الطريقة التي أخرج بها حنبعل جيشه من وضع يائس

Hannibal'ın zahiren umutsuz duran bir vaziyetten açtığı bu yol...

الغزو وضع المشروع على رأس الاولويات ورغم ذلك استغرق سبعة

getiren fikir , önceliklerin üstüne yerleştirildi ve yine

تخطيطٍ وبحثٍ تم وضع خطةٍ لبناء ابنيةٍ عالية وتحديداً عام الفٍ

. Ve işte güçlü asansörün rolü geldi. Planlama ve araştırmadan sonra , özellikle bin

المهندسون في بناء ناطحات السحاب على وضع وزن الهيكل الاساسي مع

olan tabanla yerleştirmek için gökdelenler inşa etmeye

بسهولة. حيث يجبر المهندسون في بعض الاحيان على وضع غرفٍ مخفيةٍ

acil durumlar için belirlenmiş her kata gizli sığınak

وضع مادورو معدل سعر الصرف الرسمي 10 بوليفار مقابل الدولار الواحد

Maduro; resmi döviz kurunu '1 Amerikan doları 10 bolivar'a eşit' olarak sabitledi

إلى حين أخبرته أنني أريد وضع نقود إضافية في جهاز التوقف السيارات ،

sonra da parkmetreye para atmam gerekiyor deyip

في الحقيقة، مريضي المتأزّم بالرّبو يكون بأكثر وضع خطير عندما يكون هادئًا.

Aslında ağır astımlı hastam sessizken daha çok risk altında oluyor.

على الرغم من كل شيء ، هناك وضع مختلف قليلاً في بحر مرمرة.

her şeye rağmen Marmara Denizinde birazcık farklı bir durum var

في نفس الوقت إذا تم وضع كتلة حجرية واحدة كل 4 دقائق

aynı zamanda her 4 dakikada bir tane taş blok yerleştirilirse

بدلا من ذلك وضع تشارلز والجيش النمساوي في الانتظار ، عبر نهر الدانوب.

Charles ve Avusturya ordusu, Tuna'nın karşısında beklemedeydi.

- لقد ورّطت نفسك في مشكل خطير.
- لقد وضعت نفسك في وضع خطير.

Tehlikeli bir duruma rastladın.

واعتمدت على قبول بيرتيير الكامل لدوره المرؤوس: لم يلعب أي دور في وضع

oldukça etkili bir çalışma ilişkisi kurdular. Bu ilişki Berthier'in ikincil rolünü tam olarak kabul etmesine

لم يكن بإمكان الإنكشاريين أيضًا القتال في وضع دفاعي، وكانوا غارقين في عدد

Soylu Yeniçeriler bile sadece bir köşede savaşabilirlerdi

لكن الديكتاتور الروماني وضع 4000 جندي على أرض مرتفعة من شأنها أن تمنع

Fakat Romalı diktatör Hannibal'ın çıkmayı hedeflediği geçidi kapatacak olan 4.000 lejyoneri...

إنّه أنتم... كل واحدٍ منكم هو اليوم في وضع قوة يُمكنه من إحداث التغييرات.

Tüketiciler olarak her biriniz bir şeyleri değiştirme gücüne sahipsiniz.

وضع سكيبيو الفيليتز في المقدمة هادفا تخفيف قوة سلاح الفرسان القرطاجيين من خلال رمي الرماح

Scipio velite'leri ön hatta yerleştirdi. Hannibal'ın süvarilerini zayıflatmat maksadıyla.

حسنًا ، قد تقول ، وضع حدًا للأفكار التي تقول إن إنجلترا يمكن غزوها من قبل النرويجيين

İngiltere'nin Norveçliler, Danimarkalılar veya Vikingler tarafından fethedilebileceğine dair fikirlere bir son verebilirsiniz diyebilirsiniz

وكانت خطته هي العودة من الطريق التي جاء منه، حيث كان يعرف بالفعل وضع الأرض.

...ve onun planı arazi yapısını bildiği yol olan geldiği yoldan geri dönmekti.

‫يقول أخصائي الفولكلور "جوناثان يونغ"‬ ‫إن الشيء الوحيد الذي كان يمكنه أن يؤذيها‬ ‫هو سلاح وضع عليه لعاب بشري.‬

Halkbilimci Jonathan Young ona zarar verebilecek tek şeyin, insan tükürüğünde bulunan bir silah olduğunu söylüyor.