Translation of "عليه" in Turkish

0.028 sec.

Examples of using "عليه" in a sentence and their turkish translations:

- سأطلق عليه النار.
- سأُطْلِقُ عليه.
- سأطلق النار عليه.

- Onu vuracağım.
- Ona ateş edeceğim.

- سأطلق عليه الرصاص.
- سأطلق النار عليه.

Onu vuracağım.

- ضحك الجميع عليه.
- الكل ضحك عليه.

Herkes ona güldü.

حافظ عليه

onu koruyun.

‫عليه التصرّف.‬

Harekete geçmeli.

سلم عليه.

- Onunla tokalaş.
- Onunla el sıkış.

لنا للإجابة عليه،

en kolay sorulardan,

فقبضوا عليه وأدين.

Onu tutukladılar ve mahkum edildi.

‫سأضع اليرقات عليه.‬

Larvayı üzerine koyacağım.

‫سأغلق عليه بالغطاء.‬

Kapağı üzerine kapatalım.

ولكني عثرت عليه.

ama onu buldum

‫عليه أن يفعلها.‬

Şansını denemek zorunda.

‫عليه ادّخار طاقته.‬

Enerjisini muhafaza etmeli.

يرجى التعليق عليه

lütfen bunu yorumlarda

يمكنك الإعتماد عليه.

Ona güvenebilirsiniz.

محكم عليه بالإعدام.

İdama mahkum oldu.

إنني قلق عليه.

Onu hakkında endişe ediyorum.

لنُلقِ نظرة عليه.

Ona bir göz atalım.

ضحك الناس عليه.

İnsanlar ona güldü.

عليه الرّحيل الآن.

O şimdi ayrılmalı.

‫أترى البراعم الصغيرة عليه؟‬

Tomurcukları gördünüz mü?

الأمر كما هو عليه.

olan bu.

تفوق الأسطول القرطاجي عليه

Kartacalılar, donanmasına harekat üstünlüğü kurmuş durumdalar.

‫يكفي ضوؤه للقراءة عليه.‬

Yaydıkları ışık altında kitap bile okunabilir.

ننقر عليه ونمرره للآخرين.

Klikleyip paylaşırız.

ما الذي تعاقبهم عليه؟

Onları ne için cezalandırıyorsun?

حكم عليه القاضي بالإعدام.

Yargıç onu ölüme mahkûm etti.

هذا ما اعتدنا عليه

Alıştığımız şey bu.

أعطني شيئاً لأكتب عليه.

Bana yazacak bir şey verin.

تركت الباقي عليه وخرجت.

Artanını ona bıraktım ve dışarı çıktım.

هذا ما يبدو عليه دماغك

Sizin beyniniz böyle bir şey.

وهذا أنا ما عليه تماماً.

İşte bu tam anlamıyla benim.

أو البرلمان، كما يطلق عليه ..

özellikle yasama organında

‫انظر، نما عليه نبات متسلّق.‬

Bakın, üzerinde sarmaşıklar var.

وتغيير ما الذي نكافئ عليه

neyi ödüllendirdiğimizi değiştirelim

ومحتمل اكثر أن نحكم عليه.

onun olabilirliğini daha mümkün görüyoruz.

ما قد يبدو عليه الحبس.

ilk o zaman anladım.

‫عليها العودة للعثور عليه...‬ ‫وحدها.‬

Annenin dönüp onu bulması gerek. Tek başına.

‫تقليد مرّت عليه أجيال عديدة.‬

Çok eski nesillere dayanan bir gelenek bu.

وبعدها كان عليه أن يمثلهم.

ve sonrasında onları temsil etmek zorunda kaldı.

نسيج تاريخي يجب الحفاظ عليه

tarihi dokunun korunması için

يطلق عليه أيضًا Kut Kuymak.

Kut kuymak adı da verilir buna

ما سيحصلون عليه هو المال

Elde edecekleri şey para

واحصل عليه في الحجر الصحي

Ve karantina altına alınmasını sağlayın

تم عمل ترميم مستمر عليه

Üzerinde sürekli restore çalışması yapıldı

‫عليه أن يؤمن بنفسه جدًا،‬

Kuvvetli bir kişilik anlayışı,

- لقد خدعتهُ.
- لقد إحتالت عليه.

O onu dolandırdı.

- لقد خدعهُ.
- لقد إحتال عليه.

O onu dolandırdı.

توم مجتهد ويمكن الإعتماد عليه.

Tom çalışkan ve güvenilir.

لم يكن عليه فعل هذا.

Onu yapmamalıydı.

- عليه المغادرة.
- يجب أن يغادر.

Onun gitmesi gerekiyor.

- لا يعتقد سامي أنّ ليلى تعرّفت عليه.
- لا يظنّ سامي أنّ ليلى تعرّفت عليه.

Sami, Leyla'nın onu tanıdığını düşünmez.

هي ما يجعلنا ما نحنُ عليه:

bizi biz yaptığını anlamamızla,

‫سأسلط الضوء عليه ومن ثم أبعده.‬

Üzerine ışığı tutun ve çekin.

في الحقيقة، لقد تعودت عليه لدرجة

Hatta, bu hisse o kadar çok alışmıştım ki,

أنتم هو ما يبدو عليه العالم،

Siz dünyanın nasıl göründüğüsünüz.

نحن جميعاً ما يبدو عليه العالم.

Toplu olarak, bizler dünyanın nasıl göründüğüyüz.

الآن، هي أكبر مما تبدو عليه.

Bunlar göründüğünden daha büyük.

وهذا ما تبدو عليه مقارنةً بمنهاتن،

Manhattan ile karşılaştırıldığında böyle görünüyor.

هذا ما نطلقُ عليه روح المبنى.

Bu "binanın ruhu" adını verdiğimiz şey.

لكنه حكم عليه بالسجن 7 سنوات.

ama yine de 7 yıl hapse mahkum oldu.

خلع خوذته حتى يتعرف عليه جنوده

Askerleri onu tanısın diye miğferini bile çıkarmıştı.

يرى الآن شخصاً يستحق المحافظة عليه.

kurtarmaya değecek birini görüyor.

بل أسعى للمحافظة عليه كما يجب.

amacım onu olması gereken hâle getirmek.

يريدون الموافقة عليه وتقديره طوال الوقت

sürekli onaylanmak ve takdir görmek isterler

غالبًا ما يطلق عليه "آخر فايكنغ".

Sık sık 'Son Viking' olarak adlandırılır.

ففتحت حاسوبي المحمول وعرضت عليه كتابًا

laptopumu açtım ve sınıfımda yaptığım bir şey için oluşturduğum

- علامَ تضحك؟
- ما الذي تصحك عليه؟

Neye gülüyorsun?

الواضح، هو من يقع عليه اللوم.

Açıkçası, o suçlanacak.

لايمكن أن تحكم عليه من مظهره

Onun görünüşüyle yeteneklerini bilemezsin.

لم نتمكن من العثور عليه بعد.

bizler Sadece henüz bulamadık.

- إنهم قلقون عليه
- إنهم قلقون بشأنه

Onun hakkında endişeliler.

هناك الكثير ما يمكننا الإتفاق عليه.

Anlaşabileceğimiz bir sürü şey var.

استحق توم العقاب الذي حصل عليه.

Tom aldığı cezayı hak etti.

أخبر توم بأن عليه غسل الصحون.

Tom'a bulaşıkları yıkamak zorunda olduğunu söyle.

كان سامي يعلم من هجم عليه.

Sami ona kimin saldırdığını biliyordu.

لا يوجد ما يمكن التفاوض عليه.

Müzakere edilecek hiçbir şey yok.

ومن يحلل عليه غضبي فقد هوى.

Gazabıma uğrayan muhakkak mahvolmuştur.

الذي يصبح متاحًا أكثر مما كان عليه،

ve bu sürekli online olma durumu gittikçe artarak devam ediyor

فإن التفسير الذي ستحصلون عليه هو كالتالي:

bulacağınız açıklama şöyle olurdu:

قرأ النص وقال: "إنهم لن يضحكوا عليه"

senaryoyu okudu ve dedi ki, "Buna gülmezler"

‫لا مجال للتغلب عليه في مواجهة فردية.‬

İnsanla bire birde kalırsa, insanın hiç şansı yok.

‫ها أنا أضع كل حمل جسدي عليه.‬

Tüm ağırlığımı veriyorum.

وها هي نقطة شعاع الليزر تظهر عليه.

Gerçekten lazer, işte şimdi görebilirsiniz.

‫لكن كل ما حصل عليه هو التجاهل.‬

Fakat pek yüz bulamıyor.

‫عليه أن يحاول إصدار صوت أكثر حماسة.‬

Biraz daha heyecan verici sesler çıkarmalı.

ما كنت لأكون من أنا عليه اليوم.

Bugün olduğum kişi olmazdım.

قالت إن ما عملت عليه أغلب الوقت

En çok üzerinde çalıştığı şey,

هذا حدث يختلط عليه الإسلام مرة أخرى

Yine İslamiyetle karıştırılan bir olaydır bu

ما لم يتمكن المعلمون من العثور عليه

öğretmenlerin arayıp ta bulamadığı şey

يريد باستمرار أن يتم ذكره والثناء عليه

sürekli kendisinden bahsedilmesini ve övülmesini ister

هو مرض لا يمكن التغلب عليه بمفرده

kendi başına aşılamayacak bir hastalıktır

هل يفعل الزلزال الثور الذي نقف عليه؟

Depremleri de üstünde durduğumuz boğa mı yapıyormuş bari

لنفترض أنهم يكذبون على ما سيحصلون عليه

Diyelim ki yalan söylüyorlar ne elde edecekler

لم يكونوا أيتامًا كما هو متعارف عليه.

geleneksel anlamda yetim olmasa da.