Translation of "المشكلة" in Turkish

0.016 sec.

Examples of using "المشكلة" in a sentence and their turkish translations:

أنت تذكر المشكلة. تستكشف المشكلة.

Problemi belirlersiniz. Problemi araştırırsınız.

- و هنا تكمن المشكلة.
- هنا المشكلة.

Sorun orada yatıyor.

حُلت المشكلة.

- Sorunu çözdüm.
- Ben sorunu çözdüm.

أين المشكلة؟

Sorun nerede?

سنحل المشكلة.

- Bir yolunu bulacağız.
- Bu işi halledeceğiz.

ما المشكلة؟

- Sorun ne?
- Sorun nedir?
- Mesele nedir?

أنا لست المشكلة.

Sorun ben değilim.

حل المشكلة بسهولة.

- Sorunu kolaylıkla çözdü.
- Problemi kolaylıkla çözdü.
- Sorunu kolaylıkla halletti.
- Problemi kolaylıkla halletti.

- هل استطعت حل المشكلة؟
- هل كان بإستطاعتك حل المشكلة؟

Sorunu halledebildin mi?

وسميت بـ"المشكلة المصرفية".

ve buna "bankacılık problemi" adını verdiler.

تجلب البصيرة لحل المشكلة.

Problemi çözmek için sezginizi katarsınız.

وترون، هذه هي المشكلة.

Yani, sorun bu.

نجحوا في حل المشكلة.

Sorunu çözmeyi başardılar.

و أخيراً حلّت المشكلة.

Sonunda, o, sorunu halletti.

هذه المشكلة صعبة الحل.

Sorun çözülemeyecek kadar zor.

تركوا المشكلة بدون حل.

Onlar sorunu çözümsüz bıraktılar.

هل استطعت حل المشكلة؟

Sorunu çözebildiniz mi?

- ما المشكلة؟
- ما الخطب؟

- Sorun nedir?
- Ne yanlış?

هذه المشكلة مزعجة حقًّا.

Bu sorun gerçekten can sıkıcı.

أعتقد أن المشكلة هنا.

Ben sorunun burada olduğunu düşünüyorum.

كيف تخلصت من المشكلة؟

Sorunu nasıl çözdün?

لرقمنة التعاطف؛ لعلاج هذه المشكلة.

empatiyi dijitalleştirmekte ve bu soruna çözüm bulmakta kullanabiliriz.

لطالما أثارت هذه المشكلة اهتمامي،

Bu problem uzun süredir ilgimi çekiyor.

فظاهرة تغير المناخ ليس المشكلة.

Sorun, iklim değişikliği değil.

لأنها تجلب البصيرة لحل المشكلة.

çünkü beraberinde problemi çözmek için içgörü getirir.

ستكشف تلك البصيرة... وتحل المشكلة.

Sezginizi araştırırsınız ve problemi çözersiniz.

أننا جلبنا هذه المشكلة لأنفسنا.

kendimizin sebep olduğumuzu bilmeliyiz.

ينبغي أن نواجه هذة المشكلة.

Bu sorunla yüzleşmeliyiz.

ليس من السهل حل المشكلة.

Sorunu çözmek kolay değildir.

المشكلة أنهم لا يملكون مالا.

Sorun onların parasının olmamasıdır.

سألني توم عن حقيقة المشكلة.

Tom bana sorunun ne olduğunu sordu.

لم يكن "توم" يعي المشكلة

Tom sorunun farkında değildi.

ربما أنت المشكلة يا توم!

Belki de sorun sensin, Tom.

من الصعب حل هذه المشكلة.

Bu sorun benim çözemeyeceğim kadar çok zor.

ما المشكلة فيما قمنا به؟

- Yaptığımızla ilgili hata nedir?
- Yaptığımızın nesi var?

من لا يعرف هذه المشكلة؟!

Bu sorunu kim bilmiyor?!

لنعيد صياغة المشكلة بطريقة أكثر صدقاً

Bu yüzden sorunu daha doğru bir şekilde yeniden çerçevelendirirken

ولكننا نضاعف المشكلة حين نجعلهم مخطئين

Fakat onlardan bize göstermelerini söylediğimiz ve istediğimiz

ولكن ربما المشكلة بكيفية تعاملنا معهم

ama belki de buna verdiğimiz tepkide ve toplumdaki erkeklerden

النصف الأول يدور حول استكشاف المشكلة

İlk yarı, problemi keşfetmek

وهذا هو جوهر المشكلة، أليس كذلك؟

Zaten esas mesele de bu değil mi?

‫ولكن المشكلة هي وجهتنا في السفر.‬

Sorun, gideceğimiz yönü belirlemek.

هذه المرة المشكلة في نظامنا القضائي

davacı filminde ise bu sefer sorun bizim yargı sistemimizde dedi

آمل أن تتحسن هذه المشكلة أيضًا

Umarım bu konu da düzelir

وأصبحت بدون قصد جزءًا من المشكلة.

sorunun bir parçası haline geldiğimi kabul etmek zorundaydım.

المشكلة أن الطاقة الشمسية تكلف كثيرا.

Sorun güneş enerjisinin çok fazla maliyetinin olması.

أُعطيك خَمس دقائق لحل هذه المشكلة.

Sana bu problemi çözmen için beş dakika veriyorum.

المشكلة قادمة، و بإمكاننا التنبؤ بها

Sorun geliyor ve bunu tahmin edebiliyoruz

هذه ليست المشكلة الوحيدة التي نواجهها.

Karşı karşıya olduğumuz tek sorun bu değil.

لطالما عانى توم من تلك المشكلة.

Tom her zaman o sorunu yaşadı.

- ما المشكلة؟
- ما الأمر؟
- ما الخطب؟

Sorun nedir?

لم تعرف كيف تتصرف تجاه المشكلة.

Sorunla ilgili ne yapacağını bilmiyordu.

- قال توم بأنه لا يعرف كيف يحل المشكلة
- قال توم أنه لا يعرف كيفية حل المشكلة

Tom sorunu nasıl çözeceğini bilmediğini söyledi.

لذلك، قررت فحص المشكلة من زاوية مختلفة.

Bu yüzden probleme farklı bir açıdan yaklaşmaya karar verdim.

تعلمون، علمتُ بأن هذه المشكلة هي منهجية

Fark ettim ki bu sorunun büyük bir kısmı sistemle ilgili

مثل كذا؛ المشكلة ليست أنت أو أنا

şey gibi; sorun sende değil ya bende

ليست المشكلة في قدرته، بل في شخصيته.

Sorun onun yeteneği değil, karakteridir.

لم يكن من السهل حل هذه المشكلة

Bu problemi çözmek kolay değildi.

لم يواجه صعوبةً تذكر في حلّ المشكلة.

Problemi çözmede bir zorluk çekmedi.

المشكلة هي أين يمكن أن يُشترى الكتاب.

Sorun kitabı nereden alacağın.

أن البشر هم المشكلة وأن التقنية هي الحل.

sorun insanlar, çözüm ise teknoloji.

المشكلة بالنسبة للقمر هي: ما هي المواد المحلية؟

Ay'daki problem şu, yerel malzeme ne?

نكون متحفزين ومتحمسين للبحث عن المشكلة واحداث الفارق.

bir problemi çözmek ve değişim yaratmak için motive oluyoruz.

السؤال هو السؤال الحقيقي ، لكن هل المشكلة معنا؟

asıl sorulacak soru şu ama sorun koltukta mı bizde mi

المشكلة هي أننا وجدنا أيضًا أن ذلك نادر الحدوث.

Sorun şu ki, bunun olası olmadığını bulmuştuk.

ليس من المحتمل أن يحلّ أي منها لوحده المشكلة.

Kendi kendilerine çözüme ulaşma ihtimalleri pek yok.

لا حاجة للذهاب إلى الفيزياء للتحقيق في هذه المشكلة

bu konuyu araştırmak için ta fizana kadar gitmeye gerek yok

المشكلة هي أنني لم يكن لديّ ما أقوله له.

Sorun benim ona söyleyecek bir şeyim olmamasıydı.

لا أعتقد أننا سنستطيع أن نحل هذه المشكلة بأنفسنا.

Bu sorunu kendi başımıza çözebileceğimizi sanmıyorum.

و المشكلة ظهرت عندما عانت امريكا في استبدال صدام

Amerika, Irak'tan çekilmeyince, işler iyice sarpa sardı.

المشكلة اننا لسنا متأكدين كم من المال يحتاج توم

Sorun Tom'un ne kadar paraya ihtiyacı olacağından emin olmamamızdır.

يجب عليك أن تنظر في هذه المشكلة بشكلٍ كلي.

Bu sorunu bir bütün olarak göz önüne almalısınız.

المشكلة هنا هي بأن المرونة العصبية يمكن ان تعمل باتجاهين.

Buradaki problem nöroplastisitenin iki yönde çalışabilmesi.

اليوم، يحاول ثمانية خبراء حل هذه المشكلة ولا يمكن حلها.

Bugün sekiz tane uzman bu olayı çözmeye çalışır ve çözülemez.

‫المشكلة هي أنني لا أرى نهايته.‬ ‫وهذا يجعله دائماً خطراً.‬

Sorun şu ki sonunu göremiyorum ve bu her zaman tehlikelidir.

‫المشكلة هي أن الكثير من هذه الحواف...‬ ‫حادة كشفرة الحلاقة‬

Sorun, şu çıkıntıların... ...çok keskin olması.

‫المشكلة هي أن الكثير من هذه الحواف...‬ ‫حادة كشفرة الحلاقة.‬

Sorun, şu çıkıntıların... ...çok keskin olması.

‫المشكلة هي‬ ‫أنني لا أعرف منذ متى هو موجود هنا‬

Sorun şu ki ne kadar zamandır burada olduğunu

‫المشكلة هي أننا لا نضمن ‬ ‫وجود مياه في ذلك الاتجاه.‬

Sorun şu ki bu tarafta da su bulunduğunun garantisi yok.

لم يكن أحد يعلم بأننا نعمل على حل هذه المشكلة

Bu problem üzerinde çalıştığımızı bilen yoktu

على أي حال ، سأعود إلى هذه المشكلة قريبًا إبراهيم موتيفريكا

neyse bu konuya birazdan geri geleceğim İbrahim Müteferrika

- علمني كيف أحل هذه المشكلة.
- أخبرني كيف أحل هذه المسألة.

Sorunu nasıl halledeceğimi bana söyle.

المشكلة أننا غير قادرون على التخلي عن بعضنا أو عن أولادنا،

Onlar bizden vazgeçmiş olsa bile biz birbirimizden ve çocuklarımızdan

‫المشكلة أن هذه الكائنات ‬ ‫تستطيع الحركة بسرعة هائلة متى أرادت هذا.‬

Şöyle ki bu ufaklıklar istediklerinde çok hızlı olabiliyorlar.

‫المشكلة هي، ‬ ‫أن هذه الصخور الحادة ‬ ‫بإمكانها أن تقطع الحبل كالسكين.‬

Ama sorun şu ki bu keskin kayalar halatı bir bıçak gibi kesebilir.

لا نعلم ما إذا كانت المشكلة في المقعد أم في الشخصيات

sorun koltukta mı kişiliklerde mi bilemiyoruz

- لنناقش هذه المشكلة لاحقاً.
- لندع الحديث عن هذه المسألة لوقت آخر.

O problemi daha sonra tartışalım.

هنا تقع المشكلة الكبيرة ,كل عملية اسقاط تتضمن بعض تضحيات في

Ve büyük bir sorun var: Bu projeksiyonlardan her biri şekilde, mesafe de,

‫المشكلة هي أن لدي حبل يبلغ طوله 15 متراً،‬ ‫تعال وانظر هنا.‬

Sorun şu ki sadece 15 metre ipim var ve gelip buraya bir bakın.

‫المشكلة هي أنني بمجرد أن أنزل عليه،‬ ‫سأصبح محاصراً. ليس بالإمكان العودة لفوق.‬

Sorun şu ki buradan indikten sonra devam etmek zorunda kalacağım. Yukarı çıkış yok.

هناك نفس المشكلة في جميع أنحاء العالم. يعد الفيروس الصغير غير المرئي نهايتنا.

Tüm Dünya'da aynı sorun var. Gözle görünmeyen küçücük virüs sonumuzu hazırlıyor.

مثل الطبقات والمواد ، يمكن أن تقلل أيضا من رحلة كرات الغولف ، وحل المشكلة.

Katmanlama ve malzeme gibi, golf toplarının uçuşlarını da azaltabilir ve problemi çözebilir.

‫المشكلة الوحيدة أنه يمكن لهذا أن يكون خطراً‬ ‫أن تحاول تسلق شجرة بهذا الارتفاع!‬

Ama bu denli yüksek bir ağaca tırmanmayı denemek çok tehlikeli olabilir.

‫المشكلة هي أنه بمجرد ‬ ‫أن يقل الأكسجين الذي تحصل عليه‬ ‫يبدأ عقلك في خداعك.‬

Sorun şu ki daha az oksijen almaya başladığıızda, zihniniz sizinle oyunlar oynamaya başlar.

‫ثمة شيء هناك بالتأكيد. يمكنني رؤيته يلمع.‬ ‫المشكلة هي، لن تتمكن المروحية من الهبوط.‬

Aşağıda parlayan bir şey görüyorum. Sorun şu ki helikopter buraya inemez.

‫إذ يمكنها تجاوز هذه المشكلة العويصة.‬ ‫وشعرت أنني تجاوزت المشاكل‬ ‫التي واجهتها في حياتي.‬

Bu inanılmaz zorluğu aşmıştı. Ve ben de hayatımda yaşadığım zorlukları aştığımı hissettim.